“Terörsüz Türkiye” adıyla gündeme getirilen “İkinci PKK Açılımı Süreci” başından bu yana ifade ettiğim gibi PKK ve ortaklarının kontrolünde sürdürülüyor. Son zamanlarda sürecin bu yönü daha fazla görünür olmaya başladı. Gündemi Bölücü Terör Örgütü (BTÖ)’nün ipini tutan emperyalist odaklar belirliyor, BTÖ ve DEM parti; söylenmesi gerekenleri İmralı’daki bebek katilinin ağzından dillendiriyor. Süreci yönetmekle görevlendirilenler BTÖ ve ortaklarının ağzından çıkan her kelime doğruymuş gibi algı yaratmaya çalışıyor, desteklenmesi gerektiğini dayatıyor.
Siyasetçiler, akademisyenler, basınımız konumlandıkları taraftaki yerlerini alarak tartışıyor ya da tartışıyormuş gibi yapıyor. Tartışma; karşımızdaki cephenin ne yapmak istediğine, sonuçta neyle karşılaşacağımıza, ülkemizin nasıl etkileneceğine değil, sürecin yürütülme şekline ve devletimizin atması istenen adımlara odaklanıyor. Sonuçta BTÖ ve ortaklarının istedikleri noktalara geliniyor. Başından bu yana gündeme getirilen konular ve ortaya konan öneriler alt alta konduğunda sürecin BTÖ ve ortaklarının kontrolünde yürütüldüğü ve gelişmelerin BTÖ ve ortaklarının istediği yönde olduğu bütün açıklığıyla görülecektir. Son bir aydaki şu iki olay bunun en çarpıcı örneğidir:
DEM Parti; Ekim ayı ortalarında TBMM’de “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” gibi yönlendirici ve etkileyici bir isimle kurulan açılım komisyonunun terörist başı Apo’yu dinlemesi gerektiğini gündeme getirdi. Ülkemizde üç haftadan fazla süredir bu konu tartışılıyor. Milletvekillerimizin; terörist başının ayağına giderek, düşüncelerini, talep ve isteklerini kendi ağzından dinlemesi demokratik bir gereklilikmiş gibi gösterilmeye çalışılıyor. Maksat Apo’nun dinlenmesi midir? Böyle olsa bu bebek katilinin dinlenmesinin yüzlerce yolu vardır. Zaten bu zamana kadar her vesileyle dinlendiği ve dinlenmekte olduğu da ortadadır. Bence asıl maksat; terörist başının Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin meşru muhatabı konumuna sokulması, bu bebek katiline siyasi bir misyon kazandırılmasıdır. Neler döndüğünü anlamak için bu düşüncenin kimlerden çıktığına, kimlerin desteklediğine, kimlerin ısrarcı ve kimlerin önayak olduğuna dikkat edilmelidir.
Ülkemizin gündemi bu konuyla meşgul edilirken, BTÖ; 16 Kasım’da, Irak’ın Kuzeyinde Zap Kampındaki silahlı unsurlarını bölgeden çektiğini duyurdu. BTÖ’nün bu açıklaması içimizdeki işbirlikçiler tarafından “demokrasi, barış ve kardeşlik yolunda atılmış yeni bir adım” olarak takdim edildi.
Sadece bu iki konuyu ele aldığımızda bile sürecin nasıl yürütüldüğü ve kimin nerede durduğu açıkça görülmektedir. Bence yapılmak istenen terörist başı Apo’nun siyasi muhatap olarak konumlandırılmasıdır, Zap kampından çekilme konusu ise destekleyici bir adımdır. En dikkat çekici tarafı da BTÖ’nün Zap kampını boşaltması ile ilgili hiçbir istihbarat verisi, hiçbirsomut bilgi olmadan; BTÖ’nün beyanının güvenilir bir açıklama, aldığı kararın olumlu bir adım olarak takdim edilmesidir.
Zap kampı; ilk olarak 1997 yılında TSK’nın icra ettiği, benim de Özel Kuvvetlerimizin bünyesinde Harekât Subayı olarak görev aldığım Şafak Harekatıyla gerçekten boşaltılmıştı. Bu harekatla teröristlere çok büyük zayiat verdirilmiş, sağ kalanlar bölgeden kaçmış, örgütün intikal güzergahı ve asıl önemlisi kaçakçılık yolları kontrol altına alınmıştı. Şafak Harekatının ardından bölgede konuşlandırılan birliklerimiz sayesinde BTÖ yıllarca bölgeye adım atamamıştı.
2004 yılından itibaren “demokrasi, barış, kardeşlik” gibi “analar ağlamasın” gibi söylemlerle hayata geçirilen uygulamalar ve bunun sonucunda geliştirilen “birinci açılım süreci” sayesinde örgüt toparlanma ve yeniden teşkilatlanma imkânı bulmuş, birliklerimizin çekilmesinin ardından bölgede yeniden hakimiyet sağlamıştır. Takip eden zaman diliminde terör örgütünün yeniden teşkilatlanmasına ve bölgeyi kontrolü almasına sessiz kalınmış, yıllar sonra bölgedeki gelişmelere paralel olarak Irak’ın kuzeyinde “Kararlılık Harekâtı”, “Pençe Kilit Operasyonu” isimleri verilen operasyonlar icra edilmiş, bu operasyonlarla teröristlerin kökünün kazındığı ve bölgenin bütünüyle TSK’nın kontrolüne alındığı açıklamaları yapılmıştı. Şimdi deniyor ki; BTÖ, bölgeden çekilme kararı aldı! Hani kökü kazınmıştı? Kökü kazınan BTÖ ne zaman bölgeye döndü de yeniden çekilme kararı aldı? Aslında yapılan çekilme ya da kökünün kazınması değil; o zaman da söylediğimiz gibi, PKK’nın silahlı unsurlarından bir bölümünün Irak’tan Suriye’ye kaydırılması, ABD’nin desteğiyle Suriye’deki varlığını güçlendirmesiydi. Şimdi de aynısı yapılmakta, “terörsüz Türkiye” denilen süreç bunu maskeleme fırsatı olarak kullanılmaktadır.
1997 yılından bu yana bölgedeki bütün gelişmeler, Irak ve Suriye’nin durumu, BTÖ’nün getirildiği aşama, kamuoyuna verilen mesajlar, gelişen durum ile yapılan açıklamalar arasındaki çelişkiler kronolojik sırayla takip edildiğinde; yaşadıklarımızın, birlik-beraberlik ve bütünlüğümüzü tehdit etmekte olduğu açıkça görülecektir. Son bir yıldaki gelişmeler bile tutarsızlıkları, algısal çalışmaları, iplerin kimin elinde olduğunu, kimlerin proje sahibi, kimlerin işbirlikçi olduğunu açıklıkla göstermektedir.
Örgüt aylar önce fesih kararı aldığını açıklamıştır. Ancak halen çok önemli kararlar almakta ve ilan etmektedir. Irak’ın Kuzeyinde Zap bölgesinden çekildiğini ilan ederken Suriye’deki uzantılarını takviye etmektedir. Son aylarda, Irak’ın kuzeyinden Suriye’ye kaydırdığı silahlı terörist sayısı 2.500’den fazladır. Suriye’de YPG adıyla faaliyet gösteren silahlı terörist sayısının 80-85 bin kadar olduğu söylenmektedir. Suriye’deki PKK uzantılarının ABD ve İsrail ile ilişkileri sır olmaktan çıkmış, dünyanın gözü önünde aleni olarak sürdürülmektedir.
Geçtiğimiz günlerde, Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi (IKBY); Irak’ın kuzeyinde “6’ncı Ortadoğu Barış ve Güvenlik Konferansı” adıyla bir toplantı düzenlemiş, bu toplantıya ülkemizden HDP Milletvekili Osman Baydemir’le eski başbakan ve Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Suriye’den de Türkiye’nin 20 milyon lira ödülle aradığı Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) sözde komutanı, terörist başı Apo’nunen sadık adamı Mazlum Abdi katılmışlardır. Bölgedeki Kürt gruplar bu konferansı “Büyük Kürdistan Zirvesi” olarak adlandırmakta ve yıllık periyotlarla icra etmektedirler.
Durum böyleyken 45 yıldan fazladır yaşadığımız terör sorununun baş sorumlusu bir teröristin, mahkûmiyetle cezalandırılmış olmasına rağmen, yıllardır İmralı’daki hücresinden örgütünü yönettiği ve halen yönetmekte olduğu anlaşılmaktadır. Asıl önemlisi bu terörist başı Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine ve siyasi partilerinden bazılarına da yön vermekte ve bu durum; huzur ve güvenliğimizi, birlik-beraberlik ve bütünlüğümüzü korumak ve kollamakla görevli yetkililer/sorumlular tarafından makul gösterilmeye çalışılmaktadır. Bence bunun adı “çözüm” değil teslimiyettir. Gidilen yol ise “milli dayanışma, barış ve kardeşlik yolu” değil ayrıştırma, parçalama, bölme ve düşmanlaştırma yoludur!... ABD ve ortaklarının uygulamaya koyduğu proje adım adım yürütülmektedir ve içimizdeki işbirlikçiler tarafından gözümüze baka baka desteklenmektedir.
Süreci kim yönetiyor?
Süreci kim yönetiyor?
Paylaş: