Para Politikası Kurulu’nun “faiz kararı” açıklandı. Politika faizi %39,5 olarak belirlendi. Borç verme ve borçlanma faiz oranları da 100’er baz puan indirilmiş oldu. Beklentiler de 100- 150 baz puan indirim yönündeydi. PKK kararının kısa bir özeti şöyle; “Son döneme ait veriler talep koşullarının dezenflasyonist düzeyde olduğuna, ancak dezenflasyon sürecinin yavaşladığına işaret ediyor. Başta gıda olmak üzere beklentilerdeki bozulma ve fiyatlama davranışlarındaki gelişmeler dezenflasyon üzerinde belirgin risk yaratıyor. Adımların büyüklüğü veriye bağlı ve ihtiyatlı olacak. Enflasyon görünümünün ara hedeflerden belirgin bir biçimde ayrışması durumunda, para politikası duruşu sıkılaştırılacaktır.” Bu indirim kararının arkasında döviz kurunun kontrolünün sürdürülmesi gerektiği yatmaktadır.
Bizce bu metindeki tespit ve vurgulamalarla “100” baz puanlık indirim kararı çelişki yaratmaktadır. Dezenflasyon sürecindeki ivme kaybı zaten uzun süredir tartışma konusuydu. Öncelikle belirtmeliyiz ki programın başlangıcında faiz arttırma kararı önden yüklemeli olsaydı, para politikasının maliye politikasıyla desteklenmesi uyumlu olsaydı bugün hem daha düşük enflasyon oranı ile karşılaşacak hem de bu fahiş faizin çok daha önce düşürülmesiyle maliyeti daha az olacaktı. Bu noktayı iki yıl önce yazmıştık. IMF/WB toplantılarında; ekonomik aktivite ve talep koşullarını değerlendirmenin oldukça zor olduğu, manşet göstergelerin, ima ettiğinden daha zayıf bir görünüm arz ettiği belirtiliyordu. Özellikle hizmet istatistiklerini GSYH ağırlıklarıyla toplulaştırarak üretilen çıktı açığı göstergesi henüz “dezenflasyonist fazda olmadığımıza” işaret ediyor. Türkiye'nin potansiyel büyümesi tartışmalı olmakla birlikte %3.5’lere düştü. 2024'te %3.3 olan büyüme bu yıl tahminen %3,5 civarında olacak. Buna göre ekonomi neredeyse hiç soğumamış bir görüntü arz etmiş oluyor. (Çağrı Sarıkaya LinkedIn)
Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) 22 Ekim 2025 tarihli “Para Politikası Değerlendirme Notu” yayınladı. Bu nottaki tespit ve önerilere dikkat çekmekte yarar var.“Ülkemiz yıllık tüketici enflasyonunda (Eylül) ayı itibariyle G-20 ülkelerinde%33.3 oranıyla Arjantin'i de geçerek en yüksek orana sahiptir. CDS risk priminde ise 266 baz puanla Arjantin'den sonra en yüksek ikinci ülke durumundadır. Temmuz ayından itibaren mevsimsellikten arındırılmış aylık enflasyon oranları ortalama %2.6 ile çok yüksek düzeydedir. Öncü göstergeler Ekim ayının da yüksek geleceğine işaret ediyor. Harcama grupları içinde gıda, eğitim, kira ve ulaşım harcama ortalaması çok yüksek. Buradaki yapısal problemleri sadece Merkez Bankasına bırakarak faiz aracıyla çözemeyiz. Enflasyon bekleyişleri de Ekim ayında bozulmuştur. 2026 yıl sonu enflasyon hedefi %16 iken piyasa bekleyişi %22.1 düzeyine çıkmıştır. Reel sektör ve hane halkı bekleyişleri daha da yüksek seyrediyor. Enflasyonla mücadelenin sürdürülebilirliği ve kalıcı olarak düşük bir enflasyon düzeyine ulaşılması giderek zorlaşmaktadır. Ekonomi programının önemli eksiklikler içermesi, son dönemde yaşanan siyasi gelişmelerin artırdığı belirsizlik ve riskler mevcut dezenflasyon programının uygulanabilirliğine dair şüpheleri arttırmıştır.” PPK metninde maliye politikası eşgüdümünün olmaması da bizce önemli. Enflasyonla mücadelenin kaybedileceği izlenimini doğurmamak gerekiyor. Maliye politikası desteği başından itibaren yetersizdi. Bu destekten sadece vergi artışları ve zamları anlamak ta bir başka yanlış varsayım. Moody’s de son değerlendirmesinde “dezenflasyon sürecinin yavaşladığını, iç talebin hala güçlü olduğunu, siyasi gelişmelerin süreci olumsuz etkilediğini, kurum ve kuruluşların bağımsızlık ve şeffaflık konusunda güven erozyonuna uğradığına” vurgu yapılıyor.
5.5 milyonluk kamu çalışanı, 130.000 civarındaki kamu taşıtı, 1.200 kiralık kamu binası ve fahiş faiz ödemelerinin yarattığı yüksek bütçe açığı ve hiçbir ciddi tasarrufu olmayan bütçesi ile fiyat istikrarı sağlamanın hayal olduğunu söylemek mümkün. Tahvil faizlerinin oranları da bize enflasyonun yakın zamanda düşürüleceği izlenimini vermiyor. 2 yıllık tahvil faizimiz %45, 5 yıllık %37, 10 yıllık da %31'lerde. Piyasalar enflasyonun örneğin 2026'da %16 hedefine yakınsayacağına inanmıyor. Hazine’miz de aynı şekilde düşünüyor ki bu oranlarla borçlanmaya devam ediyor. Korkarız bu süreçle 2026 yılını da kaybedeceğiz. Hedef %16, şu anki %33'lü enflasyonumuz bunun iki katından daha yüksek. Tüketici güven endeksi marttaki seviyesine bir türlü gelmiyor. 83.6. En son Temmuz-Eylül arasında aylık enflasyonlar %2.5-2.7 civarında. Bu eğilimle %16'ya varmak zor. Üstelik iç siyasi şoklar, küresel ticaretteki korumacılık önlemleri, jeopolitik ve ekonomik belirsizlikler de devam ediyor. Yeni vergiler ihdas ediyoruz. Kamu zamları devam ediyor. Ne yapılmalı sorusuna vereceğim kısa yanıt ise şöyle; öncelikle evrensel standartlarda hukuk, demokrasi ve yargı ortamı yaratılmalı. Olabildiğince belirsizlikler azaltılmalı. Maliye politikası eşgüdümü şart. TCMB, TÜİK, SPK ve BDDK fonksiyonel bağımsızlıklarına kavuşturularak şeffaflık, liyakat ve ehliyet ilkelerine göre yönetilmeli. Son beş yıldır mevcut politikalarla yapılan servet transferini dikkate alarak varlıksız kesimlerin gelir adaletsizliği azaltılmalı, bütün bunların gerçekleşebilmesi için vatandaşlara “GÜVEN” sağlayacak bir “Kalkınma Stratejisi” ile inovasyon ve yeni teknoloji yaratabilir, eğitim kapasitesine yatırımı öngören tam teşekküllü bir “İstikrar ve Kalkınma Programı” oluşturması gerekiyor. Aksi halde faiz-döviz kuru-enflasyon sarmalından kurtulmamız mümkün olmadığı gibi fiyat istikrarı hedefine de ulaşmak zor görünüyor.
Enflasyonla mücadele kaybediliyor mu?
Enflasyonla mücadele kaybediliyor mu?
Paylaş: