.
Ekonomik Göstergeler
Dolar
29.84 ₺
Euro
32.45 ₺
GBP
1.124 ₺
JPY
7.842
Ana Sayfa
Gündem
Spor
Köşe Yazıları
Podcast

Erdoğan ‘Demokrasi bir araçtır’ demişti, o süreç yaşanıyor

Okuma Süresi: 5 Dakika
Toplam Okunma: hesaplanıyor...
Erdoğan ‘Demokrasi bir araçtır’ demişti, o süreç yaşanıyor
Erdoğan ‘Demokrasi bir araçtır’ demişti, o süreç yaşanıyor
Paylaş:
Gazeteci Yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke gündeminin başında gelen olay ve gelişmelerle ilgili sorularını cevapladı.
****
GÖZLEM – Gazeteciler Timur Soykan ve Murat Ağırel’in gözaltına alınıp tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilmelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
K – Her ne kadar adli kontrol ile serbest bırakılmış olsalar da nihayetinde Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınıp tutuklanmasıyla zirve yapan iktidarın baskılarının bundan sonra artacak bir şekilde başta basının olmak üzere tüm muhalif kesimlerin üzerine gideceği belliydi. Üç hafta önce İmamoğlu’nun gözaltına alınması ile ilgili sorunuza “Bunu, ... muhalefetin topyekün bastırılmasına dönük daha kapsamlı ve yaygın adımların izleyeceği anlaşılıyor... Bu tür saldırıların yaygınlaştırılıp derinleştirilerek muhalif basın, sivil toplum ve diğer muhalefetin o veya bu şekilde bertaraf edilmelerine dönük kurguların kayyum-kumpas düzenekleri ile beraber şimdiden planlanmış ve uygulamaya sokulmuş olması muhtemeldir ve hep yeni dönemde beklenecek gelişmeler olacaktır. Erdoğan ‘Demokrasi bir araçtır’ demişti. O süreç yaşanıyor” yanıtını vermiştim. Şimdi bu durumun “uygulama” sonuçları görülüyor. Erdoğan bundan başka bir yol izleyemez, burada duraksadığı, geri attığı yönde bir algı veremez. Hesabını, baskıyı arttırarak baş kaldıranları sindirmek zorunda olduğuna göre yapıyor.
GÖZLEM – İktidar, tepkiler artarken, “gençleri demir parmaklar arkasında tutmak” ile “ne yapmak” istiyor?
K – Erdoğan en çok sokaktan çıkacak bir tepki hareketinden korkuyor. Gezi Parkı olayları kendisinde ciddi bir travma yarattı. Bu sefer de aralarında muhafazakârların da olduğu gençlerden ciddi bir dip dalgası gelmesi kendisini şoke etmiş olsa gerek. Üstelik Ekrem İmamoğlu’na gözaltının tepkisi olarak ortaya çıkan bu hareketi, Gezi olaylarında olduğu gibi radikal, terör gruplarıyla aynı kareye koyup bir algı yaratmak bu sefer o kadar da kolay gözükmüyor. Öte yandan Erdoğan bir taraftan gençleri baskı altına almaya çalışırken, diğer taraftan kendisine karşı çok güçlü bir cephe oluşturduğunun ne kadar farkında bilemiyorum. Gözaltına alınan ve bu yolla cezalandırılmaya çalışan gençlerin sayısının bin, bin beşyüz civarında olmasına karşın, gençliğin, belki daha önceden “apolitik” hatta “iktidar yanlısı” olan çok büyük bir kesimi de kendilerini bir anda bu gençlerle özdeşleştirdiler. Burada hesabını iyi yapamadığı kadar, başka atabilecek adımı olmamasının da etkisi olduğunu düşünüyorum.
GÖZLEM – CHP’nin “her hafta bir miting” uygulaması konusundaki görüşünüz; hedeflenen sonuca ulaşabilecek mi?
K – Her hafta Çarşamba günleri İstanbul’un bir ilçesinde, hafta sonunda ise bir ilde bir miting uygulaması eğer sürdürülebilirse, sadece sürdürülmesi bile heyecanı ayakta tutması, sürekli gündemde yer alması ve dikkat çekmesi açısından iktidara karşı çok önemli bir muhalif etkinlik olur. Erdoğan’ın İmamoğlu’nun gözaltına alınmasına dönük tepkilerin zaman içinde azalacağı hesabı belki kısmen doğru olsa bile, buna dönük tepkilerin tamamen sonlanmaması ve sonlanmadığını göstermesi açısından bu uygulamayı çok önemsiyorum. Bu nedenle de iktidar şimdi daha henüz biraz “şaşkınlık” safhasında olmalarına karşın, bu mitinglere karşı elinden gelen her çeşit engellemeyi yapmaya çalışacaktır.
GÖZLEM – Bugünün medyası “dördüncü güç” görevini yapıyor mu; neden korkuluyor?
K – Aslında medyanın objektif kesimi görevini ciddi biçimde yapıyor. Burada rant iktidarın elnide olduğu için sayısal açıdan “yandaş” olarak adlandırdığımız medyanın daha büyük olması, bu medyanın etkisini aynı oranda büyütmüyor. Esas olarak “objektif” veya muhalif medyanın elinde daha ilginç, daha ilgi çeken ve bu nedenle çok daha fazla kişiye ulaşan bir malzeme var.
GÖZLEM – Prof. Dr. Ümit Özdağ, 21 Ocak'ta, "Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama Suçu" işlediği iddiasıyla tutuklandı ve o gün bugündür Silivri Cezaevinde. Ama iktidar partisi yöneticileri, “kendi partilerini geride bıraktığı” görülen “Atatürk’ün kurduğu Ana Muhalefet Partisi hakkında” çok ağır konuşma ve açıklamalar yapılıyor. Özdağ’ı tutuklayan yargı, soruşturma bile açmıyor; ne düşünüyorsunuz?
K – Tabii ki bu, yargının maalesef iktidarın icraatına karşı uygulama yapacak bağımsızlıkta olmamasından ileri geliyor. Bu tür bir soruşturma açacak savcıların hiç şüphesiz, son dönemde buna benzeme hali gösteren bir kaç örnekte görüldüğü gibi, hızla görevlerinden alınmaları ve cezalandırılmaları kaçınılmaz.

GÖZLEM – Cumhurbaşkanı Erdoğan, grup toplantısında “Cumhuriyet’in ‘kurucu’ ikinci cumhurbaşkanı” İsmet İnönü'yü hedef alarak, “İnönü’nün ‘koltuğu çok sevdiğini ve 23 yıl o koltukta oturduğunu” söyledi. Görüşünüz?
K – İnönü’nün demokrasi anlayışı olmasaydı Türkiye çok partili döneme o kadar kolay ve çabuk geçemezdi. İnönü’nün yaklaşımı sayesinde iktidar demokratik kurallar içinde el değiştirdi ve bu durum o dönem Türkiye’nin gerçek demokrasiye geçişindeki en önemli ve katkı sağlayan adımlardan biri olmuştu. İnönü’nün CHP koltuğunu bırakmaması da söz konusu değildi. İnönü koltuğu gerektiği gibi doldurduğu ve güçlü olduğu dönemde bırakmadı ama kendisi yerine geçmesi en muhtemel siyasetçi olan Bülent Ecevit’i partinin 2. koltuğuna oturtarak aslında kendisinin bir “koltuk sevdalısı” olmadığını ortaya koydu. Buna karşın AKP’nin genel başkanlığını partili cumhurbaşkanı olamadığı 3 yıl hariç 24 yıl öncesinden beri yapan Tayyip Erdoğan ise, bırakın kaç seçimden önce taahhüt ettiği gibi “seçmenden son kez oy istemesini”, şimdi demokrasiden otokrasiye geçişin taşlarını döşüyor. Bu şekilde ömür boyu iktidarda kalmanın kurgusunu planlıyor ve uyguluyor.
GÖZLEM – MHP’nin dışında “milliyetçi partiler” var; anketler gösteriyor ki, toplam oyları, “içinden çıktıkları” Bahçeli’nin partisini geçiyor; neden birleşmiyorlar?

K – İki sebepten. Birincisi henüz erken ve böyle bir birleşmede 2+2’den daha fazla bir büyüklük sağlayacak seçim faktörü henüz devrede değil. Bir diğer neden de, 6’lı Masa ve devamındaki genel seçim sonuçlarının transferler, ideolojik sapmalar gibi ortaya koyduğu durumların hüsranı nedeniyle şu anda “birleşme” küçük de olsa tüm muhalif kesimlerde biraz “travmatik” bir konu. Sanırım zaman geçtikçe ve umut edilir ki seçim yaklaştıkça, önceki birleşmelerden gerekli dersler çıkartılarak, daha faydalı sonuçlar verecek yeni birleşmeler ortaya çıkacaktır.

GÖZLEM – ABD Başkanı Trump, ABD’nin diğer ülkelere uyguladığı tarifeleri yüzde 10 ile yüzde 50 arasında arttırarak dünya piyasalarını altüst etti. “ABD’nin altın çağı geri geliyor. Bugün ekonomik bağımsızlığımızı ilan edeceğiz” dedi. Hedefi ne?

K – Bu konuyu Sözcü’de Ege Cansen çok güzel özetledi: “Batı dünyasının lideri ABD devasa bir ekonomidir. Ama kamu borcu 36 trilyon doları aşmış, 2024’te bütçesi 1.8 trilyon dolar açık vermiş ve yıllık cari işlemler açığı 900 milyar dolar dolayında seyreden ve kendi para birimiyle de olsa yabancı devletlere borcu 10 trilyon dolara ulaşmış, sorunlu bir ülkedir. Trump bu sorunların kaynağını devletin ‘bütçe açığı’ ile ülkenin ‘ticaret açığı’ olarak görmektedir. ... Kural olarak, ticaret açığı veren ülkeler paralarının değerini düşürerek, ihracatta fiyat rekabeti güçlerini artırırlar. Bunun için ya devalüasyon yapar ya da paralarının değer kaybetmesini teşvik ederler. ABD (Fed) devalüasyon yapamaz. Bu, dolarlı varlıklara yatırım yapmış ülke ve insanlara kazık atmak olur. Muhteşem dolarının karizması çizilir. Üstelik diğer devletler de misilleme olarak aynı şeyi yapabilir. Anlaşılıyor ki, mevcut şartlar altında ABD’nin ihracatını artırarak ‘ticaret açığını’ kapaması imkansızdır. Geriye ithalatı azaltarak ‘dış ticarette dengeye gelme’ seçeneği kalıyor. Trump da ‘gümrük vergilerini artırmanın’ bu sonucu sağlayacağını umuyor.” Ben, bu yöntemlerin Trump’ın istediğini iddia ettiği hedeflere ulaşmasını sağlayacağını düşünmüyorum. Çünkü tarifelerin yükseltilmesi ABD’de hem ürünlerin fiyatını arttıracak, hem de alım gücünü düşüreceği için özel sektöre ve dolayısıyla istihdama darbe vuracak. Ama alınan kararların, “Amerika’yı yeniden büyük yapacağız” sloganıyla etki altına almak istediği bazı Amerikalıların, kendilerini iyi hissetmesini sağlayacağı kesin.