Ekolojik kalkınma ve sürdürülebilir yatırımlar konusunda duayen bir isim olan, aynı zamanda eski bir parlamenter, devlet planlamacısı ve iş insanı Dr. Cemil Çakmaklı ile bu zihinsel dönüşüm ihtiyacını, Türk düşüncesinin bu süreçte oynayabileceği rolü ve geleceğe dair izlenebilecek yolları konuştuk.
Türkiye’de uzun süredir yakından takip ettiğim ve düşünce dünyasına büyük katkılar sunduğuna inandığım isimlerden biridir Çakmaklı. Onun ekolojik yaşam anlayışı, çözüm odaklı yaklaşımı ve derinlikli analizleri her zaman bana ilham veriyor. Bu söyleşide ortaya koyduğu çarpıcı görüşleri sizlerle de paylaşmak istedim.
İnsanlık, karşıtlık ve rekabet üzerine kurulu bir zihniyetle bu yüzyılı taşıyamaz. Yeni bir akıl doğmak zorunda. Ne dersiniz?
Bugün dünyada derin bir kırılma yaşanıyor. Savaşlar, iklim felaketleri, göç dalgaları, ekonomik çalkantılar ve teknolojik devrimler… Hepsi aynı anda, insanlığın mevcut düşünme biçimini sorgulamasına neden oluyor. “Yeni akıl” kavramı da işte tam bu sorgulamanın merkezinde yükseliyor.
Sık sık “yeni bir akla ihtiyaç var” diyorsunuz. Mevcut akıl neden artık yetmiyor?
Çünkü mevcut akıl, sanayi devriminden bu yana kurduğumuz tüm kurumların ve kavramların temelinde yatıyor ama bugünün dünyasına cevap veremiyor. Bu akıl karşıtlık üzerine kurulu. Her şey zıtlıklar üzerinden tanımlanıyor: doğu-batı, sağ-sol, kuzey-güney, biz-onlar, kazanan-kaybeden… Bu ikilik, 18. ve 19. yüzyılın ulus devletlerini, kapitalist ekonomilerini ve sanayi toplumlarını bugüne taşıdı. Ama 21. yüzyılın karmaşık, çok merkezli, ağ toplumunda artık yük oluyor.
Bugün küresel ölçekte karşı karşıya olduğumuz sorunların hiçbiri — iklim krizi, enerji geçişi, yapay zekânın ahlaki sınırları, göç yönetimi, yoksulluk, güvenlik — bu eski zihniyetle çözülemez. Çünkü o zihin hep bir tarafı “öteki” olarak kodlayarak çözümler üretir. Oysa artık bütün insanlık aynı gemide.
Bu “karşıtlık aklı” dediğiniz şey nasıl ortaya çıktı? Sadece Batı’ya özgü bir zihniyet mi?
Kökleri çok derinde. Antik Yunan’dan beri Batı düşüncesi “tez–antitez” diyalektiğiyle çalışır. Her şey bir karşıtla tanımlanır. İyi, kötüsüz; varlık, yokluksuz anlam bulamaz. Modern Avrupa düşüncesi de bu karşıtlık üzerine inşa edildi. Kapitalizm–sosyalizm, faşizm–liberalizm, Doğu–Batı çatışması hep aynı şemanın ürünüdür.
Bu zihin dünyası sadece fikirlerde kalmadı; ekonomiye, siyasete ve hatta savaşlara da damgasını vurdu. Savaşlar bile bu mekanizmanın parçası hâline geldi. 1. ve 2. Dünya Savaşları’nda sermaye her iki tarafı da finanse etti. Fransız Devrimi, Bolşevik İhtilali gibi dönüm noktalarında bile arka planda finans akışlarını, çıkar gruplarını görürsünüz. Karşıtlık çatışmayı, çatışma büyümeyi, büyüme yeni bir düzeni doğurdu. Sistem hep böyle işledi.
Peki ya bugün? Bu sistem artık işlemiyor mu?
Artık değil. Çünkü küreselleşme, dijitalleşme ve teknolojik devrimler karşıtlık aklını anlamsızlaştırdı. Eskiden ulus devletler arasında yürüyen güç mücadeleleri şimdi şirketler, algoritmalar ve veri merkezleri arasında yaşanıyor. Eskiden iki kutuplu dünya vardı; şimdi çok merkezli, akışkan bir düzen var.
Artık dost ile rakip aynı masada oturabiliyor. ABD Çin’i stratejik rakip olarak tanımlarken şirketleri Çin pazarında milyarlarca dolar yatırım yapıyor. Avrupa, Rusya’ya yaptırım uygularken hâlâ onun gazını almak zorunda kalıyor. Körfez ülkeleri birbirleriyle rekabet ederken aynı zamanda ortak altyapı projelerine imza atıyor.
Eski zihniyet bu gri alanları yönetemiyor. Her şeyi siyah ve beyaza indirgediği için karmaşıklık karşısında çaresiz kalıyor.
Siz sık sık “döngüsel düşünce”den de söz ediyorsunuz. Bu ne demek?
Döngüsel düşünce, Türk ve doğu medeniyetlerinin tarihsel olarak geliştirdiği bir kavrayış biçimidir. Doğrusal değil, daireseldir. Çatışmayı değil, tamamlayıcılığı esas alır.
Mevlana’nın semasında, Alevi cemlerinde, Orta Asya’daki şaman danslarında hep bu döngüyü görürsünüz. Hiçbiri düz bir çizgi üzerinde ilerlemez; sürekli bir dönüş, devinim ve bütünleşme vardır.
Doğada da böyledir: gece gündüzü doğurur, ölüm yaşamı, kriz fırsatı. Döngüsel akıl, karşıtlıkları birbirinin parçası olarak görür. Bu yüzden rekabetin karşıtı savaş değil iş birliğidir; düşmanlığın karşıtı teslimiyet değil ortak üretimdir.
Bu “döngüsel akıl” modern dünyada işe yarar mı sizce?
Hatta en çok şimdi işe yarar. Çünkü bugün insanlığın karşı karşıya olduğu meseleler — iklim değişikliği, göç, enerji geçişi, yapay zekâ — tek bir ülkenin ya da bloğun çözebileceği sorunlar değil. İş birliği olmadan çözüm üretmek imkânsız.
Ama iş birliği dediğimiz şey, sadece protokol imzalamak değil. Bu, zihniyet meselesidir. Karşıtlık aklının yerine döngüsel aklı koymadıkça ne iklim hedeflerine ulaşabiliriz ne de savaşları durdurabiliriz. Biri kazanırken diğeri kaybetmek zorunda değildir. Herkesin kazandığı çözümler mümkündür.
Bu yeni aklın inşasında Türkiye’nin rolü ne olabilir?
Çok kritik bir rolü olabilir. Çünkü Türkiye sadece coğrafi olarak değil, zihinsel olarak da bir köprü konumundadır. Batı’nın doğrusal ve rekabetçi aklı ile Doğu’nun döngüsel ve bütünleştirici aklı arasında geçiş köprüsü kurabilecek nadir ülkelerdendir.
Biz töreyle şeriatın, gelenekle modernitenin, doğu ile batının buluştuğu bir medeniyetiz. Fakat bu potansiyelimizi yeterince değerlendiremiyoruz. Uzun süredir başkalarının ürettiği aklı ithal ederek yaşıyoruz. Stratejilerimizi Washington, Brüksel ya da Pekin’in merceğinden şekillendiriyoruz. Bu bizi bağımlı kılıyor.
Gerçek bağımsızlık, sadece enerji ya da savunmada değil, düşüncede bağımsızlık kazandığımızda gelir. Türkiye bunu yapabilir çünkü genlerinde sentez üretme becerisi var.
Sizce Türkiye bugün neden bu kadar aşırı bağımlı?
Evet, hem de sandığımızdan çok daha fazla. Enerjide %70’ten fazla dışa bağımlıyız. Savunma sanayii millileşse de kritik parçalarda dışarıya muhtacız. Dijital altyapı, ilaç, tarım girdileri büyük ölçüde dışa bağlı.
Ama en tehlikeli bağımlılık zihinsel olandır. İnsanlar sadece bildiklerini onaylayan seslere kulak veriyor. Farklı düşünenler çoğu zaman yalnızlaşıyor. “Bizim gibi düşünen adam”ı alkışlıyoruz ama ezber bozanlara mesafe koyuyoruz.
İşte bu zihinsel bağımlılığı kırmadan ne ekonomik ne siyasi ne de teknolojik bağımsızlık tam anlamıyla mümkün olur.
Peki yeni aklın inşası için ne yapılmalı?
Bir kere cesur olmalıyız. Yeni fikirler başlangıçta anlaşılmayabilir, yalnız bırakılabilir. Ama uzun vadede toplumları dönüştüren hep bu fikirlerdir.
İkincisi, eğitim sistemimizi kökten değiştirmeliyiz. Sorgulamayı, sentez üretmeyi, ezber bozmayı teşvik eden bir model kurmalıyız.
Üçüncüsü, devlet aklı kısa vadeli çıkarlarla değil, uzun vadeli vizyonla hareket etmeli. Türkiye’nin jeopolitik konumunu bir pazarlık unsuru olarak değil, küresel barış ve iş birliğinin merkezi olarak konumlandırmalıyız.
Ve son olarak: geçmişe saplanmadan, geleceği taklit etmeden kendi yolumuzu çizecek entelektüel cesareti göstermeliyiz. Bu cesaret bir kez ortaya çıktığında, Türkiye yalnız kendisini değil önce çevresindeki coğrafyayı, sonra zamanla dünyayı da dönüştürebilir.
Son olarak, “yeni akıl” sizce nasıl bir dünya kurmaya katkı sağlayacak?
Yeni akıl, karşıtlık yerine tamamlayıcılığı; rekabet yerine iş birliğini; doğrusal büyüme yerine döngüsel gelişmeyi esas alan bir dünya kurar.
Bu dünyada güç, diğerlerini bastırarak değil, onları dönüştürerek inşa edilir. Ekonomi sadece kâr için değil, sürdürülebilir refah için çalışır. Teknoloji insanı ikame etmez, insanı güçlendirir. Devletler savaşarak değil, ortak hedefler için yarışarak var olur.
Bu bir ütopya değil. Tarihin bazı dönemlerinde buna yaklaşan medeniyetler oldu. Şimdi insanlık yeniden o eşiğe geldi. Ve bu kez ya eski aklın enkazı altında kalacağız ya da yeni bir akılla ayağa kalkacağız. Ben ikincisine inanıyorum.
Son söz:Yeni akıl bir lüks değil, bir zorunluluk. Karşıtlık ve rekabet üzerine kurulu eski dünya artık tükeniyor. Eğer insanlık, özellikle de Türkiye, bu yüzyılı onurlu ve güçlü bir şekilde yürümek istiyorsa zihinsel zincirlerini kırmalı ve kendi özgün aklını inşa etmelidir.
“Dünyada derin kırılma yaşanıyor, seyirci kalamayız”
Gözlem Yazarları Mehmet Öğütçü ve Cemil Çakmaklı gündemi konuştu
Paylaş: