Selin Tekin
Gazetemizin köşe yazarı, merkezi Londra’daki Global Resources Partners’ın Yönetim Kurulu Başkanı, eski diplomat ve OECD’de üst düzey görevler üstlenmiş Mehmet Öğütçü ile ülkemizin en yakıcı, bir o kadar da yaşamsal konularından olan eğitim, demokrasi, liderlik ve küresel rekabet üzerine kapsamlı bir sohbet gerçekleştirdik.
Öğütçü, sohbetin daha başında çarpıcı bir teşhis koyuyor: “Türkiye bugün üçlü bir kilitte sıkışmış durumda: Demokrasi, liderlik ve eğitim. Birbirini beslemesi gereken bu üç alan, maalesef birbirini aşağı çekiyor. Sandık var ama demokratik kültür zayıf. Girişimcilik ruhu var ama kurumsal kapasite yetersiz. Okul var ama nitelik ve fırsat eşitliği eksik. Sonuç: orta gelir, orta teknoloji, orta kalite sarmalı. Bu tabloya ‘kader’ muamelesi yapmanın kimseye faydası yok. Kader değil, tercihlerimizin toplamıyız. Tercihlerimizi değiştirirsek, rotayı da değiştiririz.”
Eğitimle demokrasiyi neden doğrudan ilişkilendiriyorsunuz?
Çünkü demokrasi yalnızca sandıkta oy kullanmaktan ibaret değil; bir kültür, bir kapasite, bir zihniyet meselesi. Bu kültürü üreten yer de okuldur. Hukukun üstünlüğünü içselleştirmiş yurttaş, hak ve sorumluluk dengesini gözeten yönetici, kanıt-temelli politika üreten siyasetçi, uzun vadeli düşünen girişimci… Bunların hepsi ancak iyi bir eğitimle mümkün olur.
Türkiye’de sık yapılan hata, sayılara takılıp kalmak. Kaç üniversiteniz olduğu, kaç öğretmen atadığınız, kaç okul açtığınız tek başına bir şey söylemez. Esas belirleyici olan müfredatın çağdaşlığı, öğretmenin niteliği, ölçme-değerlendirme sisteminin güvenilirliği ve fırsat eşitliğinin sağlanıp sağlanmadığıdır.
Eğer bu alanlarda zayıfsanız, demokrasi de şekilsel kalır. Ekonomi kırılgan olur, toplum kırılır. Kısacası, sandığın kalitesini sınıfın kalitesi belirler.
“Benim yolculuğum istisna, norm değil”
Kendi eğitim yolculuğunuz bu bakışa nasıl etki etti?
Ben de bu ülkenin “eğitim fabrikası”ndan çıktım. Mahalledeki devlet okulundan Mülkiye’ye, oradan ODTÜ’ye, ardından London School of Economics ve College d’Europe’a uzanan uzun, meşakkatli bir yol… Açık söyleyeyim: Büyük ölçüde kişisel hırs, merak ve yılmayan bir çalışma disipliniyle mümkün oldu. Ulaştığım noktadan mutluyum ama bu hikâye bir gerçeği de yüzümüze vuruyor: Bu tür başarılar istisna.
Bir ülke eğitimini bireysel mucizelere bırakamaz. Devlet fırsat eşitliğini ve kaliteyi garanti eder, özel sektör, vakıflar, düşünce kuruluşları yolu açar; aile ve öğretmenler gençleri cesaretlendirir. O ekosistem kurulduğunda “istisna” dediğimiz başarı, “norm” haline gelir.
Şunu da söyleyeyim: İbrahim Tatlıses’in meşhur lafı vardı ya, “Urfa’da Oxford vardı da gitmedik mi?” Artık böyle bir mazeret yok. Harvard’dan MIT’ye, Tsinghua’dan ETH’ye kadar dünyanın en iyi dersleri bilgisayarınızda. Ama herkes kendi başına, rehbersiz, eşitsiz koşullarda aynı fırsata erişemiyor. İnternet kapıyı aralar; kapıdan içeri girmeyi öğreten, sürdürülebilir kılan yine kamusal akıl ve kurumsal kapasitedir.
“Yüzleşmeden ilerleme olmaz”
Türkiye’nin bugünkü tablosu size ne söylüyor?
Pek iç açıcı değil yazık ki. Ama gerçeklerle yüzleşmeden ilerleme olmaz.
• Demokrasi: Economist Intelligence Unit’in Demokrasi Endeksi 2024’te Türkiye 4,26 puanla 103. sırada ve “melez rejim” kategorisinde.
• Özgürlükler: Freedom House’un 2025 raporunda Türkiye “Özgür Değil” sınıfında, 33/100 puan aldı.
• Eğitim: PISA 2022 sonuçlarında Türkiye matematik, okuma ve fende OECD ortalamasının gerisinde.
• Üniversiteler: Dünya sıralamalarında yalnızca iki üniversitemiz (ODTÜ ve Koç) ilk 500’de. İlk 100’de bir varlığımız yok.
• Nobel: Cumhuriyet boyunca yalnızca iki Nobel ödüllümüz var.
• Ekonomi: IMF’ye göre dünyanın 20. büyük ekonomisiyiz ama kişi başına gelir 12 bin dolar bandına sıkıştı.
• Beyin göçü: Üniversite mezunları yurtdışında iş arıyor, en parlakları gidiyor. En yüksek çıkış mühendislik ve bilişim alanlarında.
Bu tablo bize şunu söylüyor: Türkiye’nin potansiyeli büyük, ama eğitim zincirindeki kırılmalar yüzünden demokrasi de, ekonomi de, kültür ve sanat da tökezliyor.
Siyasetin dilindeki sertlik sık sık eleştirdiğiniz bir konu. Bunu eğitime nasıl bağlıyorsunuz?
Eğitim yalnızca bilgi değil, davranış üretir. Eleştirel düşünme, etik muhakeme, medya okuryazarlığı, empati ve müzakere kültürü—bunlar demokrasiyi yaşatan damarlar.
Bu yetkinlikler zayıfsa, siyaset kısa vadeli slogancılığa hapsolur. Kutuplaşma artar. Kurumlar liyakat yerine sadakatle yönetilir. Politika yapımında veri ve kanıtın yerini “gürültü” alır.
Bugün ülkemizde gördüğümüz sert dil ve kırılgan toplumsal zemin, aslında sınıfta eksik bıraktıklarımızın siyaset sahnesindeki yansımasıdır. Şunu unutmayalım: Uzlaşma zekâ işidir; zekâyı besleyen de eğitimdir.
Dünyadan bize yol gösterecek sağlam örnekler var mı?
Dünya bize üç ders veriyor: Öğretmen, müfredat, şeffaflık. Üç farklı ekosistem, tek ortak ders: Güney Kore, Finlandiya, Singapur. Kore, savaş yorgunu bir ülkeden teknoloji devine dönüşürken öğretmen niteliği ve STEM alanlarına sistematik yatırım yaptı.
Finlandiya, öğretmenliği yüksek lisans düzeyinde profesyonel bir meslek haline getirip ezberi kenara koydu; merak, problem çözme ve bireysel gelişimi merkeze aldı. Singapur ise en iyi beyinleri öğretmenliğe çekti; sürekli mesleki gelişimi ve veriye dayalı iyileştirmeyi kurumsallaştırdı.
Sonuç aynı: Bilinçli yurttaş, kapsayıcı demokrasi kültürü, yüksek katma değerli ekonomi.
“Türkiye için on yıllık yol haritası şart”
Peki Türkiye için gerçekçi ve uygulanabilir bir yol haritası nasıl olmalı?
Eğitim gelecek nesilleri ilgilendiriyor; dolayısıyla partiler-üstü, seçim takviminden bağımsız ortak bir vizyon gerekir. Tozlu raflarda onlarca tavsiye raporu vardır. Benim önerdiğim, OECD’deki deneyimim ve daha önceki eğitimci çalışmalarından esinlendiğim on yıllık çerçeve ana hatlarıyla şöyle:
• Okulöncesi atılımı: Her çocuk için en az bir yıl nitelikli okulöncesi eğitim. Erken çocuklukta yapılan her yatırım, ileride 7–9 kat toplumsal fayda sağlar.
• Öğretmenlikte profesyonelleşme: Yüksek baraj, güçlü formasyon, sürekli gelişim. Ücret ve itibar bütçeyle desteklenmeli.
• Müfredat reformu: Ezber yerine eleştirel düşünme, etik, yurttaşlık, medya okuryazarlığı ve dijital beceriler.
• Mesleki eğitim–sanayi köprüsü: Alman “dual system” benzeri uygulamalar; OSB’lerde okul–kuluçka merkezleri.
• Araştırma üniversiteleri: Kaynağı yaymak yerine derinleştirmek. En az üç alan programının dünya ilk 100’üne girişi hedeflenmeli.
• Beyin göçünü tersine çevirmek: Dönüş paketleri, diaspora entegrasyonu, yabancı akademisyenleri cezp etmek.
• Liderlik enstitüsü: Kamu, siyaset, iş dünyası ve sivil toplum için etik, müzakere ve kanıt-temelli politika odaklı bir kadro havuzu.
Emin olun: Bunlar romantik hayaller değil, yapılabilir adımlar. Önemli olan siyasal irade ve toplumsal sahiplenme.
“Kaynak var, ama nereye ve nasıl harcadığınız belirleyici”
Kaynak meselesi hep sorulur. Bu yol haritasının mali gerçekliği nedir?
Türkiye’nin eğitim bütçesi, uzun yıllardır OECD ortalamasının gerisinde. Potansiyelimizin çok altında yatırım yapıyoruz.
• 2024’te Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi 1 trilyon 92 milyar TL idi. 2025’te %33 artışla 1 trilyon 452 milyar TL’ye çıktı. Ama bir önceki yıl iki kattan fazla artmıştı.
• Bu bütçenin %71’i personel maaşlarına, %9’u sosyal güvenlik primlerine gidiyor. Yani toplamın %80’i sabit giderlere kilitlenmiş durumda. Mal ve hizmet alımlarına %8, yatırım harcamalarına yalnızca %9,7 kalıyor.
• OECD ortalamasında eğitim harcaması milli gelirin %5’i civarında. Yani, Trump’ın biz dahil tüm NATO ülkelerine harcatmak istediği kadar bir pay; keşke savunmadan çok daha fazlasını eğitime harcasak daha güvenli olurduk.
Rakamlar gösteriyor ki bu bütçeyle sıçrama yapmak imkânsız. Ama çözüm sadece bütçeyi büyütmek değil. Verimsizlikleri ayıklamak, israfı önlemek, kaynakları erken çocukluk, öğretmen niteliği ve ölçme-değerlendirme gibi en yüksek getirili alanlara yönlendirmek daha etkili olur.
Ayrıca kamu–özel işbirlikleri, vakıflar, AB fonları gibi alternatif finansman kaynaklarını devreye sokmak şart.
“Kötü eğitimin bedeli ağır”
Son olarak, siyasi liderlere ve iş dünyasının patronlarına mesajınız nedir?
Siyasi çekişmeler ne olursa olsun, bu ülkenin çocukları ortak geleceğimizdir. Onları iyi ve kaliteli yetiştiremezsek bedeli hepimiz için ağır olur. İçeride toplumsal kırılmalar yaşarız; ekonomide ve demokraside yoksullaşırız; beyin gücümüz erir; dünya liginde esamemiz okunmaz. Suç oranları artar, etnik, dini ve toplumsal fay hatları daha da keskinleşir.
Ama iyi eğitimin getirisi katlanarak artar: daha yüksek verimlilik, daha güçlü demokrasi, daha güvenli ve huzurlu bir toplum, daha itibarlı bir Türkiye.
Sizlerden talebimiz, eğitim dosyasını günün siyaseti değil, geleceğin vizyonu olarak görmeniz. Seçim takvimine göre değil, kuşak planına göre düşünmeniz. Kaynak ayırmanız, hesap verebilir hedefler koymanız, liyakati ödüllendirmeniz.
Türkiye’nin hikâyesi yeniden yazılacaksa, ana karakteri eğitim, sahnesi demokrasi, sonucu refah ve itibar olsun. Tünelin ucundaki ışık orada; bize düşen, birlikte ve kararlılıkla yürümek.
En doğru zaman daha fazla gecikmeksizin şimdi.
“Sandığın kalitesini sınıfın kalitesi belirler”
“Sandığın kalitesini sınıfın kalitesi belirler”
Paylaş: