Geçtiğimiz hafta iktidar partisi milletvekilleri tarafından TBMM’ne sunulan torba yasa teklifinde; Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda yapılacak değişiklikle, rütbe bekleme sürelerinin Cumhurbaşkanı kararıyla değiştirilebilmesi ve Cumhurbaşkanınca teğmen-albay rütbesinde bulunan subaylardan uygun görülenler hakkında ayırma kararının verilebilmesi hususları yer aldı.
Teklifin gerekçesinde; “Müesses disiplinin muhafazası, Türk Silahlı Kuvvetlerinin harekât etkinliğini akamete uğratabilecek vahim disiplinsizlik olaylarına karşı hızlı ve etkili sonuçların alınmasına yönelik tedbirlere başvurulmasının zaruri olduğu, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gücü ve etkinliğinin korunmasının amaçlandığı” hususlarına yer verildi.
Aynı düzenleme 2023 yılında kararnameyle yapılmış ancak Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti. Silahlı kuvvetlerimizin derin tecrübelerle yüzlerce yılda oluşturulan ve aksaksız yürüyen personel sistemini kökünden değiştirebilecek böyle bir yetkinin cumhurbaşkanı da olsa bir kişiye verilmek istenmesi ve bu konunun ısrarla gündeme getirilmesi tepki ve eleştirilere neden oldu.
Türk Silahlı Kuvvetlerinde subay ve astsubayların rütbe bekleme süreleri yasayla belirlenmişti ve aksamadan yürütülmekteydi. Albaylar için bu süre 6 yıldı, Albay rütbesinde 8’nci yılını dolduran subaylar Yüksek Askerî Şûra (YAŞ) kararıyla kadrosuzluktan emekli edilirlerdi. 2017 yılında çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameyle 8 yıllık süre kaldırıldı, ilk yılını dolduran albaylardan bazıları emeklilik hakkını kazanıp kazanmadığına bakılmaksızın YAŞ kararıyla emekli edilmeye başlandılar. Öyle görünüyor ki; 2017 yılında çıkarılan bu KHK yeterli görülmedi, sadece albayları değil bütün subayları kapsayacak bir düzenlemeye ihtiyaç duyuldu. Bu yeni yasa teklifi kabul edilirse yaş ve rütbesine bakılmaksızın bazı subaylar Cumhurbaşkanı kararıyla ordudan ihraç edilebilecek, bazıları rütbe bekleme süresi gözetilmeden terfi ettirilebilecek, bazılar ise aynı rütbede yıllarca görev yapmaya mecbur bırakılabilecektir. Bu durumun; müesses disiplinin muhafazası, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gücü ve etkinliğinin korunması ile izah edilmesi bence inandırıcı değildir.
2000’li yılların başından bu yana Türk Silahlı Kuvvetlerinin personel yapısını hedef alan uygulamalar herkesin malumudur. İşe Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy v.b. kumpas davalarıyla başlanmış, general ve amiraller dahil en değerli kadrolar tasfiye edilmiştir. 28 Şubat 1997 yılında dönemin hükümeti ile birlikte Milli Güvenlik Kurulunda alınan kararlar, üzerinden çeyrek asır geçtikten sonra darbe girişimi olarak gösterilmiş, 85-90 yaşlarına gelmiş general ve amiraller mahkûm edilmiştir. Kanal İstanbul projesinin Montrö Boğazlar Sözleşmesi üzerinde yaratacağı durumun ülkemizi zor durumda bırakacağını savunan emekli amiraller darbeye teşebbüs iddiasıyla göz altına alınmışlardır. Kuvvet Komutanlıkları Millî Savunma Bakanlığına, Jandarma Genel Komutanlığı İç İşleri Bakanlığına bağlanmış, Genelkurmay Başkanlığı etkisizleştirilmiş, silahlı kuvvetlerimizin emir-komuta birliği ortadan kaldırılmıştır. Askeri liseler kapatılmış, hangi eğitim sistemlerinden geçtiği belli olmayan öğrencilerin Harp Okullarına girerek subay yapılmasının önü açılmıştır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin en önemli eğitim kurumlarından birisi olan Gülhane Askeri Tıp Akademisi ve askeri hastaneler kapatılarak askeri sağlık sistemi yok edilmiştir. Atatürk İlke ve Devrimlerini, Atatürkçü Düşünce Sistemini savunan subaylar disiplinsizlikle suçlanarak ordudan ihraç edilmişlerdir. Bütün bu tablo milletimizin gözü önünde yaşanmışken bugün hayata geçirilmeye çalışılan uygulamaların hangi amaca hizmet edeceği çok iyi değerlendirilmelidir.
Eğer AYM kararına rağmen ısrarla hayata geçirilmeye çalışılan bu düzenlemenin; bir siyasi ideolojiyi desteklemesi, oluşturulmaya çalışılan siyasi sistemin ve bu sistemi kurmak ve sürdürmekle görevlendirilenlerin güvenliğini sağlamaya hizmet etmesi düşünülüyorsa ortada çok büyük bir yanılgı var demektir. Dünya harp tarihinde ulusal değerler göz ardı edilerek kurulan orduların başarıya ulaştığı görülmemiştir. Bunun en son örnekleri Irak ve Suriye’dir. Irak’ta Saddam’ın kendi ideolojisine yakın aşiretlerden oluşturduğu 5’nci Kolordusu ABD’nin saldırılarına üç gün bile dayanamamıştır. Suriye’de Esad’ın rejim orduları; bir terör örgütü olan HTŞ’nin saldırılarına bile karşı koyamamış, bir hafta içinde ülkeyi teslim etmiştir. Bu tip silahlı örgütlenmelerde ulusal değerlere bağlılık yerine kişiye bağlılık ve biat kültürü hakimdir. Biat edilen kişi siyasi gücünü ve otoritesini yitirmeye başladığında çevresi boşalmaktadır. Bu durumda askeri personeli motive edecek hiçbir şey kalmamakta, bu da askerin savunma azmini kırmaktadır. Biat edilen siyasi figür ortadan kalktığında da ordunun dağılması kaçınılmaz olmaktadır. Böyle bir ülkede amacına ulaşmak için harekete geçen emperyalist devletlerin ilk hedefi bütün yetkiyi elinde bulunduran liderdir. Bu lider ortadan kaldırıldığında başta güvenlik olmak üzere bütün sistem süratle yıkılacaktır. Irak ve Suriye’de yaşananlar bundan ibarettir.
Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün “Milli Savunma ve Askerlik Sanatı” üzerine kaleme aldığı eserler dikkatle incelenmeli, “Bir ordunun kudreti zabitan (subaylar) ve kumanda heyetinin kıymetiyle ölçülür” sözü akıllardan çıkarılmamalıdır.
Milli savunma tek kişiyle sürdürülemez
Milli savunma tek kişiyle sürdürülemez

Paylaş: