.
Ekonomik Göstergeler
Dolar
29.84 ₺
Euro
32.45 ₺
GBP
1.124 ₺
JPY
7.842
Ana Sayfa
Gündem
Spor
Köşe Yazıları
Podcast

Meclis Komisyonu iktidarın yönlendirebileceği şekilde kuruldu

Okuma Süresi: 5 Dakika
Toplam Okunma: hesaplanıyor...
Meclis Komisyonu iktidarın yönlendirebileceği şekilde kuruldu
Meclis Komisyonu iktidarın yönlendirebileceği şekilde kuruldu
Paylaş:
Gazeteci Yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke gündeminin başında gelen olay ve gelişmelerle ilgili sorularını cevapladı. 

GÖZLEM – Gazeteci Fatih Altaylı’ya Cumhurbaşkanı’ndan tehditten 4 yıl 2 ay ceza verildi. Altaylı beklentilere karşın tahliye edilmedi. Nasıl yorumluyorsunuz?
K – Fatih Altaylı you tube kanalındaki bir yorumundan dolayı gözaltına alınmış ve tutuklanmıştı. Altaylı bu yorumunda, yapılan bir ankete göre, halkın yüzde 70’inin Cumhurbaşkanı’nın ömür boyu görevde kalmasını istemediğini belirterek “Bu milletin uzak geçmişine bak. Bu millet padişahını boğmuş, yuhlamış bir millettir. Azuz değildir öldürülen, suikaste kurban giden Osmanlı padişahı. Komploya kurban giden veya boğazlanan veya intihar süsü verilen. ..Bu halk seçme hakkının elinden alınmasından hoşlanmaz. O yüzden ki burada hakiki bir diktatörlük kurma hayali olanlar asla kuramazlar. Tam kurduklarını sanarken bir de bakarlar ki kuramamışlar” demişti. Altaylı, başında Akın Gürlek’in bulunduğu İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın iddianamesiyle, Türk Ceza Kanunu’nun 106/1 “Tehdit” ve 310/2 “Cumhurbaşkanı’na süikast ve fiili saldırı” maddeleri kapsamında tutuklanmıştı. TCK 106/1 “Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” hükmü içeriyor. Altaylı’nın kendisinin Cumhurbaşkanı’na dönük böyle bir saldırı gerçekleştireceğine ilişkin bir ifadesi yok. Eğer kötü niyetli bakarsanız, ifadeleriyle Cumhurbaşkanı’na gözdağı vermek istediği sonucu çıkartılsa bile, o da bir saldırı gerçekleştirmekle ilgili olmadığı için yine tehdit kapsamına girmez. TCK 310/2 ise “Cumhurbaşkanı’na karşı (310/1’de belirtilen suikast suçu hariç) diğer fiili saldırılarda bulunan kimse hakkında, ilgili suça ilişkin ceza yarı oranında arttırılarak hükmolunur” hükmünü içeriyor. Burada da Altaylı’nın yapmış olduğu “fiili” bir saldırı yok. Dolayısıyla ortada bir tehdit de yok, fiili bir saldırı da yok. Hatta savcılığın da böyle düşündüğünü Altaylı hafta içindeki mahkemede “iddia makamı da benim Sayın Cumhurbaşkanı’nı tehdit etmediğimi mütalaasının sonunda zımnen belirtiyor. Çünkü diyor ki ‘Cumhurbaşkanı’na bir saldırı gerçekleştirileceğinden bahisle’. Yani benim böyle bir şey gerçekleştireceğimi söylemiyor... birinci tekil şahıs ‘gerçekleştireceğinden bahisle’ demiyor. O yüzden çok açık ki savcılık makamamız da görüyor ki benim böyle bir niyetim yok. Benim böyle bir kastım yok” ifadeleriyle kanıtladı.
GÖZLEM – Ancak buna rağmen kendisine 4 yıl 2 ay ceza verildi. Neden?
K – Tamamen iktidarın oluşturmaya çalıştığı baskı ortamının bir sonucu. Altaylı’ya verilen bu cezayla aslında bağımsız yorum yapmak isteyenlere bir gözdağı verilmiş olunuyor. Hatta savcının istediği gibi 5 yıl değil de 4 yıl 2 ay ceza verilerek Altaylı’nın Yargıtay’da temyiz hakkı da elinden alınıyor. Bu kararın hukuka uymadığını, hukuku esas alan AKP’liler bile biliyor. Altaylı’nın tutuklandığı dönemde eski AKP MYKY üyesi Mücahit Birinci bile, sosyal medya hesabından işin özünü ve yanlışlığını ifade eden şu paylaşımda bulunmuştu: “‘Cumhurbaşkanı’na tehdit’ şeklinde ihdas edilmiş özel bir suç tipi yoktur. Tehdit suçu TCK 106’da düzenlenmiştir. TCK 310 ise Cumhurbaşkanı’na Süikast ve Fiili Saldırı suçunu düzenler. Bu, beyanla ve/veya düşünce ile işlenebilecek bir suç değildir. Hem süikast, hem de fiili saldırı ancak ve ancak fiziki bir hareketle gerçekleştirilebilir. Dolayısıyla hiçbir beyan TCK 310 kapsamına girmeyecektir. ... Siyasi kimliğimle öfkeli olduğum bir şahsa karşı, hukukçu kimliğimle yukarıdaki yorumu yapabiliyor olmamı iyi anlamak lazımdır. Zira ben hukukun her kesime, siyasi görüşü ne olursa olsun her vatandaşa lazım olduğuna inanmaktayım.”

GÖZLEM – Önceki hafta sonunda, Meclis’te oluşturulan “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu”nun kapalı oturumundan Abdullah Öcalan ile görüşme kararı çıktı. CHP İmralı’ya gitmeyi reddederek oylamaya katılmadı. Demokrat Parti karşı oy vererek Komisyon’dan ayrıldığını açıkladı. Ziyaret kararının sonunda da, Komisyon’un belirlediği AKP, MHP ve DEM’li üç milletvekili kamuoyuna bir açıklama yapılmadan İmralı’da Öcalan ile görüşmeyi gerçekleştirdi. Ne düşünüyorsunuz?
K – Bir defa Meclis’te oluşturulan 51 kişilik Komisyonun oy yapısı, baştan itibaren tüm sürecin iktidarın, MHP ve DEM ile beraber kurgulayabilecekleri şekilde bir aritmatikle kurulmuştu. Bu üç parti beraber 32 oya ulaşıyorlardı. Bu Komisyon’un oluşturulma sürecinde bu yapıya CHP’nin itiraz etmemesi, muhalefetin söz söyleyebileceği bir dengenin oluşturulmamış olması zaten baştan bir “oldu bitti” ortamının yaratılmasına olanak tanıdı. Oluşturulan 3 kişilik heyetin İmralı’ya apar topar ve gizli saklı itmesi, heyetin AKP’li üyesinin gittikten sonra “gitmedim” demesi, ancak aynı gün heyetin İmralı ziyaretinin gerçekleştirildiğine ilişkin Meclis açıklamasıyla yalanlanması, Öcalan ile görüşmede MİT’in bulunmaması, içeride kayıt alınmasına karşın konuşulanların bir tutanak ile açıklanmaması ve DEM’li vekilin ısrarına karşın fotoğraf çektirilmemesi İmralı gezisinin iktidar içinde de ciddi biçimde “sorgulandığını” ortaya koyuyor. Öte yandan Nefes’in haberine göre, Öcalan’ın heyete “Keşke CHP de gelseydi” dediği doğruysa, Öcalan ve belli Kürt siyaseti açısından bu ziyaretin esas amacının “Öcalan’ın görüşlerini Komisyon’a aktarması” değil, “CHP’nin Öcalan’ın meşrulaştırılmasına katkı vermesi” olduğu anlaşılıyor. Öcalan’ın görüşmede “Suriye’deki YPG dahil sürecin önündeki tüm engelleri aşabileceklerini söylemesi ve bunun için çizdiği bir yol haritasının olması” bende, iktidarın “Öcalan’ın affı, siyasete dönmesi ve PKK’nın Türkiye’den çekilmesi” karşılığında “PKK’nın varlığının Kuzey Suriye’de önce federe belki sonra ayrı bir devlet yapısıyla SDG içinde sürdürülmesi için izin verileceği” pazarlığının yapıldığı algısını doğurdu.
GÖZLEM – İmrali “ziyareti”ne CHP’nin katılmamasını nasıl karşılıyorsunuz?

K – CHP’nin kurulan tuzağa düşmemesi doğru oldu. Sadece ideolojik olarak değil, seçmen tarafından bakınca da bu böyle. Çünkü Area Araştırma’nın Komisyon kararından sonra yaptığı araştırma CHP’nin kararının tüm Türkiye genelinde yüzde 55, CHP seçmeninde yüzde 86 oranında olumlu karşılandığını ortaya koyuyor. Hafta içi Cumhuriyet’e verdiği özel röportajda CHP’nin İmralı sürecine dahil edilmesi çabalarını CHP Genel Başkanı Özgür Özel bakın nasıl anlatıyor: “Biz daha kararımızı vermeden önce AKP’de etkili bir isim bize ‘Siz de gelin adaya. Zaten video olmayacak, fotoğraf olmayacak. Ne gün gidildi, dönüldü belli olmayacak. Çünkü gazeteciler bekler orada. Helikopterin kalktığı, indiği belli olmayacak. Gidildikten sonra bir gün sorulacak. ‘O iş yapıldı’ denecek. Hatta istiyorsanız kimin gittiği bile gizli kalabilir. ‘CHP’den biri gitti’ deriz. İlla gelin’ dedi. Ben de ‘Gitmek mi bu o zaman?’ dedim. O da ‘Bu iş böyle olacak’ dedi. Bu ziyaretten bizi alıkoyan neyse, AKP de bunu görüyor. Bunun kendince bir maliyet yaratacağını düşünüyor. Üstlenmemek için böyle yapılıyor.” CHP’nin gitmemesi çok doğruydu. Ancak CHP’nin Komisyon’da kalmaya devam etmesi yine son dönemde yaşadığı “samimiyet” sorununu gündeme getirecek. “Öcalan ile görüşmedik” savunmasıyla, görüşen Komisyon’un nihai kararlarına imza atmak büyük bir çelişki.
GÖZLEM – İktidara yakın Sabah Gazetesi, hafta içinde “asgari ücrete 2026 için yüzde 20-25 arasında zam yapılmasının beklendiğini” yazdı. Böyle olursa en fazla 27 bin 630 liraya çıkacak olan asgari ücret ekim ayı açlık sınırı olan 28 bin 412 liranın bile çok altında kalıyor. Neden böyle bir dayatma yapılıyor?
K – Yandaş medya sadece iktidara yandaş değil. Aynı zamanda çalışana karşı sermayenin de yanında. Çünkü başta kendisi, medya gücünü kullanıp esas olarak başka işlerden para kazanıyor. Yazılı basındaki tiraj kaybının çok ciddi boyutlara ulaşmasının bir nedeni de bu. Asgari ücretteki artış sermayenin maliyetini ciddi biçimde arttıracağı için “işveren” bunu sınırlamak istiyor. Bu yıl işverenin isteği olarak konuşulan zam oranı yüzde 25. Bu algı yaratılmak isteniyor.