.
Ekonomik Göstergeler
Dolar
29.84 ₺
Euro
32.45 ₺
GBP
1.124 ₺
JPY
7.842
Ana Sayfa
Gündem
Spor
Köşe Yazıları
Podcast

İzmir, Türkiye’nin marka şehir rolünü üstlenmeye en uygun şehir

Okuma Süresi: 5 Dakika
Toplam Okunma: hesaplanıyor...
İzmir, Türkiye’nin marka şehir rolünü üstlenmeye en uygun şehir
İzmir, Türkiye’nin marka şehir rolünü üstlenmeye en uygun şehir
Paylaş:
Emrah Yılmaz
Diplomat, enerji yöneticisi, stratejik yatırım danışmanı, düşünce kuruluşu lideri, yazar, seyyah… Mehmet Öğütçü’nün kartviziti tek satıra sığmıyor.  Kariyeri boyunca Paris ve Londra’dan Brüksel’e, Washington’dan Pekin’e uzanan sahnelerde yer aldı; uluslararası diplomaside ve yatırım dünyasında iz bıraktı. Hala dünyanın dört bir tarafında iş ile keyfi bağdaştırıyor.
Ama ne kadar uzaklara gitse de, kalbi hep Ege’de, İzmir’de. Çeşme’de, Urla’da, Karaburun’da taş evleri olan Öğütçü, bugün İzmir’i yalnızca bir şehir değil, “Türkiye’nin geleceğe açılan kapısı” olarak görüyor. Onunla İzmir’in geleceğini, küresel rolünü ve dünya markası olma yolculuğunu konuştuk.

– Sizi genelde uluslararası enerji, yatırım ve jeopolitika faaliyetleriniz, görüşleriniz ve kitaplarınızla tanıyoruz. Bugün İzmir üzerine konuşuyoruz. Neden İzmir?

İzmir benim için sadece bir şehir değil, bir aidiyet duygusu. Uzun yıllar yurtdışında yaşadım, diplomatlık yaptım, iş dünyasında görev aldım. Hala da öyle, Londra-Nice-İstanbul üçgenindeyim çoğu zaman. Ama ülkeye her döndüğümde bana gerçek manada güç ve ilham veren yer İzmir oldu. Çeşme’nin rüzgârı, Karaburun’un denizi, Urla’nın bağları… Burası bana nefes aldırıyor, huzur veriyor.
Dünya çok hızlı değişiyor. Pandemi, Ukrayna savaşı, Gazze’den Tayvan’a kadar jeopolitik gerilimler, ABD’nin içe kapanması, Çin’in kontrollü yükselişi, iklim krizinin ekonomik şokları… Eski düzen çöktü, yenisi kurulamadı.
Artık yalnızca devletler değil, şehirler de öne çıkıyor. Barselona, Dubai, Singapur, Lizbon, Miami gibi kentler ulusal sınırlarını aşarak küresel marka oldular. Türkiye’de bu rolü üstlenmeye en uygun şehir kuşkusuz İzmir’dir.

– İzmir’in ekonomik ve demografik gücünü nasıl görüyorsunuz?

İzmir, 4,5 milyonluk nüfusuyla Türkiye’nin üçüncü büyük kenti. Ege’nin %40’ından fazlasını barındırıyor. 30 milyar doları aşan ihracatıyla birçok Avrupa ülkesini geride bırakıyor. İki güçlü serbest bölgesi (ESBAŞ ve İzmir Serbest Bölgesi), üniversiteleri, teknoparklarıyla yüksek katma değerli üretimin merkezi konumunda.
Ama İzmir yalnızca rakamlardan ibaret değil. Burada yaşadığınızda şehir, çalıştığınız değil, hayatı bütün boyutlarıyla yaşadığınız bir merkeze dönüşüyor. Bu aidiyet duygusu İzmir’i diğer şehirlerden ayırıyor.
Enerji ve yeşil dönüşüm sizin uzmanlık alanınız. İzmir bu alanda nasıl bir rol oynayabilir?

İzmir, Türkiye’nin enerji dönüşümünün öncüsü. Bugün ülkenin toplam rüzgâr kapasitesinin %20’sinden fazlası burada. Çeşme, Bergama, Aliağa ve Karaburun’daki türbinler enerji dönüşümünün sembolleri.
Güneş ve jeotermal potansiyeli de çok yüksek. Ama mesele yalnızca kaynak değil, bunları yeşil hidrojen, batarya, akıllı şebekeler ve depolama teknolojileriyle buluşturmak. Aliağa’nın ağır sanayi tecrübesi, yeşil yatırımlarla birleşirse İzmir hem geleneksel hem yeni nesil enerjiyi birlikte yönetebilen nadir merkezlerden biri olur.
Ama rüzgar türbinleri ve güneş panelleri insan yerleşim merkezlerinden uzakta olmalı, doğal dengeyi bozmamalı.
Avrupa Yeşil Mutabakatı’nı dikkate alırsak İzmir–Manisa–Denizli üçgeni, Avrupa’nın ilk “yeşil sanayi havzası” olabilir. Bu yalnızca ihracatı güvence altına almakla kalmaz, Avrupa’ya güven veren bir “yeşil partner” yaratır.

– İzmirli kimliğine hep vurgu yapıyorsunuz. Bu kimlik nasıl bir sermaye?
İzmir’in en büyük gücü bence özgün kimliğidir. Çok seslilik, özgürlükçülük, ticaret refleksi ve girişimcilik… Bunlar İzmir’in genetik kodları.
Antik Smyrna’dan Cumhuriyet’in İzmir Fuarı’na kadar hep “açık toplum” oldu. Bugün Kemeraltı’nda Osmanlı hanlarının yanında genç tasarımcıların atölyeleri var. Urla’da bağcılık şarap turizmine dönüşüyor. Karaburun’da balıkçılar artık yenilenebilir enerji projeleriyle iç içe yaşıyor.
Sezen Aksu’nun şarkılarında duyduğumuz İzmir ruhu nostalji değil, canlı bir ekonomik sermaye. TÜİK verilerine göre 2022–2023 arasında en fazla tersine göç alan şehirlerden biri İzmir. Yabancılara konut satışı %20’den fazla arttı. Yabancılar artık yalnızca yazlık almıyor; şirket kuruyor, start-up’lara yatırım yapıyor.
– İzmir’in küresel ölçekte çekim merkezi olması için neler yapılmalı?

Çok şey var yapılacak. Bunları devlet, yerel yönetim, iş dünyası ve sivil toplum biliyor, ama ben sadece üç temel unsuru tekrarlayacağım:
Yatırım dostu düzen – Hukukun üstünlüğü, şeffaflık ve öngörülebilirlik.
Kaliteli yaşam – Akıllı şehir teknolojileri, güvenli ulaşım, temiz enerji, kültür, sanat ve gastronomi.
Gençlere vizyon – Start-up ekosistemleri, küresel Ar-Ge merkezleri, üniversite–sanayi işbirlikleri.
Ben İzmir’in Singapurlu girişimcinin, Kanadalı yatırımcının, Nijeryalı akademisyenin, Alman mühendisinin, Kazak girişimcisinin de yaşamak ve üretmek isteyeceği bir şehir olmasını hayal ediyorum. Hiç zor değil bunu yapmak.

– Klasik kardeş şehir ilişkilerini yeterli görmediğinizi söylediniz. Nasıl bir stratejik eşleştirme öneriyorsunuz?
Evet, kardeş şehir artık yetmez. Pek işlemiyor da. İzmir’in Barselona ile tasarımda, Singapur ile lojistikte, Lizbon ile dijital göçebelerde, San Francisco ile start-up ekosisteminde, Dubai ile yatırım ve turizmde stratejik eşleşmeler kurması lazım.
Bu ortaklıklar sadece protokol imzası değil, gerçek işbirlikleri, ortak yatırımlar, öğrenci ve girişimci değişimleriyle hayat bulmalı.

– İzmir Enternasyonal Fuarı bir dönem Türkiye’nin dünyaya açılan kapısıydı. Sizce bugün nasıl canlandırılabilir?
İzmir Enternasyonal Fuarı, bir dönemin simgesiydi. Bugün yeniden doğmalı ama farklı bir içerikle: “İzmir Tech & Design Expo” olarak. Teknoloji, tasarım ve ticareti buluşturan küresel bir fuar İzmir’i yeniden dünya sahnesine taşır.

– Urla ve gastronomi konusundaki öneriniz dikkat çekici.
Urla, bağları ve mutfağıyla dünyaya seslenebilecek potansiyele sahip. Burada her yıl bir “Dünya Gastronomi Zirvesi” düzenlenmeli. Akdeniz diyetinden Asya mutfağına, Afrika’nın baharatlarından Latin Amerika’nın tatlarına kadar dünya gastronomisini İzmir’de buluşturacak bir platform, kenti gastronomi başkentine dönüştürür.

–Doğa ve tarih açısından İzmir’in hangi yönleri öne çıkmalı?
Karaburun’un vahşi doğası, Efes’in görkemi, Selçuk’un tarihsel mirası, Foça’nın özgün kimliği… Bunlar İzmir’in küresel marka değerini artıran hazineler. İzmir turizmde yalnızca deniz–güneş değil; doğa, tarih ve kültür kombinasyonuyla da öne çıkmalı.

– İzmir’in Ege’nin başkenti olma vizyonundan söz ettiniz.
Kesinlikle. İzmir’in rolü kendi sınırlarını aşmalı. Balıkesir’in tarımı, Afyon’un termal turizmi, Muğla’nın doğası, Manisa’nın sanayisi, Aydın’ın tarım ve jeotermali İzmir’le birleştiğinde Ege, Türkiye’nin en güçlü kalkınma motoruna dönüşür. İzmir bu bütünleşmenin lideri, Ege’nin başkenti olmalı.

– İzmir’in başarısı Türkiye’ye nasıl ilham olabilir?

Başarısı yalnızca İzmir’in değil, tüm Anadolu’nun başarısı olur. Gaziantep’in sanayisine, Konya’nın tarımına, Trabzon’un lojistiğine, Van’ın ticaretine model olabilir.
Nasıl ki 1923 İzmir İktisat Kongresi Cumhuriyet’in vizyonunu çizdiyse, bugün de İzmir’in yeşil sanayi, dijitalleşme ve kültürel ekonomiyle başarı hikâyesi tüm Türkiye’ye ilham verebilir.

– Son olarak, İzmir’i tarih ve medeniyet perspektifinden nasıl değerlendirirsiniz?

İzmir binlerce yıllık birikimin şehri. Agora kalıntıları, Efes’in görkemi, Bergama kütüphaneleri, Kemeraltı çarşısı, Levanten köşkleri, Cumhuriyet modernizmi…
Hepsi İzmir’in çok katmanlı kimliğini oluşturuyor. Barselona Gaudi’siyle, Roma antik mirasıyla nasıl marka olduysa, İzmir de kendi tarihini çağdaş vizyonla harmanlayarak dünyaya seslenebilir.
En büyük hata İzmir’in eski medeniyetlerini, mirasını bastırmaya, unutturmaya çalışmak olur. Tam tersine zenginliğini arttıracak şekilde öne çıkartmak lazım.


– O halde son sözünüzü alalım.
Mesajım basit: Türkiye’yi anlamak için yalnızca Ankara’ya bakmayın, İzmir’e de bakın. Çünkü İzmir, Türkiye’nin geleceğe açılan kapısıdır.
Ve bu yolculukta hep birlikte gururla söyleyelim: Ne mutlu ’İzmirliyim’ diyene.