Yaşamın kaynağı sudur. İçmek, temizlenmek, sulamak, üretimde kullanmak için alternatifi yok. Peki, günde ne kadar az suyla yaşayabilirsiniz? Geçmişte barajlardaki doluluk oranlarına ilişkin açıklamaları sıkça duyardık. Hatta bazen “kentin şu kadar gün suyu kaldı” gibi çarpıcı ifadeler kulağımıza çalınırdı. Ancak 2025 yılıyla birlikte tablo değişti; artık “su kesintisi” duyurularını takip ediyoruz. Oysa yaşamımız için gerekli olan tatlı su, dünyadaki toplam suyun yalnızca %2,5’i. Kalan %97,5’i ise okyanuslarda ve denizlerdeki tuzlu su. Üstelik insani tüketime uygun tatlı suların büyük bölümü kutuplarda. Yani erişilebilir tatlı su kaynakları, dünyanın toplam su varlığının %1,2’sinden bile az.
Su döngüsünde bozulma
Doğanın inanılmaz dengesi içinde su döngüsü “sucul ortam – buharlaşma – yağış” üçlüsüyle sürmektedir. Ancak kirlilik, kuraklık, nüfus artışı, kayıplar ve aşırı kullanım, bu döngüyü bozdu. İklim değişikliği ve yangınlar da yağış rejimlerini olumsuz etkiledi. Ülkemiz zaten uzun süredir su stresi yaşayan ülkeler arasındaydı; bugün ise artan sıcaklıklarla birlikte kuraklığın daha da şiddetlendiğini görüyoruz. Resmî kayıtlara göre 1901–2024 yılları arasında ülkemizin yıllık ortalama yağış miktarı 598,39 mm oldu. 2025 ise şimdiden son 52 yılın en kurak yılı olmaya aday. Azalan yağış ve artan kuraklıkla uyumlu yaşayabilmek, “iklim değişikliğine uyum” yaklaşımının en somut örneklerinden biridir. Bu nedenle yeni yaşam stratejileri geliştirmek zorundayız.
Su yönetiminde eksiklikler
Aslında ülkemizde suyun yönetimine dair çok sayıda yasal düzenleme, eylem ve strateji planı mevcut. Ancak bu çokluk, yetki karmaşasına ve sahada yönetim zorluklarına yol açıyor.
Oysa ihtiyaç son derece net: Suyu korumak ve doğru kullanmak.
Bunun için yıllardır gündemde olan ama hala çıkarılamayan, günümüz ihtiyaçlarına cevap verecek ve çatı düzenleme niteliğinde ki “Su Kanunu”nun acilen tamamlanması gerekiyor.
Türkiye’de su kullanımının dağılımı
İstatistiklere göre Türkiye’de suyun yaklaşık yüzde 13’ü insani kullanım, yüzde 13’ü sanayi ve yüzde 74’ü ise tarımsal amaçlarla tüketilmektedir.
En yüksek tüketim tarımda görülüyor. Çiftçimiz zor koşullar altında üretim yapıyor ve emeğinin karşılığını alamıyor. Su bulduğunda en iyi şekilde kullanmaya çalışsa da geleneksel yöntemler büyük su kayıplarına yol açıyor. Salma sulama kontrolsüz su yayılımına, sıcak ve rüzgârlı bölgelerde yapılan yağmurlama sulama ise buharlaşma ve dağılmaya neden oluyor.
Bu noktada, ilçelere kadar teşkilatlanmış Tarım Müdürlüklerine büyük görev düşüyor. Bölgenin coğrafyasına, toprak yapısına uygun ürün deseni seçilmesi; toprağın nemine göre damlama sulamanın yaygınlaştırılması için çiftçilerin eğitilmesi, yönlendirilmesi ve teşvik edilmesi gerekiyor. Ayrıca, ilk yatırım maliyeti yüksek olsa da yeni nesil susuz tarım yöntemleri, gerekli alternatifler olarak tarımda yerini almaya hazırlanıyor.
Şebekelerde kayıp-kaçak sorunu
Günlük bireysel su kullanımımız ortalama 200–250 litre/kişi düzeyindedir. Yaz aylarında bu rakam daha da artıyor. Buradaki en kritik nokta ise iletim şebekelerindeki kayıplar. TÜİK verilerine göre ülkemiz kayıp–kaçak ortalaması yüzde 36’dır. OECD ülkelerinin çoğunda bu oran yüzde 15’in altında; Almanya, Hollanda ve Danimarka gibi ülkelerde ise yüzde 7–10 seviyesinde bulunmakta. İzmir’de, yüzde 26,77’dir.
Kayıp-kaçak oranlarını düşürmek için altyapının yenilenmesi, basınç yönetimi, akıllı izleme sistemleri, akıllı sayaçlar ve kaçak kullanımın önlenmesi gibi çok boyutlu yatırımlar gerekiyor.
Sanayide su kullanımı
Sanayide, ekonomik koşulların baskısı altında işletmeler suyu en iyi şekilde hesaplayarak kullanmaya çalışsa da bazı sektörlerde tüketim hâlâ oldukça yüksek seviyelerde. Bu nedenle üretim süreçlerinde ileri teknoloji çözümlerinin kullanılması, geri kazanım sistemlerinin yaygınlaştırılması ve daha sıkı su verimliliği uygulamalarına yönelik teşviklerin artırılması büyük önem taşımaktadır.
Yeni düzenlemeler ve belgelendirme
Geçtiğimiz yıl Aralık ayında yürürlüğe giren düzenlemeyle, su verimliliğini artırmak amacıyla endüstriyel tesislerden OSB’lere, belediyelerden turistik tesislere kadar geniş bir yelpazeye yeni yükümlülükler getirildi. Ayrıca mavi, yeşil ve turkuaz olmak üzere üç seviyeli belgelendirme sistemi tanımlandı. Amaç son derece yerinde olsa da uygulamanın başarısı için finansmana erişim kolaylıkları ve teşvikler sağlanması şart.
Kentleşme ve doğal denge
Bir diğer önemli konu da betonlaşma, özellikle de kent içi derelerin rehabilite edilmesi anlayışı. Temizlik ve düzen sağlamak amacıyla yıllarca betonla kaplanan zeminlerin ve dere yataklarının, aslında yağış suyunun yer altına geçmesine engel olduğu artık biliniyor.
Yaşadığınız kentin ilçe ve semt isimlerine dikkat edin: İçinde “ova”, “pınar” ya da bunlarla ilintili o kadar çok isim var ki… Balçova, Halkapınar, Manavkuyu (İzmir); Taşdelen, Kaynarca, Ihlamurkuyu (İstanbul); Kuyubaşı, Kuyucak (Ankara)… Çünkü şehirlerimizi doğal olarak su kaynaklarının yanına kurmuşuz. Ama bugün bu kaynakların üzeri betonla kaplı. Beton zemin, suyun yer altı rezervlerine sızmasını önlüyor; su, akarak ya da denizlere karışarak kayboluyor.
Şimdi, bilhassa iklim değişikliğine uyum kapsamında, kentleri “sünger kent” yaklaşımıyla yapılandırmaktan başka çaremiz yok. Mevcut durumda da kent içinde uygun bölgelerde hem suyun toplanması hem de yer altını besler hale gelebilmesi için geçirgen alanlarda sızdırma bölgeleri oluşturulması gerekiyor.
Yağmur suyu hasadı ve atıksu yönetimi
Yağmur suyu hasadı, en basit anlatımıyla “yağan yağmurdan faydalanmak” demek. Soralım; bina çatınıza düşen yağış nereye gidiyor? Kanalizasyona. Bu da kanal kapasitesini zorluyor, taşkınlara neden oluyor ve en önemlisi kıymetli suyun kaybolmasına yol açıyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi uzun süredir yağmur suyu hatlarını kanalizasyondan ayırmaya çalışıyor. Ancak yer altı şebeke inşaatı gerektiren bu işlem hem zor hem de maliyetli, bu yüzden yavaş ilerliyor. Yine de birey olarak uygun alanlarımız varsa çatı sularını biriktirmeyi başarabiliriz.
Kentsel atıksu arıtma tesislerinde de çok büyük bir rezerv var. Örneğin İzmir’de Çiğli tesisinde, günlük 820.000 m³ su arıtılıyor ve denize deşarj ediliyor. Oysa bu suyun, yer altı su kaynaklarını beslemek üzere yeniden kullanımı mümkün. Böylece su döngüsüne dahil edilerek önemli kazanımlar sağlanabilir.
Elbette tüm bu yatırımlar ciddi maddi kaynak gerektiriyor. Ancak fayda maliyet analizi, hangi tercihin öncelikli olması gerektiğini net biçimde ortaya koyacaktır. Bu analizi daha kolaylaştırmak için tekrar soralım: Günde ne kadar az suyla yaşayabilirsiniz?
Su krizi derinleşiyor: Şimdi ne olacak?
Su krizi derinleşiyor: Şimdi ne olacak?
Paylaş: