.
Ekonomik Göstergeler
Dolar
29.84 ₺
Euro
32.45 ₺
GBP
1.124 ₺
JPY
7.842
Ana Sayfa
Gündem
Spor
Köşe Yazıları
Podcast

Seküler demokratik toplum

Okuma Süresi: 3 Dakika
Toplam Okunma: hesaplanıyor...
Seküler demokratik toplum
Seküler demokratik toplum
Paylaş:
Devlet Bahçeli'nin “Cumhurbaşkanı’nın Kürt ve Alevi yardımcıları olabilir” mealindeki açıklamaları, gündeme bomba gibi düştü.
Zira bu ifade, Anayasamızda öngörülen “eşit vatandaşlık” ilkesinin dışında bir anlam taşıyordu.
Geçmişte siyasiler, devlet için “etnik kör” tanımını kullanırdı.
1924 Anayasası'nda herhangi bir din, mezhep, etnisite ya da sınıf vurgusu yapılmadan, tüm yurttaşların eşit olduğu bir yönetim modeli tasarlanmıştı.
Atatürk'ün “Ne mutlu Türküm diyene” sözü, Türklük kavramının kültürel bir kimlik anlamında kullanıldığını ifade ediyordu.
Ancak tek parti döneminden itibaren, özellikle milliyetçi partiler, bu kavrama “ırki” bir anlam yüklemeye başladı.
Bu durum, rejimin “sınıfsız, kaynaşmış bir toplumuz” söyleminin, başta Kürtler olmak üzere Türk olmayanlar açısından inandırıcılığını yitirmesine neden oldu.
2000’li yıllardan itibaren devletin yönetim kademelerinde artan ölçüde Alevi kökenlilere mesafeli bir duruş belirginleşti.
Az sayıdaki gayrimüslim yurttaş ise öteden beri tedirgin edilen, eşitsizliklere maruz bırakılan bireylerdi.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen, Anayasamız hâlâ, en azından kâğıt üzerinde, “eşit vatandaşlık” esasına dayanan bir rejimi tarif ediyordu.
Cumhuriyetin belki de en önemli kazanımı, bu teorik çerçevedir.
Ancak zamanla “bölünme” ve “irtica” korkularıyla yaratılan gerginlik ortamı, demokrasinin aksayan yönlerini daha da açık etmiştir.
Bugün geldiğimiz noktada, bir yüzleşme ve yeni modeller arayışı gündemdedir.
Baştan belirtmek gerekir ki; ülke yönetiminin, etnik ya da dini kimliklere kontenjanlar tanınarak şekillendirilmesi, pratikte sürdürülebilir bir model değildir.
Bu topraklar, bazı yönleriyle Ortadoğu’nun bir parçasıdır ve Lübnan örneğinde görüldüğü gibi, benzer modeller toplumu iç savaşa sürükleyebilir.
Liyakati yok eden, alt kimlik rekabetini körükleyen bir anayasal çerçeve hem evrensel demokratik ilkelerden uzaklaşmak hem de toplumsal uyumu zedelemek anlamına gelir.
Osmanlı’nın ümmet düzenine öykünmek, bu modelden medet ummak, huzur beklentisi açısından gerçekçi değildir.
Olması gereken, eşit yurttaşlık esasına dayanan bir Cumhuriyetin, samimiyet ve özgüvenle demokratikleştirilmesidir.
Muhafazakâr kesimler, son 20-25 yıl içinde, geçmişteki ezilmişliklerini büyük ölçüde dengelemişlerdir.
Kürt meselesi ise, silahlı mücadeleden uzak, siyasal taleplerle ifade edilen bir noktaya evrilmektedir.
Diğer birçok mağduriyet yaşamış kesim de tarihsel bir özeleştirinin ve yeni bir başlangıcın zeminini beklemektedir.
Bu nedenle devlet aklı, cesaretle hareket etmeli ve bu ülkede yaşayan 86 milyonu, “önce insan” paydasında ve yurtseverlik bilincinde birleştirecek adımları hayata geçirmelidir.
Uygarlık gelişimi, bireyin entelektüel vicdanından filizlenir.
Bu da ancak bireyin özgürleşebildiği, huzur ve refah içinde yaşayabildiği bir ortamla mümkündür.
Birey, her şeyden önce yaşadığı toprakların “insanı”dır.
Onu olgunlaştıran, iç huzurunu sağlayan ve psikososyal dengesini kuran en kritik unsur, alt kimliklerini hiçbir kısıtlamaya uğramadan yaşayabilmesidir.
Bu, en temel insan hakkıdır.
Ne yazık ki Cumhuriyetin bu konudaki karnesi zayıftır.
36 farklı etnisite ve çok sayıda inanç grubundan oluşan büyük bir toplumsal zenginlik, uzun yıllar boyunca tektipleştirilmeye çalışılmıştır.
“Dönemin gerekleri” gerekçesiyle uygulanan baskıcı politikalar çözüm üretmemiştir.
Başlangıçta doğru bir çerçeve gibi görünen yapı, zamanla “kolaycılığa” sapılarak baskıcı ve meraksız biçimlendirmeye dönüşmüştür.
Sonuç olarak, gemi karaya oturmuştur.
86 milyonun her bir ferdinin alt kimliklerini özgürce, rezervsizce yaşayabildiği bir ortamın sağlayacağı zenginlik ve refah, ne yazık ki heba edilmiştir.
Örneğin bir Boşnak ya da Çerkez yurttaşın, kendi ana dilini konuşamaz hale gelmesi, bir “başarı” değil, bir kültürel yıkımdır.
Bugün çözüm adına başvurulan yöntemler, tam anlamıyla bir geriye gidiştir; etnik ayrıcalıklar oluşturulmakta, bu da yeni sorunların kapısını aralamaktadır.
Oysa yapılması gereken; yurtseverlik bilinciyle, özgürlüğümüzü hissedebileceğimiz demokratik bir toplum inşa etmektir.
Devletten beklenen, yönetenlerin bu vizyonu taşımasıdır.
Fantezi arayışı bu coğrafyaya asla huzur getirmez.