MEGAPOL Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Selim Gökdemir, yıllardır sürdürdüğü “Kente borçluluk” yaklaşımını somut bir adımla büyütüyor. İzmir’in en değerli noktalarından birinde bulunan, bir dönem Almanya Başkonsolosluğu olarak hizmet veren Birinci Kordon’daki tarihi konağı satın alan Gökdemir, bu yapıyı gelir amacı olmadan bir müzeye dönüştürüyor. Gökdemir, restorasyonun büyük oranda tamamlandığı projeyi ve İzmir’in sosyal-kültürel geleceğine dair uyarı niteliğindeki değerlendirmelerini GÖZLEM’e anlattı.
Selim Gökdemir uzun yıllardır “Yaşadığın şehre borçlusun.” cümlesini tekrar ederek yürüdüğü bir çizgiye sahip. Gökdemir’e göre bir şehir, orada yaşayan insanların sorumluluk duygusu ve ortak geleceğe dair taşıdığı bilinçle gelişir. Bir iş insanı, özellikle de kazancının büyük bölümünü bir kentte elde ediyorsa, gelirinden o kente geri verme zorunluluğu vardır. Gökdemir bu yaklaşımını anlatırken şunu vurguluyor: “Kentte kazandığını kente geri vermek bir lütuf değil, bir borçtur.”
Gökdemir’in bu duruşu yıllar içinde birçok sportif ve kültürel projeye yön verdi. Gökdemir, hayalini kurduğu ve kendi kaleme aldığı bu son proje ile kente kazandıracağı somut bir kültürel miras hamlesiyle, şehrin belleğinde önemli bir sayfaya imza atmak üzere.
İzmir’in tarihine tanık bir konak
İzmir’in en eski diplomatik tanıklıklarından birine sahip olan Eski Almanya Başkonsolosluğu binasını, Alman devletinin açtığı ihalede satın alan Gökdemir, yıllardır atıl durumda kalan yapının restorasyonunu da üstlendi. Alsancak semtinin göbeğinde yer alan, Yunanistan Başkonsolosluğu’nun bitişiğinde Cumbalı Sokağın girişinde yer alan tarihi konak, kentin tarihsel hafızasının önemli bir parçası konumunda.
Tarih boyunca limanıyla öne çıkmış, liman özelliğini kaybettiği dönemlerde rekabet özelliğini yitirmiş olan İzmir, 1870 yılında Pasaport’ta yapılan yeni rıhtım ile tekrar tarih sahnesinde güçlü bir konuma gelmiştir. Selim Gökdemir’in satın aldığı bu bina da işte bu yaşanan olayın canlı bir tanığı olarak da İzmir için büyük önem arz etmektedir. Çünkü bu yapı İzmir rıhtımını da yapan Guiffray Ailesi’nin yine kendi inşa ettikleri ikametleridir.
Yangın sonrası Alman Devleti satın alıyor
Kurtuluş Savaşı’nın son bulduğu İzmir’de 13-14 Eylül 1922 yılında yaşanan Büyük Yangın Felaketi’nde Almanya’nın Konsolosluk binası ve arşivi ile Alman Protestan Kilisesi, papazın evi ile birlikte, Kız Okulu`nun, yetimhanenin ve Kaiserswerther hasta bakıcıların konutu yanıyor. Bu sebeple bina arayışına giren Alman Devleti, İzmir’de yaptıkları incelemeler sonrası Guiffray Ailesi’ne ait bu konutu satın alıyor ve konsolosluk binası olarak kullanmak üzere 14 Temmuz 1925 yılında buraya taşınıyor. 21 Mayıs 2007 yılına kadar da bina Almanya Konsolosluğu olarak hizmet veriyor.
Binanın tüm tarihine ulaşıyor
İzmir için bu kadar önemli olan tarihi konağı satın alan Selim Gökdemir, burayı müze yapmak için işe koyulduğunda ne yazık ki önüne getirilen restorasyon projelerinin kendisini yetirince tatmin etmediğini belirterek, işin başına geçmeye karar veriyor. Gökdemir yaptığı araştırmalar neticesinde Alman Arkeoloji Enstitüsü’nün İstanbul’daki kütüphanesinde söz konusu bina ile ilgili bir kitap buluyor. Selim Gökdemir, önemli bir mimarlık tarihçisi olan ve artık hayatta olmayan Martin Bachmann’ın kitabından okuduklarıyla ilgili şu ifadeleri kullandı: “Bachmann 2012 yılında ekibi ile geliyor. Binayı inceliyorlar. Bachmann kitabında bu bina için ‘Burası kalite olarak bir şehir sarayı’ diyor ve ekliyor ‘Biz burayı 1925 yılında konsolosluk olarak satın aldıktan sonra yer ihtiyacımızı karşılamak için bazı bina eklemeleri yapmışız. Bu binanın güzelliğini bozmuş. Bunların yıkılması lazım’ diyor. Yine Bachmann 'ın kitabından diyor ki, ‘Öndeki cephe’ Avrupalı, batılı bir mimari ama binayı yapan mimar Türk komşularıyla kültürel bağı koparmamak için, yandaki sokak cumbalı sokak olduğu için binaya bir cumba yapmıştır’ diyor. Maalesef biz binayı aldığımızda bu cumba yoktu.”
“Çünkü orası Cumbalı Sokak”
Kitapta okudukları karşısında restorasyonun binanın orijinaline birebir uygun olması için karar veren Selim Gökdemir, bu defa Almanya Dış İşleri Bakanlığı ile irtibata geçiyor. Gökdemir, o dönem binayı almak için Almanya’dan kamu bina denetçisi Gross isminde bir müfettişin İzmir’e geldiğini ve bina ile ilgili ekspertiz raporu hazırladığı bilgisine ulaşıyor. Konuyla ilgili çalışmalarını daha da detaylandıran Gökdemir, süreci şu şekilde anlatıyor: “Alman Dışişleri Bakanlığı Siyasi Arşivi’ndeki Bölüm Başkanı Dr. Gerhard Keiper’e ulaştım. Kendisine çok minnettarım. Talebim üzerine bana Mayıs 1925 tarihli binanın ekspertiz raporunu iletti. Bununla da yetinmedi binaya ait değişikliklerin de yer aldığı 11 çizimin içinde yer aldığı planları gönderdi. Bize de şimdi bu bilimsel veriler ışığından Cumba’yı yeniden yapıyoruz, çünkü orası Cumbalı Sokak. Ayrıca sonradan eklenen binanın orijinalinde yer almayan kısımları yıktı ve binayı ilk yapıldığı özgün mimari yapısına kavuşturacak restorasyonu gerçekleştiriyoruz.” dedi.
Zafer Müzesi olacak
Tarihi yapının ne kadar bedelle alındığı ve restorasyon masraflarının ne olduğu ile ilgili tek bir kelime dahi etmeyi uygun bulmadığını dile getiren Selim Gökdemir, bu projeyi neden üstlendiğini ise tek cümleyle özetliyor: “Bu yapıyı gelir getiren bir projeye dönüştürmek gibi bir amacım hiç olmadı. Burası bir müze olacak. Kentin kültürel mirasına katkı sunacak.”
Tüm devletlerin bir kuruluş hikâyesine sahip olduğunun altını çizen Gökdemir, yakın çevremizden verdiği örneklerle, “Bakınız komşumuz konumunda ki Yunanistan ve Ermenistan devletlerini bir travma üzerine inşa etmişler. Bu yüzden hiçbir zaman o psikolojiden çıkamıyorlar ve sürekli toplumlarına yaşadıkları acıları anlatıyorlar. Bu da tabii ki toplumda bir kin birikmesine sebep olmakla beraber, dünya barışının önünde de büyük bir engel teşkil ediyor. Yalnız bizim Balkan Savaşları’nda ya da Anadolu’nun işgalinde Kurtuluş Savaşı döneminde yaşadığımız acıları pek dile getirmeyişimizin sebebi de tam bu noktada ortaya çıkıyor. Çünkü Gazi Mustafa Kemal Atatürk cumhuriyetimizi Zafer üzerine inşa ediyor. Ulusun geçmiş travmaları bir kenara bırakıp, geleceği barış ve huzur ortamında kurmasını hedefliyor. Biz de bu yüzden birçok tarihi detaya yer vereceğimiz bu müzenin ismini “Zafer Müzesi” olarak düşünüyoruz.” şeklinde konuştu.
3 Boyutlu ses ve görüntü desteği
Proje için harcanan bütçeyi tartışılır bulmadığını yineleyen Gökdemir, “Burası benim için bir yatırım değil. Bu bir borç ödeme biçimi. Müzenin sürdürülebilirlik modeli kesinlikle ticari değil; tamamen kentliye katkı esas alınarak geliştiriliyor. Burada en önemli motivasyon kaynağımız toplumsal sorumluluk.” ifadelerine yer veriyor. Müzenin, yalnızca bir sergileme alanı değil; İzmir’in kültürel damarını güçlendirecek bir merkez olacağının da altını çizen Gökdemir, bunun için hem kalıcı sergiler hem de dönemsel etkinlikler planlandığını vurguladı.
Bugüne kadar gerek yurt içinde gerekse yurt dışında birçok müze gezdiğini de dile getiren Gökdemir, “Maalesef şunu fark ettim eğer kültürel altyapınız müsait değilse herhangi bir müzeyi, bir galeriyi gezmenin çok anlamı olmuyor. Gerçekten bilgili bir rehberin size eşlik etmesi ve anlatması lazım. Bir diğer yol olarak kullanılan mevcut dünyadaki sistemlerde, müzelerdeki bu ses sistemleri de maalesef çok yetersiz. Bu sorunu aşmak için burada özgün bir fikir geliştirdik. Biz bu müzede teşhir edeceğimiz, sergileyeceğimiz objelerin hikâyelerini, yani aslında tarihi, üç boyutlu dijital ses ve görüntü sistemleriyle anlatmak istiyoruz. Bunun için de yaptığımız araştırmalarda yurt dışında üniversitelerde müze pedagojisi alanının olduğunu öğrendik. Onlarla çalışıyoruz bu bilim dalından yararlanarak her şeyin en iyisini hak eden İzmirlilere böyle güzel bir müze ve sergi alanı kazandıracağız” şeklinde konuştu.
Şampanya kadehi: Bir ulusun kaderi
Tam bu noktada müzede sergilenecek objelerden bir örnek veren Selim Gökdemir, “Bir şampanya kadehi bir milletin kaderini değiştirir mi?” diye soruyor. Les Paradis isimli Giles Milton'un kitabından okuduğu bölümü aktaran Gökdemir, “1912 yılına kadar aslında İngiltere'nin Osmanlı Devleti ile ilgili politikası Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünü korumaktan yanaydı. Daha sonra biz Bağdat Demiryolu Hattı’nın yapımını Almanlar’a verince, İngilizler Hindistan'ın lojistik yollarının tehlikeye girmesinden tedirgin oluyor ve bizim aleyhimizde düşünmeye başlıyorlar. 1912'de Yunan Krallığı'nın Londra’ya yeni atanan büyükelçisi bir akşam yemeğinde o dönemin İngiliz Hazine Bakanı Lloyd George'la tanışıyor. Yemekten sonra şampanya içiyorlar. Böyle baya içiyorlar ve gecenin ilerleyen saatlerinde Lloyd George, ‘Ya şu Türkleri Anadolu'dan çıkarsak iyi olur.’ diyor ve bizim aleyhimize konuşmaya başlıyor. Bunu duyan büyükelçi, Yunan Başbakanı Venizelos’u acil İngiltere’ye çağırıyor. Venizelos, Lloyd George ile görüşüyor, zaten ardından hepinizin bildiği üzere Lloyd George’da İngiltere Başbakanı olunca, bir milletin kaderi bir gece şampanya içilirken ki bir sohbetle değişiyor. İşte biz de bir şampanya kadehi koyup arkasında ses ve görüntü destekleriyle bu konuyu müzede anlatacağız” şeklinde konuştu.
“İzmir kabuğuna çekildi”
Selim Gökdemir ile kente borcunu ödemek için hayata geçirdiği projeleri ve Müze ile ilgili röportajımız ilerledikçe Gökdemir’in sözleri daha sert ve uyarıcı bir tona bürünüyor. İzmir’in kabuğuna çekildiğini ve İzmir’in artık rekabet gücünü kaybetmeye başladığını dile getiren Gökdemir, “Kent yalnızca kamu kurumlarının çabasıyla ayağa kalkamaz; iş dünyası, STK’lar, akademi, sanat çevreleri ve tüm kent bileşenlerinin ortak iradeyle üretmesi gerekiyor. İzmir’in potansiyelinin çok yüksek ancak, bu kolektif bir bilinçle harekete geçebilir” dedi.
Şehrin kültürel damarının yeniden canlanması için iş insanlarının sorumluluk üstlenmesi gerektiğine de vurgu yapan Gökdemir, “Bu şehirde iş yapıyorsan, bir şey inşa ediyorsan, bu kentin kültürel ve sosyal gelişimine katkı sunmak zorundasın. Kâr amacı güden yatırımların önemini reddetmiyoruz; ancak toplumun ayağa kalkması için bunlar tek başına yeterli değil. İş dünyası bir adım öne çıkmalı ve kültüre, sosyal sorumluluk projelerine, kent hafızasına ve eğitime destek olmalı” ifadelerini kullandı.
Bu konuda İzmir’de çok başarılı iş insanlarının da olduğunu dile getiren Selim Gökdemir, “Lucian Arkas bence gerçekten bir vatansever. Bu şehirden kazandığı ile İzmir’e inanılmaz değerler katan karşılıksız birçok projeyi gerçekleştiriyor. Ona keza Mesut Sancak da gerçekleştirdiği sosyal projelerle kent kültürüne inanılmaz katkı sağlıyor. Ancak ben bu şehirde bunların da hak ettiği değeri görmediğine inanıyorum. Sürekli dile getiriyorum bence iyinin ödüllendirilmesi için, örnek teşkil etmesi için bu kentte Lucian Arkas beyin isminin bir cadde veya bulvara verilmesi gerek” şeklinde konuştu.
“Kente karşılık beklemeden bir şey verin”
Selim Gökdemir’in röportaj boyunca tekrarladığı bir cümle özellikle dikkat çekiyor. “Bu şehirde iş yapan bu şehirden kazanan iş insanlarının bu şehre borcu var.” Kentin sosyal dokusuna, kültürüne, hafızasına ve eğitime yapılacak desteklerin “İsteğe bağlı jestler” olmadığının altını çizen Gökdemir, “Bunlar kentli olmanın gereğidir. Her şey devletten, belediyeden beklenmez. Kent dediğin yapı, içinde yaşayanların omuz vermesiyle büyür. İnanın gelişmiş batı ülkelerinde bir iş insanı para kazandığı kente bu tür yatırımları yapmazsa sokakta yüzüne bakmaz selam vermez ona saygı duymazlar. Kişiye saygı kazandığın şehre ne harcadığınla doğru orantılı olarak gösterilir. Bu kültürün İzmir’de de yerleşmesi gerekli.” önerisinde bulundu.
Yurt dışına transfer bedelsiz olmamalı
Selim Gökdemir iş insanlarına yönelik eleştirilerini dile getirirken konu bir noktada ülke ekonomisine gelince, bu noktada yıllardır savunduğu önemli bir görüşü aktarıyor: “Yurt dışında şirket merkezini başka ülkeye taşıyacağınız zaman yüzde 20 servet vergisi alınıyor. Ülkede kazanılan değerin bedelsiz bir şekilde başka ülkeye transferine izin vermiyorlar. Bu yıllardır böyle. Bizde ise iş insanı parasını ülkemizden kazanıyor ama gönlüne göre yurt dışına çıkarabiliyor. Buradan kazandığı para ile yurt dışında gönlünce yatırım yapıyor. Bunun acilen bizde de yasalaşması lazım. Ülkeden kazandığını ülkeye geri vermek zorundasın. Bu da kente borçluluk gibi bir şey aslında.”
Tarihi konağı müzeye dönüştürüyor
MEGAPOL Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Selim Gökdemir, yıllardır sürdürdüğü “Kente borçluluk” yaklaşımını somut bir adımla büyütüyor.
Paylaş: