Ekonomik Göstergeler
Dolar
29.84 ₺
Euro
32.45 ₺
GBP
1.124 ₺
JPY
7.842
Ana Sayfa
Gündem
Spor
Köşe Yazıları
Podcast

Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir başlangıç zarureti

Okuma Süresi: 7 Dakika
Toplam Okunma: hesaplanıyor...
Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir başlangıç zarureti
Paylaş:
Son bir haftada Berlin ve Brüksel’de gerçekleştirdiğim neredeyse bir düzine ikili görüşme, Türkiye-AB ilişkilerinin mevcut durumunu, neler yapılırsa ilerleme kaydedeceğini daha iyi anlamamı sağladı. Alman hükümeti, parlamenterler, düşünce kuruluşları, Avrupa Komisyonu, Avrupa Parlamentosu ve Avrupa Dış Eylem Servisi yöneticileriyle bir araya geldim. Ayrıca, NATO ile de görüşmelerde bulundum. Bruges’daki College d’Europe’da 1992’de beraber yüksek lisans öğrenim gördüğüm ve şimdi “Avrupa Birliği mafyası” içinde Avrokrat olarak etkin görevlerde bulunan arkadaşlarımla da “off the record” sohbet ettim. Amacım, Avrupa hareketinin en güçlü motoru Almanya ve AB merkezindeki güç odakları ve yeni seçilen, Parlamento tarafından onaylanmayı bekleyen Komisyon ve de NATO yöneticileri ile Türkiye’nin geleceği, güvenlik, Akdeniz politikaları ve AB’nin küresel düzendeki değişmekle olan durumu üzerine en güncel konuları değerlendirmekti.   Zor Sorunlar Neresinden bakarsanız bakın, Türkiye-AB ilişkilerinin mevcut durumu, moral bozucu bir tablo sunuyor. Bırakın AB müktesebatının gereği olan tam üyelik müzakerelerini (ki bu konuda yaprak kımıldamıyor) Brüksel ile tüm ilişkiler adeta durma noktasına gelmiş durumda. Beş yıl önceki statükoya dönmek bile başarı sayılacak neredeyse. Gümrük Birliği modernizasyonu, serbest vize rejimi, finans kanallarının açılması, dış politika ve güvenlik işbirliği, enerji ve iklim değişikliği girişimleri ve diğer kritik gündem maddeleri ne yazık ki derin dondurucuda. Varsa yoksa kaçak mültecilerin Avrupa’ya geçmesini engelleme ve geri dönüş. Arada da Rusya yaptırımlarına neden katılmıyorsunuz, ne zaman insan hakları ve özgürlükler karnesini düzelteceksiniz gibi sorular. Güney Kıbrıs’ın neredeyse her girişimi sürekli veto etmesi ve Türkiye’nin siyasi ve ekonomik menfaatlerinin büyük ölçüde göz ardı edilmesi acil çözümler bekleyen başlıca meseleler arasında. Şurası açık ki hem Brüksel’de hem de Ankara’da yeni bir stratejik yaklaşım gerekiyor şayet ilişkilerin yeniden açılması isteniyorsa. Öyle görünüyor ki, “hala AB genişlemesine ve değerlerine bağlıyız” tarzında (Brüksel’de pek içten bulunmayan) demeçlere bakılırsa sanki biz istiyoruz da Brüksel tarafı ayak sürüyor gibi. Ama kuşkusuz bu böyle gitmez, sürdürülebilir değil; malum, tango için iki partner gerekiyor, tek başına mümkün değil. Hem AB’nin karmaşık dengeleri, üye ülkeler dayanışması ve oybirliği karar mekanizması hem de bizim mevcut hükümet politikaları ve kafa yapısı ile bu sorunların aşılması pek mümkün görünmüyor. Dahası, Türkiye gibi zorlu bir dosya ile ilgilenmesi bu aşamada pek muhtemel değil çünkü AB kendisi de zor sorunlar ile boğuşuyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sonrasında yaşanan enerji krizi, yükselen fiyatlar, Çin’in otomotiv sanayinin rekabet gücünü altüst etmesi, Türkiye üzerinden, Kuzey Afrika’dan, Ukrayna’dan mülteci akını, 27 üye ülkenin farklı beklenti ve öncelikleri, yükselen aşırı sağ, ABD’nin AB özerkliğini aşındıracak şekilde patronaj geliştirmesi…    Türkiye-AB ilişkilerinde tıkanıklıklar 2019’dan bu yana neredeyse hiçbir resmi ilerleme sağlanamamış olması ve halen statükoya geri dönmek için çabalamamız bu ilişkinin geleceğinin bugün itibariyle belirsiz olduğunun en iyi özeti. Gümrük birliğinin tarım ve hizmetleri de dahil edecek şekilde modernizasyonu ve genişleme müzakereleri gibi konular, Türkiye için uzaklaşmış hedefler haline gelmiş durumda. İnanılır gibi değil ama 60 yıllık çabadan sonra Türkiye'den ekonomik ve siyasi bakımdan geride, daha dünkü komünist ülkeler tam üye olarak girerken Türkiye, sanki komşu bir ülke gibi algılanıyor; “transactional” yani ihtiyaç oldukça konuşulacak bir ülke muamelesi görüyor. Bu durum, bir kısır döngü yaratıyor. AB dışladıkça veya Türkiye'ye yönelik kendi çıkarına da olacak adımları atamadıkça Ankara’yı yenidünya güç dengelerinde Türkiye’yi yanına çekmeye çalışan Moskova ve Pekin’e doğru itekliyor. Batı'ya rakip olarak konumlanmakta olan BRİCS üyeliği ve Şanghay İşbirliği Teşkilatı ile flörtü konuşuluyor. AB, büyük ölçüde sorumlusu olduğu bu durumdan dolayı da Türkiye'yi eleştiriyor, artık bıkkınlık duyan, tünelin ucunda üyelik ışığını göremeyen Türk kamuoyunda ise AB karşıtı duyguların yükselmesine neden oluyor. Sonuç olarak, karmaşıklaşan uluslararası dengelerde bu gidişle hem Türkiye gibi stratejik bir ülkenin kaybedilmesi, hem de Türkiye’nin AB gibi bir bloktan edinebileceği stratejik çıkarları kaybetme riski doğuyor. Yani, Türk-AB ilişkileri şayet yakın gelecekte "oyun değiştirici" bir dönüşüm yaşamazsa bir “kaybet-kaybet” denklemi ile karşı karşıyayız. Atlantik ötesindeki ABD de farklı bir strateji izlemiyor Ankara’ya karşı. Daha doğrusu, Brüksel ile Washington Türkiye politikalarını koordine ediyor. Tıpkı Çin, Rusya ve İran politikalarında olduğu gibi. Yani, birinde iyileşme olmazsa diğeri de parmaklarını kımıldatmayacak gibi.   Kıbrıs engellemesi Güney Kıbrıs’ın sürekli veto hakkını kullanarak Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerini bloke etmesi sanıldığından daha önemli bir engel. Bu yüzden Kıbrıs meselesi, sadece AB-Türkiye ilişkilerinde değil, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki jeopolitik hamlelerinde, ekonomik ve enerji politikalarında da karşılaştığı diplomatik zorluklardan biri haline geldi. Benim gördüğüm Rumların tuzu kuru; AB üyesi olmanın sağladığı elindeki kozları cömertçe kullanıyor. Tek başına ya da Yunanistan ile birlikte alamayacağı tavizleri AB üzerinden kotarmaya çalışıyor. Vetolarının dikkate alınmaması halinde diğer kritik AB kararlarını veto etmekle tehdit ediyor ve isteklerini kabul ettiriyor. Bundan kuşkusuz AB de ciddi zarar görüyor ama birlik içi dayanışma prensibi ve oybirliği karar alma mekanizması değişmedikçe farklı hareket etmesi zor üye ülkelerin. Kıbrıs’ta bizim savunduğumuz uluslararası alanda eşit, egemen eşit ve iki devletli çözüm yaklaşımı ne yazık ki görünür gelecekte kabul edilemez görünüyor, Brüksel’den bakınca. Aynı şekilde bizim pozisyonumuz da belli, değişmesi de beklenmiyor. Ve bu sorun kalıcı bir çözüme kavuşturulmadıkça da Türkiye’nin AB ile olan ilişkileri güçlükle, o da “transactional” çizgide ilerleyecektir. Belki bu da Ankara açısından net bir siyasi seçim olabilir   Kopenhag Kriterlerine uyumsuzluk Aslına bakarsanız Kıbrıs meselesi, Türkiye-AB ilişkilerinin sorunlarının sadece bir parçası. Türkiye’nin Kopenhag siyasi kriterlerine uyum sağlayamaması veya sağlamak istememesi ilişkilerin yeniden canlandırılmasının önündeki en büyük engel, bana sorarsanız. Kopenhag kriterleri, AB’ye üye olmak isteyen ülkeler için bir dizi temel demokratik ve insan hakları standardı getirmekte. Türkiye’nin bu standartlara uyum konusundaki AB’nin geriye gidiş olarak tanımladığı yetersizlikleri AB eleştirilerinin odağında yer alıyor. Türkiye’nin ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü ve yargı bağımsızlığı gibi temel konularda reformlara kapalı görünmesi, "Ankara kriterleri"ne sarılması, Türkiye-AB ilişkilerini olumsuz yönde derinleştiriyor. AB, bu durum karşısında Türkiye’yi bir tam üyelik müzakere ortağı olarak görmek yerine insan hakları ihlalleri ve demokratik standartların gerilemesi nedeniyle yoğun eleştirilerin, yaptırımların konusu yapıyor, Türkiye karşıtlarının ekmeğine yağ sürüyor. Bu uyumsuzluk, Türkiye’nin reformist bir bakış açısına geri dönmesinin zorunluluğuna işaret ediyor. Tabii şunu da eklemeden geçemeyeceğim: AB’nin istediği her koşul ve reform talebi yerine gelse bile, başka engeller ve taleplerle karşılaşacağımızdan kuşkum yok. Yine de üyelik süreci, üyeliğin gerçekleşmesinden bağımsız olarak Türkiye’deki standartların, kalitenin, refahın ve karşılıklı yarar temelli angajmanların artırılmasına katkı sağlayacağı için önemli. AB’ye son katılan üye ülkelerin yaşadığı sıçrama, bizi geride bırakmaları ve bizim ciddi gerileme kaybetmemiz düşünülünce daha iyi anlaşılıyor bu önem. Zaten üyelik genişleme müzarekeleri olumsu sonuçlansa bile her bir AB üyesinin, Avrupa Parlamentisunun, üye ülkeler parlamentolarının onayına ve referandum sonucuna bağlandığı için mevcut koşullar altında pratikte adeta imkansız. Haftaya: Büyük bir ülke olarak sindirilmesinin zorluğu