11 Temmuz’da sahneye konulan silah bırakma gösterisinin ardından; sürecin nasıl geliştiği, kimin ne istediği, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Ulusu ile ilgili planların neler olduğu, bölücü terör örgütüne hangi görevlerin verildiği ortaya çıkmaya başladı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan; 12 Temmuz’da, partisinin Kızılcahamam kampında yaptığı konuşmada; “Sürecin AKP, MHP ve DEM’in müşterek çalışmalarıyla geliştirildiğini, Türkiye topraklarında Türk-Kürt-Arap beraberliği tesis edilmesi gerektiğini, bu meselenin Irak ve Suriye’deki Kürtleri de kapsadığını, TBMM’de komisyon kurularak yasal düzenlemelerin konuşulacağını, sürecin uluslararası ortaklarla birlikte yürütüldüğünü” ifade etti.
40 yıllık PKK terörü sorununun sorumluluğunu geçmiş iktidarlara yükledi, kendileri ile aynı fikirde olmayanları, sorgulayanları ve eleştirenleri terör ortamından çıkar sağlamakla suçladı. Geçmişte PKK ve ortakları tarafından devletimiz aleyhine propaganda malzemesi olarak kullanılan “beyaz Torosları ve faili meçhul olayları” gündeme getirdi. Bu iddialar üzerine, 23 yıllık iktidarın bunca zamandır beyaz Torosları ve faili meçhul olayları neden aydınlatamadığı ve neden bu süreçte tekrar gündeme getirdiği sorgulandı.
Süreci destekleyenlerden bazıları; “ülkemizdeki üniter, ulus devlet yapısının sorun yarattığını, İslam üst kimliği altında tesis edilecek Türk-Kürt-Arap birlikteliğinin sorunları çözeceğini” iddia ettiler,“Anadolu'ya sıkışmış, tıkılmış, hapsedilmiş Türkiye konusunda neden ısrar edildiğini” sordular, “Erdoğan’ın konuşmasının manifesto niteliğinde olduğunu” ifade ettiler,“Türk yerine Türkiye Milleti” ve “Türkiye İmparatorluğu” kavramlarını dillendirdiler.
Buna karşı çıkanlar ise “Yeni Osmanlıcılık fikrinin ülkemize zarar vereceğini, devletimizi yeni çatışmaların içine sokacağını, birlik-beraberliğimizi bozacağını, toprak bütünlüğümüzü tehdit edeceğini” dile getirdiler.
Tartışmalar devam ederken PKK’nın sözcülüğünü yapan teröristler; “11 Temmuz’da kendilerinin bir adım attıklarını, şimdi devletin de bir adım atmasını beklediklerini, devletin adım atmaması halinde sürecin devamının olmayacağını” ifade ettiler. “Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğü sağlanmaz, demokratik siyasetin önü açılmaz, cezaevlerindeki politik tutsaklar özgür bırakılmazsa silah bir araç olarak güncelliğini korur ve tekrar devreye girer” diyerek devletimizi tehdit ettiler.
Süreci yönetenler PKK’nın bu tehditlerini duymazdan geldiler. Süreci komisyona havale edeceklerini, demokratikleşme için ciddi adımlar atacaklarını, PKK’nın ülkemizin meşru siyasi alanına dahil edilmesinin gerekli olduğunu, mahkumiyeti devam eden teröristlerle ilgili adımlar atılabileceğini ifade ettiler. Hatta Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in;“Askerlik çağına gelen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı örgüt üyeleri herhangi bir eyleme katılmamışsa, askerlik görevini yapmamışsa askere alınır” dediği basına yansıdı.
PKK’nın silah bırakma gösterisinden iki hafta kadar önce ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrackda Osmanlı İmparatorluğunun millet sistemi ile ilgili övgü içeren fikrini beyan etmişti. PKK terörü sorununun ümmet üst kimliği ve Türk-Kürt-Arap birlikteliğiyle çözüleceğini savunanların Barrack’ın bu tezini destekleyici söylemlerde bulundukları dikkat çekti.
Süreci yönetenlerin umut dolu algı çabalarına rağmen süreçle ilgili gelişmelere bakıldığında; aynı partiye mensup, aynı siyasi ideolojiyi savunanlar arasında bile derin fikir ayrılıkları olduğu görülmektedir. Süreci destekleyenlerin; tarikat ve cemaat yapılanmasının etkisindeki siyasal İslamcı, Atatürkçü düşünce karşıtı kesimle ülkemizi İsrail ve ortaklarının amacına hizmet edecek şekilde bölmeye çalışanlar oldukları dikkat çekmektedir. Bu koşullarda; demokratik ortamın, huzur ve güvenliğin, barış ve kardeşliğin tesis edilmesi mümkün değildir.
Öyle görünüyor ki süreç; bölgemizi ve ülkemizi kendi çıkarlarına göre şekillendirmeye çalışan iç ve dış yıkıcı ve bölücü odakların planladığı yönde gelişmektedir. Bunların amacı; rejimimizi değiştirmek, milletimizi bölmek, devletimizi dönüştürmek, topraklarımızı parçalayarak Büyük Kürdistan hayalini gerçekleştirmektir.
Bence; “Ümmet üst kimliği”, “Türkiye İmparatorluğu” gibi yaklaşımlarla birlik ve beraberliğimizin, toprak bütünlüğümüzün korunması mümkün değildir. Irak ve Suriye’deki Kürtlerle birlik ve beraberlik tesis edilmesi de hayalden öte bir şey değildir. Ülkemizin de içinde bulunduğu coğrafyada birlik-beraberliğin, barış ve huzurun sağlanmasında yüzyıllardır bu yaklaşımların hiçbir katkısı olmamış, aksine ayrılıkları ve düşmanlıkları körüklediğine tanık olunmuştur. Peygamberimizin ümmeti; birbirini kabul etmeyen, birbirine düşman mezheplere bölünmüştür. Mezhepler arasındaki çatışmalar günümüzde bile devam etmektedir. Aynı mezhebi benimseyen tarikatlar birbirine karşıdır. Aynı tarikatın müritleri tarikat başının ölümünden sonra çıkar kavgaları ile bölünüp parçalanmaktadır. Böyle bir ortamda PKK ve daha başka çıkar odakları; binlerce yıldır bir arada yaşayan halkımızın arasına yıkıcı ve bölücü propagandalarla nifak sokarak çıkar sağlamaya çalışmaktadırlar. Ümmetçi yaklaşımların ülkemizde ve bölgemizde yeni çatışmalar yaratması, bölge ülkelerini birbirine düşürmesi kaçınılmazdır. Bu durumda yapılması gereken yeni üst kimlik arayışları ile yeni siyasi yapılanmalar tesis etmek değil mevcut ulusal kimliğimizi ve üniter yapımızı muhafaza ve müdafaa etmek olmalıdır. Bunun için de Atatürk’ü tanımak ve anlamak gerekli ve yeterlidir.
Ulusal kimliğimizi ve üniter yapımızı korumalıyız
Ulusal kimliğimizi ve üniter yapımızı korumalıyız
Paylaş: