.
Ekonomik Göstergeler
Dolar
29.84 ₺
Euro
32.45 ₺
GBP
1.124 ₺
JPY
7.842
Ana Sayfa
Gündem
Spor
Köşe Yazıları
Podcast

Hafızamızda depremin yeri var mı?

Okuma Süresi: 3 Dakika
Toplam Okunma: hesaplanıyor...
Hafızamızda depremin yeri var mı?
Hafızamızda depremin yeri var mı?
Paylaş:
Sürdürebilirlik son zamanlarda en çok kullanılan sözcüklerin birisi. Ancak gündelik yaşamda hemen hemen hiç uygulanmayan bir sözcük durumunda. Kişi olarak da toplum olarak da ciddi bir hafıza kaybı yaşanıyor. Geçmiş anımsamak istenmiyor ya da görmezden geliniyor. Oysa geçmişten dersler çıkarmak, o hataları yinelememek, doğruyu bu yolla bulmak iyi olmaz mıydı?

26 yıl öncesi

Bu hafta 17 Ağustos 1999 Marmara depreminin yıldönümünde de gerçeklerden kopuk duygusal sahneler yaşandı. Özellikle merkezi karar vericilerin açıklamaları son derece yetersiz kaldı. 1939 yılındaki Erzincan depremi daha büyük bir yıkım getirmiş olsa da Marmara depremi ciddi bir toplumsal bilinçlenmeye neden oldu. 20 bine yakın canımızın yitirilmesi, on binlerce vatandaşımızın yaralanması bir yana oluşan yıkım ülke çapında şok etkisi yarattı. Halkımız deprem olgusunun, ülkemizin yüksek riskler taşıyan bir deprem ülkesi olma gerçeğinin Marmara depremi ertesi bilincine vardı. Bunda haberleşme ve iletişim alanlarının gelişmesinin ve yaygınlaşmasının, bilimsel konulardaki ilerlemenin katkısını inkâr edemeyiz.
TÜBİTAK çerçevesinde ‘Deprem Konseyi’nin oluşturulması, deprem yönetmeliklerinin yenilenmesi, başta İzmir’de olmak üzere ‘deprem senaryoları’nın hazırlanması, mühendislikte yetkinlik konusunun tartışılması, yapı denetiminin devreye girmesi, deprem tehlikesi altındaki daha çok sayıda riskli yapının yenilenmesi, AFAD’ın (Acil Durum ve Afet Yönetimi Başkanlığı) oluşturulması vb. Marmara depremi sonrası gündemimize girdi. Ne var ki yine karşımıza ‘sürdürebilirlik’ olgusunun anlamsızlığı gerçeği çıktı. 2007 yılında ‘Deprem Konseyi’ ortadan kaldırıldı. Meydan, çeşitli televizyonlarda ya da sosyal medya ortamlarında halkın kafasını karıştıran sözde bilim insanlarına kaldı.

Afet planları kağıt üstünde kaldı

AFAD, 2011 yılında oldukça ayrıntılı ‘Ulusal Deprem Stratejisi ve Eylem Planı’ hazırladı. Uygulanabildi mi? Ne yazık ki hayır. Planda belirtilenler ciddi olarak yerine getirilseydi, 2011 yılında Van’da, 2020 yılında Elazığ ve İzmir’de, 2023 yılında 11 ilimizde yaşananlara tanıklık edilmezdi. Özellikle Kahramanmaraş merkezli 6 Şubat depremlerinde 70 bini aşkın canımıza mal olan felaketlerin büyük bir bölümü yaşanmazdı. Sorunlar ve öneriler kağıt üstünde kalmasaydı Cumhurbaşkanının ifadesiyle 100 bin doların üzerindeki bir yük ülkenin sırtına binmezdi. Söz konusu Plan, 5 yıl içinde ülke çapında yapı envanterinin çıkarılmasını öngörüyordu. Binaların taranmasıyla en riskli binaların tespiti mümkün olabilecekti. Benim bildiğim kadarıyla envanter çalışması bir tek İzmir’de gerçekleştirildi. İnşaat Mühendisleri Odası İzmir şubesinin katkılarıyla İzmir Büyükşehir Belediyesi (İzBB), 2013 yılında Balçova ve Seferihisar ilçelerinde 10 bin kadar binayı, 2020 Sisam depreminden sonra da Bayraklı ve Bornova’da 100 bine yakın binayı taradı.  ODTÜ öğretim üyelerinin bilimsel desteğiyle yapılan çalışmalar sonucu 4 bin binanın kritik durumda olduğu tespit edildi ki İzBB Başkanı Cemil Tugay’ın, özellikle bu kritik binalar üzerinde duracaklarını açıklaması envanter çalışmasının önemini yansıtıyor. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının deprem riskinin fazla olduğu kentlerde, özellikle de İstanbul ve çevresinde bu çalışmayı bir an önce başlatması gerekli. İstanbul için 70 bin tehlikeli binadan söz ediliyor. Envanter çalışması yapılmadan bu tehlikeli binalar nasıl tespit edilebilecek?

Güçlendirmeye ağırlık verilmeli

Bakanlığın yeni bina yapmak yerine güçlendirme çalışmalarını kolaylaştıracak, mali yükü azaltacak arayışlar içinde olması da gerekiyor. Çünkü yeni bina yapımı hem daha masraflı hem de eldeki olanaklarla zamanında bitirilemiyor. Kahramanmaraş ve Antakya depremleri ertesi yeni bina yapma girişimlerinin ancak dörtte biri sonlanabildi. Demek ki rantı değil halk çıkarlarını öne plana çıkaran bir anlayışın geçerli kılınması zorunlu. Yapıyoruz ediyoruz denilerek ileri sürülen savların ne kadar algı oyunları yapılırsa yapılsın bir gün açığa çıkacağı kaçınılmaz. Ranta değil halkın gereksinmelerine el uzatılmalı.