“Türk Rönesansı” ve “21. yüzyılda Türkiye’yi yeniden kurma programı” ikisi de iddalı başlıklar. Ne oldu da böyle bir program taslağı yazma ihtiyacı duydum?
Türkiye, yüz yıllık Cumhuriyet hikâyesinin ardından yeniden bir “kurucu akla” ihtiyaç duyduğu bir döneme girdi. Siyaset uzun süredir kendi etrafında dönen bir gölge oyununa benziyor; aynı sözler, aynı tartışmalar, aynı yüzler, aynı alışkanlıklar… Ülkenin gerçek ihtiyaçlarını örten kalın bir sis tabakası oluşmuş durumda. Oysa dünya akıl almaz bir hızla değişiyor. Yapay zekâ, çip savaşları, enerji güvenliği, iklim krizi, gıda tedarik zincirlerindeki kırılganlıklar, jeopolitik bloklaşmalar… Bunların herhangi biri bile bir ülkenin yönünü baştan aşağı değiştirebilir. Biz ise hâlâ bir önceki yüzyılın refleksleriyle, iç kavgalarla, günübirlik taktiklerle oyalanıyoruz.
“Türk Rönesansı” dediğim şey bir parti ilanı değil. Var olan siyasi yapılara, iş dünyasına, akademiye, gençlere sunulmuş bir zihinsel egzersiz, ama ciddiye alınırsa bir yol haritası. Şu soruyu kendime sertçe sordum: “Bugün sıfırdan bir siyasi hareket kursam, programını nasıl yazardım?” Ortaya çıkan çerçeveyi de, bir kişisel manifesto gibi değil, Türkiye’nin yeni yüzyıldaki yönünü tartışmaya açan bir strateji taslağı gibi görmek lazım.
****
Bugünkü Türkiye siyasetinde en büyük kırılma nerede oldu?
Uzun süredir Türkiye’de siyaset dili iki uç arasında savruluyor. Bir uçta “her şey harika, sadece biraz sabır” diyen yapay bir iyimserlik var. Öbür uçta ise “bu ülkeden bir şey olmaz” diyen karanlık bir umutsuzluk. İkisi de gerçeği perdeleyen, toplumu ya rehavete ya da depresyona sürükleyen iki sahte aynaya benziyor. Oysa toplum başka bir şey arıyor: Hakikatle bağını koparmayan ama umudu da öldürmeyen bir liderlik. Gençler artık slogan değil, sonuç görmek istiyor. Kadınlar hamasi lafları değil, adaleti ve güveni hissettikleri bir devlet düzenini önemsiyor. İş dünyası, çiftçi, emekli; hepsi ayağı yere basan ama önünü de gösteren bir siyaset istiyor. Bu yüzden diyorum ki, çağ ideolojilerin değil kapasitenin çağıdır. Ülkeleri artık sağ–sol değil, kurumları çalışanla çalışmayan, üretenle tüketen, beynini ülkede tutabilenle gencini bavulla gönderen, inovasyon kültürü olanla olmayan birbirinden ayırıyor. Türkiye’nin bu tabloda nereye düşeceğini ideolojik tartışmalar değil, kapasite seviyemiz belirleyecek.
******
“Türk Rönesansı” için bu kapasite ne üzerine inşa edildi?
Dört ana sütun üzerine kuruyorum. Birincisi, güçlü ve bağımsız kurumlarla işleyen bir devlet mimarisi. Bu olmadan hiçbir reform kalıcı olamaz. İkincisi, adalet duygusunu ayağa kaldıran bir ekonomik düzen. Sadece büyüme rakamları değil, gelir dağılımı, orta sınıfın gücü, fırsat eşitliği… Üçüncüsü, teknoloji ve üretim temelli bir kalkınma anlayışı. Düşük katma değerli, ucuz işgücü modelinden çıkmayan bir ülkenin 21. yüzyılda şansı yok. Dördüncüsü, kimseye kör sadakat göstermeyen, çok kanallı ve soğukkanlı bir dış politika çizgisi.
Bunların üzerine oturan “bekçi sütun” ise devlet kapasitesi ve liyakat. Çünkü devlet mekanizması çalışmazsa hiçbir program, hiçbir iyi niyet ayakta kalamaz. Liyakatin olmadığı yerde reformlar ya kâğıtta kalır ya da yolda eğrilir.
****
Türkiye’nin liderlik problemine nasıl bakıyorum?
“Her şeyi bilen, her şeye karar veren lider” modeli artık çağ dışı. Bir dönem, özellikle kitle iletişimin sınırlı olduğu, kurumların zayıf olduğu dönemlerde bu tarz liderlikler belirleyici olabiliyordu. Ama bugün dünya inanılmaz karmaşık. Dosyalar çok derin, riskler çok katmanlı.
Modern dünyada bireysel dehadan çok, iyi kurulmuş ekipler ve kurumsal akıl belirleyici. Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu liderlik profili; hem bu toprakların tarihsel ve kültürel kodlarını okuyabilen, hem de Silikon Vadisi’nin, Şanghay’ın, Berlin’in, Riyad’ın, Abuja’nın nabzını tutabilen bir profil.
Milliyetçi olacak ama içe kapanık değil; Türkiye merkezli olacak ama dünyaya küskün değil; geleneklere saygılı olacak ama statükoyu kutsamayacak. Gücünü sadece kendi karizmasından değil, kurduğu liyakatli ve bağımsız kadrolardan alacak.
Benim kafamdaki yeni liderlik, “ben bilirim” diye bağıran değil; “en iyi bilenlerle birlikte yönetirim” diyen liderliktir. Türk Rönesansı’nın siyasi taşıyıcısı, böyle bir liderlik modeline yaslanmak zorunda.
Türk Rönesansı’nın kalbi eğitimdir
Eğitim, bir ülkenin yaşam sigortasıdır. Sadece çocuklara bilgi yükleyen bir mekanizma değildir; ekonomik kalkınmanın, milli güvenliğin, toplumsal barışın, modern devletin sinir sistemidir.
Bugün Türkiye’de eğitim sistemi hem yorulmuş hem de parçalı. Aileler çocukları için büyük fedakârlıklar yapıyor ama sonuç çoğu zaman hayal kırıklığı. Dünya, yapay zekâ, robotik, veri bilimi, ileri dil yetkinliği, finansal okuryazarlık, küresel vatandaşlık gibi başlıklarda yeni bir insan profili yetiştirirken biz hâlâ sınav maratonuna sıkışmış durumdayız.
Benim kafamdaki eğitim vizyonunda öğretmenlik, bu ülkenin en prestijli ve iyi ücretlendirilen mesleklerinden biri hâline gelir. Öğretmeni güçlendirmeden hiçbir eğitim reformu olmaz. Üniversiteler sadece diploma veren kurumlar değil, bilim ve teknoloji üreten inovasyon kampüslerine dönüşür. Her bölge, sadece bir kampus değil, bir “bilim–sanayi–yatırım–girişim” ekosistemine dönüşür.
Kısacası, Türk Rönesansı eğitimsiz olmaz. Eğitim reformu olmadan hiçbir alanda yaptığınız reform uzun ömürlü olmaz.
****
Ekonominin ve teknolojinin rolü bu tabloda nerede duruyor?
Türkiye bir türlü düşük katma değerli, emek yoğun, ucuz işgücüne dayalı modelden çıkamıyor. Bunu dönüştürmeden ne döviz krizlerini aşabiliriz ne de orta gelir tuzağından.
Bugün küresel rekabetin yeni cepheleri yapay zekâ, yarı iletken teknolojileri, biyoteknoloji, hidrojen ekonomisi, savunma sanayii 5.0, SMR nükleer reaktörler, uzay teknolojileri, ileri malzeme bilimi… Bizim de bu alanlarda ciddi, iddialı ve uzun vadeli bir planımız olması gerekiyor.
Bu sadece teknoloji bakanlığının meselesi değil. Bu, üniversitelerden sanayiye, finans sisteminden girişimcilik kültürüne, şehir planlamasından eğitim müfredatına kadar bütüncül bir mimari gerektiriyor.
Başarabilirsek, Türkiye küresel tedarik zincirlerinin “olmazsa olmaz” halkalarından birine dönüşebilir. Başaramazsak, başkalarının tasarladığı oyunda taşeronluk yapmaya devam ederiz.
Türk rönesansı nasıl gerçekleşir? (1)
Türk rönesansı nasıl gerçekleşir? (1)
Paylaş: