Temmuz ayının başından bu yana ormanlarımız birbiri ardına yanıyor. Bazı bölgelerdeki yangınlar günlerce söndürülemiyor. Her gün yeni bir orman yangını haberi duyuyor, gelişmeleri çaresizlik içinde takip ediyoruz. Uzmanların değerlendirmelerini ve sorumlu makamlarda olanların yaklaşımlarını izliyoruz. İzledikçe çaresizliğimiz ve üzüntümüz artıyor.
Bunlar yaşanırken, 30 Temmuz’da toplanan Milli Güvenlik Kurulunda orman yangınlarının milli güvenliğimize etkilerinin ve alınması gereken önlemlerin görüşülmediği anlaşılıyor. Oysa doğamızı, bitki örtümüzü, ormanlarımızı, tarım alanlarımızı yer altı ve yer üstü kaynaklarımızı korumak; topraklarımızı ve sınırlarımızı düşmana karşı korumak gibi, vatandaşlarımızın can ve mal güvenliğini sağlamak ve sürdürmek gibi bir milli güvenlik konusudur. Çağdaş ülkelerde, çağdaş düşünceyle sorumluluk üslenenler; ülkelerinin doğasını korumak ve gelecek nesillere aktarmak için uzun vadeli planlar ve yatırımlar yapmaktadırlar.
Yaşadıklarımıza baktığımızda bizim ülkemizde doğamızın korunması için gereken çabanın harcanmadığı görülmektedir. Ormanlarımız yanıyor zamanında gereken müdahale yapılamıyor. Tarım alanlarımız süratle betonlaştırılıyor. Zeytinliklerimiz kömür ocaklarına dönüştürülüyor. Vahşi madencilik uğruna orman alanlarımız, bitki örtümüz yok ediliyor. Kıyılarımız, koylarımız, doğa harikası yeşil alanlarımız inşaat ve turizm şirketlerine kazanç sağlamak uğruna talan ediliyor. Bu durumda ülkemizdeki orman yangınlarının ve doğa katliamının milli güvenlik sorunu olarak ele alınmasını beklemek mümkün değildir.
Orman yangınlarının milli güvenlik sorunu olarak, bırakalım milli güvenliği, sorun olarak bile görülmediği sorumlu makamlarda oturanların yaklaşımlarından da anlaşılmaktadır. Ormanlar yanarken yapılan resmî açıklamalar konuya bakış açısını açık bir şeklide ortaya koymaktadır. Açıklamaların içerisinde çözüme yönelik hiçbir şey yoktur, tekrarının önlenmesi için alınması gereken tedbirlerden söz edilmemektedir, önleyici sistemlerin geliştirilmesi için hiçbir çalışma yapılmadığı dikkat çekmektedir. Çözüm önerileri dikkate alınmamakta, sorular cevapsız bırakılmaktadır.
Orman yangınlarıyla mücadelede başarılı olmak için; istihdam edilen personelin eğitilmesi, erken tespit ve uyarı sistemlerinin kurulması, sistemin etkili araç ve gereçlerle donatılması gerektiği, yangının başlangıçta tespit edilmesinin, uçak ve helikopterlerle havadan müdahalenin mümkün olduğu kadar erken yapılmasının önemli olduğu konunun uzmanları tarafından günlerdir anlatılmaktadır. Bunun bilinmesine rağmen, bunca zamandır orman yangınlarına karşı erken tespit ve uyarı sistemi ve etkili bir hava gücü oluşturulamaması oldukça düşündürücüdür.
Geçmiş yıllarda Türk Hava Kurumunda ve Hava Kuvvetlerimizde görev yapmış, hava araçlarının orman yangınlarıyla mücadelede kullanılması konusunda yapılan çalışmalara katılmış, bu konuda proje üretmiş, projelerin hayata geçirilmesinde rol almış büyüklerimizden aldığımız bilgilere göre, bundan 20-25 yıl önce ülkemizde çok ciddi adımlar atılmıştır.
TUSAŞ; 1998 yılında, Deniz Kuvvetleri’nde hizmet dışına çıkarılan keşif uçaklarının modifiye edilerek 4.500 litre kapasiteli yangın söndürme uçağına dönüştürülmesi için bir proje hazırlar. Bu uçakların sadece su değil, yangının yayılmasını önleyecek kimyasal madde taşıması da projelendirilir. Projenin tarafları; TUSAŞ, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Türk Hava Kurumu ve TEMA Vakfıdır. Bir uçağın maliyeti yaklaşık 2,5-3 milyon Dolar civarında hesaplanmıştır. 15 uçağın modifiye edilmesi planlanmış, toplam maliyet de yaklaşık olarak 50 milyon dolar hesaplanmıştır. Proje 20 ayda hayata geçirilecek, uçaklar da 20 yıl hizmet verecektir.
TUSAŞ; TEMA Vakfının desteğiyle bir adet prototip üretmiş ve bu uçak o dönem Antalya ve Tüpraş yangınlarında başarıyla kullanılmıştır. Buna rağmen Orman Bakanlığı bu projeye ilgi göstermemiştir. Proje rafa kaldırılmış, geliştirilen prototip 2003 yılında ABD’ye satılmış, Deniz Kuvvetleri’nin elinde dönüştürülmeyi bekleyen uçaklar da hurda olarak Makine Kimya Endüstrisi Kurumu’na satılmıştır.
Günümüzde; çok daha büyük maliyetlerle kiralama yönteminin tercih edildiğinden, yeterli kaynak ayrılamadığı için ihtiyacımızı karşılayacak miktarda uçak kiralanamadığından söz edilmektedir.
Orman yangınları ile mücadelede zayıf kaldığımız konulardan birisi de hava karardıktan sonra havadan müdahalenin mümkün olmamasıdır. Bu durum yangına müdahaleyi sınırlandırmakta, karadan ulaşılmayan sarp araziler sabaha kadar yanmaya devam etmektedir. Bunun nedeni olarak yangın söndürme uçaklarında gece görüş sistemi bulunmaması gösterilmektedir. Oysa konunun uzmanları hava araçlarında bulundurulması gereken gece görüş teçhizatının çok pahalı, çok karmaşık sistemler olmadığını, uçuş ekibi için gece görüş sağlayan gözlük ve dürbünden ibaret olduğunu ifade etmektedirler. ASELSAN; Hava Kuvvetlerimizde görevli büyüklerimizin katkılarıyla, 1993 yılında bu konuda çalışmalar yapmış ve hava araçlarında kullanılabilecek gece görüş dürbünü üretmiştir. O dönem konu ile ilgili çalışmalar yapan büyüklerimiz gece görüş teçhizatının yangın söndürme uçaklarında kullanılması konusunda yetkililerin karar vermesinin ve personelin eğitilmesinin yeterli olacağını ifade etmektedirler.
Dikkat edilirse konunun uzmanlarının yaptığı durum tespiti çok karmaşık ve getirdikleri çözüm önerileri altından kalkılamaz nitelikte değildir. Kaldı ki; sorumlu makamları işgal edenlerin, zorlukları bahane ederek, karşılaştıkları sorunlarla mücadeleden kaçınmaları da mazur görülemez. Yangınlara müdahalede yetersiz kalındığı eleştirilerine “Cebimizde uçak, arazöz yok…” mazeretiyle cevap veren, sorun devam ederken alternatif yöntemler geliştiremeyen zihniyetten çözüm üretmesi beklenemez. Sorun ne kadar büyük olursa olsun mutlaka bir mücadele yöntemi geliştirilmelidir. Bu nedenle vatandaşlarımızın görevlendirdiği bütün yetkililer mazeret üretmek yerine çözüm üretmeli, vatandaşlarımız da görevlendirme yaparken bu hususları dikkate almalıdır.
Orman yangınları milli güvenlik sorunudur
Orman yangınları milli güvenlik sorunudur
Paylaş: