Geçmişte simya bilimi popülerdi. Amaç başka elementlerden altın elde etmekti. Bugünlerde yine popüler hale geldi. Amaç altın elde etmek değil, nadir metalleri üretebilmek.
Elinizdeki telefon… Arabanız… Evinizdeki televizyon… Savunma sistemleri, rüzgâr türbinleri, robotik kollar… Hatta Mars’a gönderilen uzay araçları…
Hepsi birkaç atom inceliğinde bir sırrı paylaşıyor: Nadir toprak elementleri…
Adını bile duymadığımız pek çok nadir toprak elementleri var. Bunlar, sadece birkaç gramı milyar dolarlık teknolojilere yön veriyor, birkaç tonu tüm bir ekonominin kaderini tayin ediyor, gözle görülmeyen ama etkisi yeryüzünü sarsan unsurlar değerli ve stratejik ürünler haline geldi.
Bunlar, âdeta modern dünyanın Pandora Kutusu’nda saklı gizemleridir. Lantanum, Neodimyum, Disprosyum, Terbiyum, Europium…
Daha önce, nadir elementlerin eko sistemini yazıp önemini anlatmıştım. Konu tekrar gündem oldu ve bu sessiz savaşta neler olduğuna dikkat çekmek istedim.
Nadir elementler, kimilerine göre sadece periyodik cetveldeki birer simgedirler. Ama bizler biliyoruz ki, onlar insanlığın dijital çağdaki yürüyüşünü taşıyan görünmez mihenk taşlarıdır. Çünkü bugünün teknolojik devrimi, sadece kodlarla, ekranlarla ya da çiplerle değil; bu elementlerle yazılmaktadır.
Düşünün bir anlığına…
Rüzgârı elektriğe, hareketi iletişime, görüntüyü gerçekliğe dönüştüren her cihazın içinde bu elementler var. Bir Tesla motorunun kalbinde, bir F-35 savaş uçağının radarında, bir iPhone’un titreşiminde… Bu elementler olmadan, ne temiz enerji mümkündür, ne de modern savunma sistemleri.
Biraz daha açarsak: Bir Tesla motorunda yaklaşık 15 kilogram neodimyum var. Bir rüzgâr türbininde 600 kilogram. Bir F-35 savaş uçağında toplamda 400 kilogram nadir toprak elementi kullanılıyor.
Peki sizce bu sadece mühendislik mi?
Hayır.
Bu bir stratejik bağımlılık. Ve bu güç (bu sessiz ama mutlak güç) şu anda büyük oranda bir tek ülkenin ellerinde: Çin.
Çin, nadir topraklara hükmetmeyi tesadüfe bırakmadı. 1990’lardan beri sabırla ördüğü bu stratejik ağ ile dünyayı adeta bir element zinciriyle birbirine bağladı. Düşük maliyetle başladı. Sonra işleme kapasitesini ele geçirdi. Bugünse, teknolojik hegemonya oyununu oynuyor. Artık sadece üretmiyor; aynı zamanda dünyayı bu üretime mahkûm ediyor.
Peki bu ne gibi anlam taşıyor?
Bu, küresel demokrasiler için bir uyarı zilidir. Bu, teknoloji bağımsızlığının, tıpkı gıda ya da savunma kadar stratejik bir konu haline geldiğinin ispatıdır. Ve bu, eğer şimdi harekete geçmezsek, yarının teknolojik haritasının başkalarının ellerinde çizileceği anlamına gelir.
Nitekim Pentagon’un raporları, Avrupa Komisyonu’nun strateji belgeleri, Japonya’nın okyanus dibindeki arayışları, Kanada’nın kuzeyindeki sessiz kazıları hep bu nedenle… Çünkü dünya artık biliyor ki: Geleceği kontrol etmek isteyen, bu elementleri kontrol etmelidir.
Ama sadece rekabetin değil, sorumluluğun da zamanıdır bu.
Çünkü bu elementleri çıkarırken doğaya ödettiğimiz bedel çok büyük. Çin’in Bayan Obo madenindeki zehirli göller, radyoaktif atıkların yarattığı hayalet köyler, susuz kalan yeraltı akiferleri bize şunu söylüyor: Geleceği inşa ederken doğayı yıkmak, kazanmak değil; kaybetmektir.
Bu yüzden sadece madenciliği değil, geri dönüşümü, urban mining’i, alternatif teknolojileri, ferrit mıknatısları, demir nitrürleri konuşmalıyız.
Unutmayın, Apple’ın “Daisy” robotu her yıl yüz binlerce telefondan nadir toprak elementlerini ayrıştırabiliyorsa, bu bir alternatif değil; yeni bir başlangıçtır.
Bizler bir yol ayrımındayız. Bu bir ticaret savaşı değil sadece — bu bir medeniyet yarışı. Kimileri buna “21. yüzyılın yeni soğuk savaşı” diyor. Ama bana kalırsa bu, daha çok bir “sessiz savaş”: Görünmeyenin, görünmezi şekillendirdiği bir çağın çatışması.
Ve bu savaşın galibi, sadece kaynakları yöneten değil; kaynağın yerine geçebilecek aklı geliştiren, geri dönüşümü sistemleştiren, sürdürülebilirliği stratejiye dönüştüren olacaktır.
Çin bugün önde olabilir. Ama tarih bize göstermiştir ki: Hegemonya, ancak vizyonla aşılır. Bir ülke ya da bir blok değil, bir insanlık vizyonu bu yarışı dönüştürebilir.
Bu vizyonu birlikte yazmak için niyet ve adımlarımızı netleştirmeliyiz.
O hâlde: Eğer gelecek bir teknoloji uygarlığı olacaksa; onun kimyasını da simyasını da, yalnızca elementler değil, duyarlı insanların bilinci şekillendirecektir.
Peki ya çıkış yolu!
•Apple, eski iPhone’lardan nadir toprak elementi geri kazanıyor.
•MIT, ferrit bazlı mıknatıslarla nadir toprak elementsiz motorlar üretiyor.
•ABD, Japonya, Kanada ve AB, “Mineral Security Partnership” kurdu.
•Avustralya ve Grönland, Çin dışı rezervleri devreye almak istiyor.
• Ve İsviçre’deki CERN merkezinde, kurşundan altın elde edildi. Şimdi de hedef nadir elementler.
Geleceği kim inşa edecek?
Sadece madeni olan mı, yoksa alternatifi düşünen mi?
Gelecek, elementi mi; zekâyı mı seçecek?
Bu sadece bir kaynak yarışı değil, bir medeniyet sınavıdır.
Geleceğin kazananı, sadece lantanum ve diğerlerine sahip olanlar değil… Alternatifini geliştiren, geri dönüşüm sistemini kuran, doğayı koruyan olacaktır. Belki de aramızdaki bazı simyacıların…
Çünkü bu yarışta geride kalmak, sadece ekonomik olarak değil, teknolojik olarak da tarih dışı kalmak demektir. Sizlerle bir savaşın resmini çizdim. Ama bu savaşın galibi biz olabiliriz…
Yeter ki:
•Teknolojiyi anlamakla yetinmeyelim, onu şekillendirelim.
•Elementlerin ardındaki sistemi görelim.
•Ve en önemlisi: Görünmeyeni görelim.
Çünkü gelecek, sadece keşfedenin değil… Sorumluluğu üstlenenlerin olacak!
Nadir elementler ve sessiz teknoloji savaşı
Nadir elementler ve sessiz teknoloji savaşı

Paylaş: