Siyasi iktidar, başta ekonomi olmak üzere ülke gündemini meşgul eden pek çok sorunun yanında, yeni Anayasa çalışmalarını ihmal etmiyor, eş zamanlı önemli gelişmeleri yavaş da olsa, yaşıyoruz. Yeni Anayasa çalışmalarında devletin sürdürülebilirliği gerekçesiyle, farklı toplumsal kesimlerin taleplerini karşılamayı öngören, geniş tabanlı bir yeni toplumsal söyleşmenin hedeflendiği söyleniyor. Mevcut 1982 Anayasa’sı büyük ölçüde tadilata uğradıysa da “Darbe” ürünü olduğu belirtilerek, bir sivil Anayasa gereği vurgulanıyor.
Bu amaçla, Toplumsal Uzlaşma içeren ve ülkenin önde gelen dört kesimi başta olmak üzere, her bir sosyolojik grubun dışlanmışlık itirazlarını rahatlatılmaya, çalışılacak.
Cumhuriyetimizin demokratikleşme evresine geçişi temsil edecek bir metin oluşturmak istendiği, ifade ediliyor. Dört kesimin ilk üçü bu amaçla hayli mesafe almış görünüyorlar. “Milliyetçiler, muhafazakârlar, Kürtler”, bahse konu çalışmaları halen yürütüyorlar.
Dördüncü kesim “Aleviler”. Henüz bu konuda bir açılım başlatılmış değil. Alevi açılımının muhatabı olarak en uygun ismin Kemal Kılıçdaroğlu olabileceği söyleniyor. CHP'nin başına, bu sebeple Kemal Kılıçdaroğlu'nun getirilmesi, isteniyor söylemleri yaygınlaştırılıyor. Konuya ilişkin medyada bu minvalde çok sayıda yayınlar paylaşılıyor. Bizim konuya ilişkin yaklaşımımız şöyle; ülkemizin demokrasi karnesi, an itibariyle iyi olmasa da Türkiye Cumhuriyeti ve 86 milyon vatandaşımız, 21 yüzyıla yakışan özgürlükçü bir Anayasa’yı hak ediyor. Şayet diğer üç kesim bir uzlaşı başlatmışlarsa ve Alevi kesimi de bu sürece dahil etmek istiyorlarsa, bu durumun en gerçekçi muhatabı CHP tüzel kişiliğidir. CHP aynı zamanda Cumhuriyet değerleri ile yetişmiş seküler kesimlerin de temsilcisidir. Bu nedenle, kişilerden bağımsız, CHP yönetimi, bu süreçte tek muhataptır ve isterlerse bu çalışma içinde yer alabilirler.
Yeni bir Anayasa, hiç şüphesiz Cumhuriyetimizin kazanımlarını muhafaza etmelidir.
Ülkenin politik iklimi ve iktidarın otokratik yapısı, demokratik bir Anayasa’ya imkân sağlar mı? Bu sorunun ikna edici cevabı tartışmalı duruyor. Ancak bu bir fırsat olabilir. Bu düşüncemizi temellendiren yaklaşımımız şöyledir; Cumhuriyet dönemin ruhuna uygun bir projeydi. Tüm dünyada yükselen milliyetçilik akımlarına paralel, ideolojik kurgusu, coğrafyamız için tek rasyonel seçenekti. İttihat terakki ile başlayan süreçte Cumhuriyet kadrosu, Atatürk liderliğinde kararlılıkla çalışılmaya ve bir Ulus-Devleti temellendirilmeye başladı. Projenin başarıya ulaşması, gereklerinin tavizsiz uygulanmasına bağlıydı. Bu sebeplerle “demokrasi” ikinci plana alındı.” Kuvvetler birliği” esasında katı bir örgü oluşturuldu. Çok partili hayata geçildiğinde de “rejimin” askeri vesayetin gölgesinde korunmasına devam edildi.
Bu süreçlerde Muhafazakârlar, Kürtler, Aleviler başta olmak üzere, alt kimlikler baskılanmıştı.
Ancak bilinen gelişmelerle 2002 yılından itibaren şartlar değişmeye başladı.
Cumhuriyet bugün itibari ile 102. yılını idrak etmiş durumda. Cumhuriyet’in gelinen nokta itibari ile başlangıçtaki parlak ivmesini sürdürdüğü söylenemez. Sebepleri üzerine yüzlerce gerekçe yazılabilir. Ancak “sonuçları itibari” ile değerlendirildiğinde demokratik değerlerden ekolojik duyarlılığa, eğitim, insani gelişmişlik, şehirleşme, kültür, adil gelir dağılımı, teknoloji... vb kadar, dünya ülkeleri skalasında her bir kriter itibari ile çok aşağılarda yer alır durumdayız.
Bu noktada Cumhuriyetimizin sürdürülebilirliğine dair çok şeyin yanlış gittiği aşikâr. Muhafazakârlar 2000’li yıllar boyunca tek parti iktidar süreçleri gibi, siyaseten “dominant” olmayı tercih ettiler.
İktidarları süresince demokrasi yolunda mesafe alınamadığı gibi, tekrar “kuvvetler birliği” esası geçerli olmuş durumda. Başlangıçtan itibaren “demokratik ilkeler” açısından Cumhuriyetin eksiklikleri olduğu bir gerçekliğimiz. Dolayısıyla Cumhuriyet’in olumlu kazanımlarını koruyarak, Atatürk’ün işaret ettiği “muasır medeniyet” seviyesini demokratik değerler ile kıymetlendirerek, bir yeni toplumsal sözleşmeye ihtiyaç gösteriyoruz. “Zamanın ruhu” ülke bütünlüğünü koruma adına, ayrıştırıcı ve dışlayıcı değil, birleştirici bir yeni sahifeyi gerektiriyor. Bu çerçevede, “baskılanan kimlikler” demokrasi masasında “insan” odaklı bir paydada ve evrensel hukuk normlarının belirleyiciliğinde bir araya gelmeliler. Milliyetçi kesimi temsil eden Devlet Bahçeli’nin Kürtlerin temsilcisi Abdullah Öcalan’a yönelik açılımı olumlu bir başlangıç vuruşuydu. Muhafazakârların temsilcisi Ak Parti’nin bir karşı duruşu an itibarıyla görünmüyor.
Denklemin eksik halkaları “Aleviler.” Anlaşıldığı kadarıyla bu projenin Kemal Kılıçdaroğlu’nun liderliğinde daha hızlı mesafe alabileceği değerlendiriliyor. Bu yaklaşım açık ifade edelim, bir “had” aşımıdır. 1920’lerde devlet aklını Mustafa Kemal ve arkadaşları temsil ediyordu.
Yeni Anayasa kan kaybeden Cumhuriyeti ayağa kaldırmak için, “silkinme” hareketidir.
“Devlet aklı veya derin devlet” denilen “güç” sanki bir bilinç ve yaklaşım oluşturuyor.
Cumhuriyet Halk Partisi gelişmeleri bu gözle değerlendirmeli.
Yeni anayasa çalışmalarında CHP de yer almalı
Yeni anayasa çalışmalarında CHP de yer almalı
Paylaş: