Sabah gözümüzü açtığımızda çoğumuzun ilk hamlesi başucumuzdan ayırmadığımız telefon ekranları oluyor. Oradan akıp giden haberler, yorumlar, her yeni günle birlikte değişen gündemler!
Öyle bir girdabın içine düştük ki, bugünü yaşamak yerine, hep bir sonraki gün ne olacağının kaygısı, beklentisi her birimizde… Bitmek bilmeyen yarın telaşı… Elimizden alınan bugünlerimiz… Hep limitlerde süregiden hayatlar…
Siyasi arenada her gün yeni bir tartışma, yeni bir polemik… Ülkenin kaderini değiştirecekmiş gibi sunulan çıkışlar, sonra hızla unutulan birçok şey… Enflasyon rakamları, asgari ücret tartışmaları, emekli maaşları… Her biri rakamların ötesinde, her hanenin mutfağında, her sofrada yaşanan birer gerçek aslında… Ekonominin diliyle konuşulup, hayatın gerçeğiyle çarpışan bir denklem içerisinde bocalayıp duruyoruz… Bir yandan "büyüyoruz" derken, diğer yandan vatandaşın alım gücünün nasıl eridiğini görmezden gelemeyiz.
Kadın cinayetleri, çocuk istismarı bitmeyen utancımız memlekette… Ve her geçen gün artan rakamlarla aynı vakalar… Birileri bir kadını öldürüp, valiz içerisine koyup elini kolunu sallaya sallaya izini kaybetmeye çalışırken… Sadece cebini düşünerek Çevre Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporundan kaçınarak doğayı katledenlere dokunulmazken… Adaletin yerini bulması için sokaklardan yükselen haykırışlar sürerken… Kayyum rektörlerle idare edilen üniversitelerin sayısı artarken… Toplumun vicdanını kanatan bu yaralar yaşanırken, birileri çıkıp gündemi değiştirmek adına tuhaf tartışmaların peşine düşebiliyor.
Tüm bu olumsuzluklar içerisinde iyi bir ekonomiden, kalkınmadan, üretimden, normalleşmeden, huzurdan ve refahtan bahsetmek ne kadar mümkün yönetenler izah etsin…
Asıl mesele şu; bize sunulan ve sürekli değişen ve de kontrolümüz dışında adeta beynimizi hapseden bir gündem belirleme mekanizması var. Bu gündemin içine öyle çekiliyoruz ki, asıl konuşmamız gerekenler unutturuluyor… Üretimden, eğitimden, bilimden, sanattan, insandan uzaklaşan bir tartışma sarmalının içinde savrulup gidiyoruz. Tüm bunlara kaptırırken kendimizi ormanlar yanıyor cayır cayır, zeytin ağaçları kesiliyor “kesmeyin” çığlıkları içerisinde… Sürekli bir başkasının ne dediğini ne yapacağını bekliyor, kendi hayatlarımızın kontrolünü sanki başkalarına devretmişçesine…
Bu bitmek bilmeyen yarın telaşı aslında bugünkü sorunlarımızın üzerini örtüyor. Gelecek kaygısı, bugünü yaşama sevincimizi elimizden alıyor. Nutkumuz tutuluyor sanki…
Oysa bizler, bu topraklarda yüzlerce yıldır birlik olmayı, zorluklara omuz omuza göğüs germeyi bilmiş bir milletiz.
Artık her sabah güne başladığımız telefon ekranlarından başımızı kaldırıp, yanımızdaki komşuya, sokaktaki esnafa bakma, konuşulmayanları konuşma, dertleri paylaşma ve en önemlisi o birleştirici gücümüzü yeniden hatırlama zamanı. Çünkü biliyoruz ki, asıl gündem halkın refahı, adaleti ve huzuru. Gerisi, sadece bir gölge oyunundan ibaret.
Olması gereken ise bu gölge oyunundan çıkabilmek…
Gölge oyunundan çıkmalıyız artık…
Gölge oyunundan çıkmalıyız artık…
Paylaş: