.
Ekonomik Göstergeler
Dolar
29.84 ₺
Euro
32.45 ₺
GBP
1.124 ₺
JPY
7.842
Ana Sayfa
Gündem
Spor
Köşe Yazıları
Podcast

Sandıkla gelen, demokrasi olmuyor

Okuma Süresi: 3 Dakika
Toplam Okunma: hesaplanıyor...
Sandıkla gelen, demokrasi olmuyor
Sandıkla gelen, demokrasi olmuyor
Paylaş:
Türkiye’nin siyasi geleneği üzerine düşünürken, önce dürüst olmak gerekiyor:
Bu toprakların tarihinde demokrasi, kök salmış bir kültür olarak hiç var olmadı.
Osmanlı, hanedanın mutlak otoritesine dayalı bir aile monarşisiydi.
Cumhuriyet ise devrimle kurulduğu için, doğası gereği otokratikti.
Toplumu baştan sona dönüştürmeye niyetli bir yapı, ancak merkeziyetçi bir anlayışla yola çıkabilirdi.
Demokrasinin temel ilkesi olan kuvvetler ayrılığı ilk kez 1961 Anayasası ile şekillenmeye çalışıldı.
Ancak yıl 2025… Aradan geçen onlarca yıla rağmen bu ilke hâlâ gerçek anlamda işletilemedi.
Evet, genel ve yerel seçimler hâlâ yapılıyor.
Ancak o seçimlerin halkın iradesini gerçekten yansıtıp yansıtmadığı büyük bir soru işareti.
Çünkü mevcut seçim yasaları, Siyasi Partiler Kanunu ve parti içi tüzükler, kararları halka değil; belirli güç odaklarına bırakıyor.
Hal böyle olunca, liyakat, objektiflik ve temsil adaleti gibi kavramlar, sadece kâğıt üzerinde kalıyor.
Demokrasi, sadece sandık kurmakla inşa edilmiyor.
Oysa gerçek demokrasi, yerelden yeşerir.
İnsanlar yaşadıkları çevreyi korumak, yaşam alanları hakkında söz sahibi olmak için bir araya gelmeli, sivil toplumla güçlenmelidir.
Kimi zaman bu direnci görüyoruz: Ekolojik yıkıma karşı verilen mücadeleler, sendikal hak arayışları, yasağa rağmen sürdürülen eylemler...
Ama bunlar çoğu zaman “münferit” kalıyor.
Genel resme baktığımızda, halkın gücü ya bastırılıyor ya da parçalanıyor.
Yerel yönetimlerde de tablo çok farklı değil.
Belediye başkanları çoğu zaman halkın değil, partilerin merkezdeki karar vericilerinin tercihleriyle belirleniyor.
Liyakat değil, sadakat ön planda.
Atayanın basireti varsa şanslısınız.
Yoksa, o kişi sizin beş yıllık kaderiniz oluyor ve o kadere itiraz edecek gücünüz kalmıyor.
Sonra bir seçim daha geliyor.
Ama yine benzer isimler, benzer sistemin içinden çıkıp karşınıza dikiliyor.
Değişim ümidi, giderek daha derin bir umutsuzluğa dönüşüyor.
Açık konuşmak gerekirse, bu demokrasi değil.
Bu, “seçiyormuş gibi yapma” pratiği.

Eğer bir toplum, sistemin eksiklerini görmesine rağmen onları değiştirecek bir silkinme yaratamıyorsa, demokrasiden bahsetmek yalnızca romantik bir alışkanlığa dönüşür.
Seçim sandığına gitmekle, demokrasi kurulmuş olmaz.
Dahası, kötülerden kaçarken tanımadık birini “belki iyidir” diye seçmek de yapısal değişim değil.
Bu, çaresizliğin oy pusulasındaki karşılığıdır.
Bugünün dünyasında, demokrasiye duyulan inanç zayıflıyor.
“Halkın, halk adına, halk için” yönetildiği söylemi, giderek içi boş bir slogana dönüşüyor.
Gerçekte olan ise şu:
Halk, manipülasyonla yönlendirilerek, kendi seçimi olduğuna inandırılıyor.
Hele ki insanların dijital dünyaya esir olduğu, algıların gerçeklerin önüne geçtiği bu çağda; özgür irade neredeyse tamamen devre dışı kalmış durumda.
Galiba, bir acı gerçeklik giderek netleşiyor:
Dünya, içinde bulunduğu devasa krizler nedeniyle, rasyonel bir akla her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyor.
İklim krizinden bölgesel savaşlara, göçlerden gıda güvencesine kadar her başlık, planlı ve güçlü bir yönetimi zorunlu kılıyor.
Bu noktada dikkatler Çin’e çevriliyor.
Beğensek de beğenmesek de Çin, planlı otoriter bir sistemin ürünü olarak, karmaşık problemleri çözebilen bir kapasite sunuyor.
Yetkin olmayan birinin “tesadüfen” belediye başkanı olması gibi ihtimaller orada yok.
Evet, özgürlük eksik.
Ama plan, vizyon, strateji ve liyakat; “mış gibi yapılan demokrasilerin” fersah fersah önünde işliyor.
Şehircilikten altyapıya, kültürel sahiplenmeden sosyal hizmetlere kadar birçok alanda ortaya çıkan başarı, bunu doğruluyor.
Sonuç olarak:
Dünya, giderek daha fazla planlı otokrasiye yöneliyor.
Çünkü mevcut sistemlerin sağladığı “sözde özgürlük” ve “kâğıt üzerindeki demokrasi”, rasyonalite ve çözüm üretme becerisinde yetersiz kalıyor.
Belki de artık bazı soruları dürüstçe sormanın zamanı geldi:
Gerçek demokrasi nedir?
Ve biz gerçekten demokrasiyle mi yönetiliyoruz?