Yaz akşamları, kışın bizi hapsettiği dört duvarın dışına çıktığımız, gün batımının serinliğinde bahçe ya da balkon keyfi yaptığımız anlardır. Ancak bu keyfi bozan ve ortak derdimiz haline gelen bir misafir vardır: Sivrisinekler.
Sadece rahatsız edici vızıltıları ve ısırma sonrası yaşanan kaşıntı hissiyle değil, taşıdıkları patojenlerle ciddi sağlık riskleri de oluştururlar. O sesi kulağımızın dibinde duyduğumuzda ise çoğu zaman ilk tepki, “Bu yıl yeterli ilaçlama yapılmıyor mu?” olur. Oysa sivrisineklerin hikâyesi, sandığımızdan çok daha karmaşıktır. Kan emenler yalnızca dişi sivrisineklerdir; çünkü yumurta geliştirebilmeleri için kana ihtiyaç duyarlar. En yaygın tür olan Culex pipienstir (ev sivrisineği) ve kan emdikten sonra 2–3 gün içinde uygun bir su birikintisine yumurtalarını bırakır. Rögarlar, foseptikler, kullanılmayan havuzlar, açık su depoları hatta saksı altları, kovalar… İçinde durgun su bulunan küçük- büyük bakılmaksızın her yer onlar için potansiyel bir yuva haline gelir. Üstelik suyun temiz ya da kirli olması fark etmez, yeter ki birkaç gün hareketsiz kalsın. Sıcaklık 25°C’nin üzerindeyse gelişim süreci daha da hızlanır; yumurtadan çıkan larvalar 10–14 gün içinde uçan sivrisineklere dönüşür. Bir dişi sivrisinek ortalama 3-4 haftalık yaşamı boyunca 5–10 kez yumurtlayabilir. Her seferde 100 ila 300 arasında yumurta bırakabilir. Yani tek bir sivrisinek, kısa ömrü boyunca binlerce yavruya kaynaklık edebilir.
İklim değişikliği ve yeni türler
İklim değişikliğinin etkisi, sivrisineklerin biyolojik döngüsünü de değiştiriyor. Eskiden sadece tropikal bölgelerde görülen “Aedes aegypti” gibi türler artık ülkemizde de gözleniyor. Siyah-beyaz çizgili bacaklarıyla tanınan bu türün yumurtaları kuraklığa dayanıklı. Bu nedenle yumurtalar, bırakıldıkları su kurusa bile aylarca canlılığını koruyabiliyor. Yeterli sıcaklık ve nemi buldukları anda aktif hale geçerek yayılmaya devam ediyorlar.
Sivrisinekle gerçek mücadele nerede başlar?
Uzmanlar, öncelikle hangi tür sivrisinekle karşı karşıya olunduğunu belirleyerek, buna göre etkin ve çevreye duyarlı yöntemler geliştirmek üzere bilimsel araştırmalar yürütmekteler. Bu alanda çalışan pek çok uluslararası kuruluş bulunmakta ve tüm bu kuruluşlar doğru ve etkin mücadele için iki temel yaklaşımda ortaklaşıyorlar.
1.Yumurtlama alanı olarak kullanılan durgun su birikintilerinin oluşmasını engellemek.
2.Üreme kaynaklarını tespit ederek doğrudan bu alanlara müdahale etmek.
Peki, yaz akşamlarında sokak aralarında dolaşan ilaçlama araçları neden beklenen etkiyi yaratmaz? Çünkü bu araçların uyguladığı “ULV cihazı ile açık alan ilaçlaması” yalnızca o an uçan sivrisineklere karşı kısmen etkilidir. Kaynağa müdahale edilmediği sürece, gelişimini tamamlayan yeni ergin sivrisinekler kısa sürede popülasyonu yeniden artıracaktır. Ayrıca bu işlem, yararlı böcekler dahil tüm ekosisteme zarar da verir, bizlerin sağlığını olumsuz etkileyebilir. Üstelik sık uygulandığında, sivrisineklerde ilaç direnci gelişmesine yol açar.
Etkin ve kalıcı bir ilaçlama, ancak larvaların kaynağına ulaşmakla mümkündür. Bahçede, balkonda, çatıda… İçinde su biriken küçük bir kap bile, mahallenin sivrisinek üretim üssüne dönüşebilir.
Ayrıca mücadele için; “bahar ayları larva dönemidir, bu zamanda ilaçlama yapılmalıdır” şeklindeki yaygın inanç artık geçerliliğini yitirmiştir. Değişen iklimin sonucu olarak, mücadele yılın tamamına yayılmak zorundadır. Bu doğrultuda yetkililer, olası kaynakları düzenli periyotlarla kontrol edip müdahale etmektedir. Ancak bahçelerimizdeki, balkonlarımızdaki saksı altları ya da küçük kaplar gibi üreme alanlarını belediye görevlilerinin denetlemesi mümkün değildir. Bu nedenle bizlere de iki önemli görev düşüyor: Su kaplarında bekleyen suları dökmek ve şikayetlerimizi bildirirken, ekiplerin üreme kaynağını bulabilmeleri için detaylı konum bilgisi vermek.
Konu karasinek olduğunda da durum çok farklı değil. Bu zararlı ise yumurtalarını çöp, gübre, dışkı olan yerlere bırakıyor. Eğer bir yerde karasinekten rahatsızlık varsa bilin ki yakınlarda beklemiş çöp, atık, artık vb. vardır. Çöp konteynerleri ya da gübrelik alanlar belediye ekipleri tarafından ilaçlanıyor, fakat bilinen alanların dışında oluşmuş olan döküntüler karasinek larvaları için konforlu bir üreme alanına dönüşebiliyor.
Orman yangınları: İklim krizinin yakıcı sonucu
Son günlerde, başta İzmir olmak üzere pek çok bölgemizde yaşanan orman yangınları, iklim değişikliğinin doğrudan sonucudur. Artan sıcaklıklar ve uzun süren kuraklık bitki örtüsünü daha kolay tutuşur hale getiriyor. Üstüne sert rüzgarlar eklendiğinde, yangınlar kontrol altına alınması güç felaketlere dönüşüyor.
Yanan alanlarda toprak nemi azalıyor, biyoçeşitlilik kaybı yaşanıyor, bölge karbon kaynağı haline geliyor. Üstelik yangınların sadece ormana değil, atmosfere de zararı var. Ortaya çıkan duman ve partikül tabakası, güneş ışınlarını hapsederek sera etkisini artırıyor. Böylece sadece yangın alanında değil, bu partiküllerin ulaştığı bölgelerde de yeryüzü sıcaklıkları artıyor. Bu da iklim değişikliğini besleyen bir başka kısır döngüyü tetikliyor.
Sonuç: Birlikte sorumluluğumuz, ortak geleceğimiz
İklim değişikliği yalnızca hava koşullarını değil, yaşadığımız çevrenin bütününü etkiliyor. Orman yangınları, yeni türlerin yayılımı, ekosistemin bozulması, bilinçsiz uygulamalar ve kısa vadeli ekonomik tercihlerin hepsi birbirini tetikliyor.
İklim değişikliğiyle mücadelede her ayrıntı önemlidir. Ve bu mücadele, yalnızca politikaların değil, hepimizin sorumluluğudur.
Yaz akşamlarının sevimsiz misafiri: Sivrisinekler.
Yaz akşamlarının sevimsiz misafiri: Sivrisinekler.
Paylaş: