.
Ekonomik Göstergeler
Dolar
29.84 ₺
Euro
32.45 ₺
GBP
1.124 ₺
JPY
7.842
Ana Sayfa
Gündem
Spor
Köşe Yazıları
Podcast

Risklerden sürdürülebilirliğe; çevre

Okuma Süresi: 9 Dakika
Toplam Okunma: hesaplanıyor...
Risklerden sürdürülebilirliğe; çevre
Paylaş:
Nedir bu çevre? Çok değil, on yıllar önce doğal güzelliklere ulaşmak, temiz hava almak, verimli topraklarda tarım yapmak için alanlar olarak değerlendirilmekte idi. Bugün ise en yalın haliyle bile konuşulduğunda akla “risk”leri getiriyor. Doğaya, sağlığa, geleceğe, üretime, ekonomiye, yönetime olan riskleri. Daha net söyleyelim, çevre dendiğinde insanoğlunun aklı, sözlükte yer alan tanımının önüne “çevresel riskler” tanımını koyar durumda. Demek ki her birimize dair negatif bir etkilenme durumu söz konusu. Bugün, çevre, doğa, iklim değişikliği, küresel ısınma, sürdürülebilirlik gibi konularda her hangi bir seminere katılsanız ilk duyacağınız cümle, dünya nüfusunun artık yarısının kentlerde yaşadığı ve gelecek yıllara dair tahmini oranın ne olacağıdır. Kent yaşamının gerekliliklerinin, çevresel risklerin ilk sebebi olduğu vurgulanmak istenir. Bir diğer taraftan bakınca ise insanoğlunun yarısının seçtiği yaşam tarzı ile doğadan uzaklaştığı, konuşulmakta olan tahribatın, sunulan konforlu koşulların sonuçları olduğu anlatılmak istenir. Bir günümüzü düşünelim. Yaptıklarımızı ve bunları yaparken ihtiyaç duyduklarımızı. Gerçekleştirdiğimiz her eylemin bulunduğumuz ortama bir etkisi var. Bu katkının yoğunluğu, nüfus yoğunluğu ile doğru orantılı ama bir özelliği var ki sınırları yok. Ve ortaya çıkan etkilerin en doğru şekilde en zararsız şekilde yönetilmesi gerek. Bu etki, ihtiyacımız olan malzemenin bize gelene kadar ki yolculuğundan tutun da bizdeki işlevini tamamladıktan sonraki macerasının bakiyesi. Sonuç, yazının başındaki “riskler” önümüze düşüyor. Genişletebiliriz; Bir vatandaş olarak yaşamımıza devam ederken soruyoruz. Yüzmekten keyif aldığım deniz suyu ne kadar sağlıklı,  yaz ortasında bile taş büyüklüğünde yağan dolular, oluşan seller neye işaret, deniz kıyısı şehirde yaşarken gerçekten yıllar sonra bu kıyılar yükselen suların altında mı kalacak, peki ya bunları önlemeye dair ulusların koyduğu düzenlemeler ticaretimi ne kadar etkileyecek, sürdürülebilirlik terimi yaşamım için işim için bana yakın mı, dert mi… İnsanoğlu gezegene verdiği zararı,  ozon tabakası inceldiğinde de bu ciddiyetle fark etmişti. O tarihlerde de çok konuşuldu, güneşten gelen UV-B ve UV-C gibi zararlı ışınların dünya yüzeyine ulaşmasını önleyen bu tabakanın göreceği zararın,  yaşam için, sağlığımız için riskleri çok anlatıldı. Yapılması gerekenler önce 1985 yılında Viyana Sözleşmesi ile 1987’de Montreal Protokolü ile belirlendi.  Ozon tabakası için tehlikeli olan maddelerin her birinin ozonu tüketme potansiyeli ile kontrol azaltım mekanizmaları tanımlandı, yasaklamalar getirildi.    Sonuç;  Birleşmiş Milletler Çevre Programı ve Dünya Meteoroloji Örgütü tarafından desteklenen bilimsel değerlendirmelere göre iyileşme yolunda. Güzel elbette ama tabakanın 1980 öncesi değerlere ulaşması Antartika’da 2066, Kuzey Kutbu’nda 2045, dünyanın geri kalanında ise 2040 yılında olası görünüyor. Günümüz risklerini etkileyen parametreler ise daha çeşitli ve daha karmaşık.  Aslında her bir riske yönelik, dijitalleşmeyi de özümsemiş teknolojik gelişmeler, bilim temelli çeşitli çalışmalar ve gerek ulusal gerek uluslararası yasal düzenlemeler var. Hepsinden önemlisi, bunların uygulanabilirliği desek de ana çözüm; milyarlarca yıldır üzerinde varlık gösteren her şey mevcut işlevini tamamladığında,  bir başka fonksiyonda değerlendirme döngüselliğini başarıyla yönetmiş olan gezegenimizi örnek almakta.