Plastik, hayatımızın vazgeçilmez bir parçası; ancak atık plastiğin oluşturduğu kirlilik, dünyamızın ve geleceğimizin en büyük tehditlerinden biri. Ürettiğimiz tüm atıkların doğru yönetiminin güç ve maliyetli olduğunu biliyoruz. Kendi atıklarımızı henüz sağlıklı biçimde yönetemezken, Avrupa ülkelerinin hiçbir şekilde değerlendirilemeyecek nitelikteki çöplerini ülkemize gönderdiğine dair haberler hepimizi endişelendirdi. Geri dönüşüm hammaddesi adı altında gelen bu atıkların bir kısmının kaçak döküldüğü ya da tesis yangınlarıyla ortadan kaldırılmaya çalışıldığına dair haberleri okuduk. Eğer tablo gerçekten buysa, bu durum sosyal, çevresel ve sağlık açısından ülkemiz için kabul edilemez bir felaket anlamına gelir. Ama asıl soru şu: Avrupa’dan gelen gerçekten çöp müydü, yoksa geri dönüştürülmek üzere getirilen hammadde mi?
Döngüsel ekonomi: Yeni üretim anlayışı
İklim değişikliğini azaltmak için doğal kaynaklar yerine geri dönüştürülmüş malzemelerin kullanılması artık temel bir gereklilik. Ekonominin doğrusal yapısı olan “al–kullan–at” modeli yerine, “al–kullan–geri dönüştür” anlayışına dayalı döngüsel ekonomi geleceğin üretim biçimi olarak öne çıkıyor. Bu nedenle imalatta geri dönüştürülmüş malzemelerin kullanımı hem çevresel hem de ekonomik açıdan büyük önem taşıyor. Bir ürünün karbon ayak izi hesaplanırken ne kadar az doğal kaynak kullanıldığı, pazarda ciddi bir rekabet avantajı yaratıyor. Dolayısıyla geri dönüşüm sektörü, sanayinin önemli bir hammadde tedarikçisi haline geldi. Uzun yıllar boyunca bu rolü dünyada Çin üstlenmişti. Ancak Çin, 2018’de aldığı kararla, kendi iç kaynaklarını değerlendirmek amacıyla yurtdışından atık kabulünü aşamalı olarak durdurdu. Çin’in atık ithalatını kısıtlamasının ardından küresel atık ticareti yeniden şekillendi. Malezya’dan Tayland’a, Hindistan’dan Vietnam’a kadar birçok Asya ülkesi yeni adresler haline gelirken; Türkiye, artan geri dönüşüm kapasitesi ve sanayi talebiyle bu dönüşümde adını giderek daha fazla duyurmaya başladı. Ancak ülkemizde geri dönüşüm alanında tecrübesiz girişimcilerin de sektöre girmesiyle, gelen atıkların bir kısmı doğru yönetilemedi ve çevresel sorunlar ortaya çıktı.
Türkiye ve Basel Sözleşmesi
Oysa Türkiye, atıkların sınır ötesi taşınımını ve bertarafını kontrol altına almak amacıyla hazırlanan Basel Sözleşmesi’ne 1994’ten beri taraf. Bu sözleşme gereği, yalnızca geri dönüştürülebilir, ön işlemden geçmiş ve tehlikesiz atıklar ülkeye kabul edilebiliyor.
Türk mevzuatı da bu çerçevede şekillendirildi; sektörün ihtiyacına yanıt verecek ama çevresel riskleri önleyecek bir sistem oluşturmak için düzenlemeler sürekli güncellendi. Son yıllarda izin ve denetim süreçlerinin sıkılaştırılmasıyla uygunsuzluk oranları belirgin biçimde azaldı.
Bugün atık ithalatı, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile Ticaret Bakanlığı koordinasyonunda yürütülen izin sistemiyle kontrol ediliyor.
Atık ithalatına yalnızca geri kazanım amacıyla işlenecek türler için izin veriliyor. Bu kapsamda ithalat, hurda metal, kâğıt ve belirli sınıflandırılmış plastik türleriyle (PET ve PE) sınırlı. Karışık veya geri dönüştürülemez nitelikteki plastiklerin ülkeye girişine ise kesinlikle izin verilmiyor.
İthalat yapacak tesislerin lisanslı olması, yalnızca kendi tesisinde işlemek üzere ithalat yapması ve getirdiği atık miktarının kapasitesinin %50’sini geçmemesi zorunluluğu bulunuyor.
Tüm süreç, bir elektronik izleme sistemi üzerinden takip ediliyor.
Bakanlık ve gümrük idareleri belge kontrolü ve numune analizleriyle denetim yapıyor; uygunsuzluk tespit edilirse ithalat yasağı, lisans iptali veya idari yaptırım uygulanıyor.
Ancak özellikle belirtmek gerekir ki, tonlarca atığın gümrüklerde yalnızca örnekleme yöntemiyle inceleniyor olması, kontrol sisteminin teknolojik olarak güçlendirilmesi gereğini açıkça ortaya koyuyor.
Geri dönüşüm sanayimizin gerçek gücü
Türkiye geri dönüşüm sanayisi açısından bölgesinde güçlü bir ülke. En büyük ithal atık kalemimiz; Hurda metal. Demir–çelik sektörü için stratejik önemdeki bu hammadde, yılda 20 milyon tonun üzerinde ithalat hacmine sahip ve Türkiye’yi dünyanın en büyük hurda metal ithalatçısı konumuna getirmiş durumda. Plastik atık geri dönüşüm kapasitemiz yılda 1,3–1,5 milyon ton civarında. Bunun %65’i yerli, %35’i ithal atıklardan sağlanmakta. PAGEV, TÜDAM ve Çevre Bakanlığı verilerine göre Türkiye, Avrupa’da Almanya’dan sonra ikinci en büyük plastik geri dönüşüm kapasitesine sahip. Kağıt ve karton üretiminde de benzer bir tablo var. Yıllık üretim kapasitemiz yaklaşık 8 milyon ton, bu üretim çok büyük oranda geri dönüştürülmüş atık kağıttan elde ediliyor. Türkiye, Avrupa’nın 6. büyük kağıt üreticisi, geri dönüşüm oranında ise ilk beş ülke arasında. Ancak bu kapasiteyi koruyabilmek için her yıl yaklaşık 1,5 milyon ton atık kağıt ithal edilmekte.
Neden atık ithal ediyoruz?
Sorunun yanıtı aslında basit: Ülkemizde kentsel atıkların kaynağında ayrıştırma oranı sadece %15 civarında. Yani sanayimizin geri dönüştürmek üzere yeterli yerli kaynağa ulaşması mümkün olmuyor. Bu eksiklik, ithalat ihtiyacını doğuruyor. “Türkiye’ye gönderilen çöpler” haberlerinin Avrupa basınında da yer alması kamuoyunda haklı kaygı uluşturuyor.
Ancak sektör temsilcileri, bu söylemlerin bir kısmını, Türkiye’nin Avrupa’nın büyüyen geri dönüşüm pazarındaki payını engellemeye yönelik bir yaklaşım olarak değerlendiriyor.
Avrupa ile karşılaştırma
Almanya, %68’lik geri dönüşüm oranıyla Avrupa lideri konumunda. Sektörün ekonomik büyüklüğü 70 milyar avro, istihdamı 280 bin kişi civarında (kyn.UBA, Statista).
İngiltere’de 2.000 tesis ile 40 milyar sterlin (kyn.ONS), İtalya’da 4.800 tesis ile 30 milyar avro (kyn.ISPRA, Eurostat, CONAI) büyüklüğünde bir ekonomi söz konusu. Türkiye’de ise yaklaşık 2.200 tesis ile 10 milyar avroluk (TÜİK, TÜDAM, ÇŞİB) bir ekonomik hacim ve 100 bin kişilik istihdam bulunmakta. İngiltere, Almanya, İtalya ve İrlanda da plastik atık ithal ediyor; ancak bu ülkelerde ithalat miktarları ihracatın çok altında.
AB Atık Sevkiyatı Tüzüğü: Yeni bir dönem
2024’te Avrupa Birliği, üçüncü ülkelere yapılan atık ihracatına sınırlama getiren “Atık Sevkiyatı Tüzüğü”nü yayımladı. Bu düzenlemeyle, OECD ülkelerine ihraç edilen atıkların çevreye uygun biçimde işlendiğinin kanıtlanması ve ithalatçı ülkenin atık toplama kapasitesine zarar vermemesi şart koşuldu. Kasım 2026’da plastik atık, Mayıs 2027’de ise diğer atık türlerinin ihracatına ilişkin hükümler yürürlüğe girecek. Bu gelişme, Türkiye’deki geri dönüşüm tesislerinin işleyişinde de yeni bir dönemin başlangıcı olacak.
Çözüm kendi atığımızda
Asıl olan, atığın üretildiği yerde yönetilmesidir. Atık ithalatını önlemenin tek yolu, kendi atığımızı kaynağında doğru şekilde ayrıştırmak ve değerlendirmektir. Türkiye, atıklarını sağlıklı ve yaygın biçimde ayrı toplayabilirse, plastik ve kâğıt için ithalat ihtiyacı büyük ölçüde ortadan kalkar. Ancak bu, yalnızca teknik değil; lojistik, kültürel ve ekonomik bir dönüşüm gerektirir.
Sıfır Atık uygulamalarının ve depozito iade sisteminin hedeflendiği biçimde yaygınlaştırılması, evsel atık toplama süreçlerinde dijital izleme ve kontrol mekanizmalarından yararlanılması ve kaynağında ayrı toplama uygulamalarının desteklenmesi ülkemizin döngüsel ekonomi hedeflerine ulaşmasında güçlü adım olacaktır.
Ve son olarak soralım; Bir gün her evden tertemiz ayrıştırılmış atıklar çıktığında, temiz bir geleceğin kapısı da aralanmış olmaz mı?
Ülkemiz, Avrupa’nın çöplüğü mü gerçekten?
Ülkemiz, Avrupa’nın çöplüğü mü gerçekten?
Paylaş: