Toplumsal yaşlanma
Toplumsal yaşlanma
Paylaş:
Kişisel yaşlanma, bugün tıp biliminin en karmaşık sorunlarından biri. Geriatri, gerontoloji, anti-aging gibi uzmanlık alanları; insan bedenini, zihnini ve ömrünü nasıl uzatabileceğini araştırıyor. Yaşlılık, yalnızca bireysel bir durum değil artık; bilimsel, ekonomik ve kültürel bir vakaya dönüşmüş durumda.
Ancak insanlığın karşı karşıya olduğu daha büyük, daha derin ve daha sessiz bir kriz var: Toplumsal yaşlanma.
Kurumlarıyla, düşünce sistemleriyle, ekonomik yapılarıyla ve zihinsel refleksleriyle yaşlanan bir dünyada yaşıyoruz artık. Bireyler yaşlandıkça olgunlaşır ama toplumlar yaşlandıkça reflekslerini kaybeder, değişimi reddeder ve yeniyi dışlamaya başlar. İşte insanlığın bugünkü çıkmazı tam da buradadır: Nüfusu yaşlanan bir gezegenin, aynı zamanda zihinsel olarak da yorgun, umutsuz ve gelecek üretemez hâle gelmesidir. Gelin bu konuyu birkaç başlıkla ele alalım:
1.Yaşlanan Uygarlık
Bugün dünya;
• Yaşlı ama evrimini tamamlayamamış bir uygarlığın içinde debeleniyor.
• İnanç sistemleri çağın sorularına cevap veremiyor,
• Ekonomik modeller –kapitalist ya da sosyalist– insanı değil, sermayeyi büyütmeye ve eşitsizliği çoğaltmaya odaklanmış durumda,
• Siyaset, gençliğini ve çoğulculuğunu kaybetmiş, demokrasiden otokrasiye yönelmiş halde,
• Bilim ise her geçen gün daha fazla tekniğe, ama daha az anlam üretmeye doğru sürükleniyor.
Zamanın ruhu yorgun. İnsanlığın kolektif hayal gücü yaşlanmış durumda. İleriye değil, geriye bakan bir zihin hâkim. Bugün dünya, yaşlı bir zihinle yönetilen dijital bir çağın pençesinde.
Ve işin en çarpıcı yanı şu:
• Teknoloji gelişiyor ama toplum geriliyor.
• Veri artıyor ama bilgelik azalıyor.
• Hız artıyor ama yön kayboluyor.
Bu çelişki, yaşlanan bir zihnin hızlanan bir çağla baş edemeyişinin krizidir.
Bu anlamını bulamadan yaşlanan bir uygarlık görüntüsüdür.
2. Toplumsal yaşlanmanın krizi
Dünya nüfusu hızla yaşlanıyor. Japonya, İtalya, Almanya gibi ülkelerde yaşlı nüfus toplamın üçte birine yaklaşmış durumda. Türkiye de bu sürece hızla dahil oluyor. TÜİK verilerine göre 65 yaş üstü nüfus oranı %10’u aşmış durumda ve 2040'ta %20'yi geçeceği öngörülüyor.
Ancak mesele sadece istatistik değil.
Toplumsal yaşlanma, aynı zamanda şunları da beraberinde getiriyor:
• Ekonomik yük: Üreten genç nüfus azalırken, tüketen yaşlı nüfus artıyor.
• Kültürel kapanma: Yaşlı toplumlar risk almıyor, yeniliği dışlıyor ve statükoya sığınıyor.
• Siyasi sıkışma: Karar alma mekanizmaları daha yaşlı ve daha temkinli bir zümrenin eline geçtikçe genç kuşaklar sistem dışına itiliyor.
Bugün gençler sadece işsiz değil, aynı zamanda umutsuz.
Yaşamın dilinden, yönünden, hızından ve gelecekten kopmuş durumdalar.
Bir yanda geleceğe tutunamayan yaşlılar; diğer yanda geçmişle ve gerçekle bağ kuramayan gençler…
Bütün bunlar; toplumun yaşlılık krizinin en dramatik göstergeleridir.
3. Yeni umut: Bilge toplum
Yaşlanma, daima çöküş demek değildir.
Yaşlanma, eğer bilgiyle, döngüyle ve enerjitik gerçek arayışıyla birleşirse bir bilgelik hâline dönüşebilir.
Bu yüzden, toplumların araması gereken şey;“gençleşme” değil, “bilgeleşme” olmalıdır.
Moda fikirler, geçici akımlar, teknolojiye tapınma yerine; anlam, derinlik ve yön arayışı toplumu yeniden gençleştirebilir.
Zira insan sadece doğumla genç, yaşla yaşlı değildir.
Düşünmeyi bırakmamak, olaylara bütüncül bakmak, sorun çözücü olmak, hedefli olmak, yeniliğe açıklık, değişimi okuma becerisi; gençliğin gerçek kaynağıdır.
Bilge toplum:
• Yaşlısıyla tecrübeyi,
• Genciyle yarını,
• Bilimiyle gerçeği,
• Kültürüyle anlamı buluşturan toplumdur.
Ve bu toplum, ne kronolojik ne istatistiksel yaşla tanımlanabilir.
Bilge toplum; tüm fertleriyle bir zihin ve ruh yüksekliği halidir.
4.Türkiye’de bireysel ve toplumsal yaşlanma
Türkiye, artık “genç nüfuslu ülke” tanımının dışına çıkmak üzere. TÜİK verilerine göre, 2024 itibariyle 65 yaş üstü nüfus 9,1 milyona ulaştı. Toplam nüfusun %10,6’sını oluşturuyor.
Yani her on kişiden biri artık yaşlı. Bu oran 2030’da %13,5’e, 2040’ta %17,9’a, 2060’ta ise %27’ye çıkacak.
Nüfus yapısı hızla yaşlanıyor. Peki ya zihinsel yapı?
Türk toplumu; sadece demografik olarak değil, kültürel olarak da yaşlanıyor.
Bugün Türkiye’de genç nüfus işsizlik, eğitimsizlik ve yönsüzlükle kıvranırken; yaşlı nüfus yalnızlık, bakım sorunu ve teknolojiyle bağ kuramamak gibi sorunlarla baş başa.65 yaş üstü bireylerin %51’i fiziksel aktivite yapmıyor. Yalnızlık ve eve kapanmışlık yaygın. Dijital araç kullanım oranı %50’nin altında. Eğitim, sağlık ve sosyal destek alanında ise yaşlılara yönelik hizmetler hâlâ dağınık ve yüzeysel. Hala 16 milyon emekli açlık sınırında yaşıyor.
Toplumsal yaşlanma; burada demografiden çıkıp bir toplumsal kusur, bir zihinsel bunalım haline dönüşüyor. Ne genç geleceğe tutunabiliyor, ne yaşlı geçmişin yargılarını bırakabiliyor. İki nesil arasında ortak bir yaşamdaşlık kurulamıyor
5.Yeni Toplum: Genç Değil, Gelecek Üreten Toplum
Sonuç olarak; mesele yaşlanmak değil, gelecek üretememek meselesidir.
Mesele yaşın ilerlemesi değil, doğurgan düşüncenin durmasıdır.
Mesele ömrün süresinin değil, anlamının kaybıdır.
Yeni bir çağ başlıyor. Bu çağ; daha genç bir toplum değil, gelecek düşünebilen, risk alabilen, ortak yaşamdaşlık üretebilen ve hayal kurabilen bir toplum gerektiriyor.
Bugün biz, yalnızca nüfus politikalarıyla değil;
• Düşünebilme kalitemizle,
• Eğitim sistemimizle,
• Siyaset düzenimizle,
• Ekonomik modelimizle,
• Ve en çok da hayal gücümüzle
Düştüğümüz toplumsal yaşlılık çukurundan çıkmak ve toplumsal yaşlılığımızı gençleştirmek zorundayız.
Çünkü genç olmak; zamanı az yaşamak değil, zamanın önünde yürüyebilme gücüdür.