Dolarizasyon; bir ülkenin kendi parasının kullanım gücünü yitirmesi ve yerini ABD para birimine terk etmesidir. Ancak bu tanım; bugün Türkiye’nin yaşadığı gerçeği izah etmekte yetersizdir. Çünkü Türkiye’de dolarizasyon, yalnızca doların piyasada dolaşımda olması değil; aynı zamanda ekonomik egemenliğin sessizce devri, zihinsel sömürgeleşme ve siyasal bağımlılık anlamına gelmektedir.
1980’lerin başında uygulamaya konulan 24 Ocak kararlarıyla başlayan neoliberal dönüşüm, Türkiye’yi küresel sermaye sistemine eklemledi. Bu süreçte dövize erişim serbestleşti, sermaye hareketleri kontrolsüzleştirildi ve iç piyasa, dış piyasaların bir uzantısına dönüştürüldü. Bu noktadan itibaren, Türk Lirası’nın değeri içeride değil; dışarıda, dolar karşısındaki konumuna göre belirlenmeye başlandı. Giderek milli para; son 20 yılda, dolar karşısında 30 misli değer kaybetti.
Bugün geldiğimiz noktada ise; dolarizasyon Türkiye'de üç temel düzlemde kendini gösteriyor:
• Bireylerde: Vatandaşlar tasarruflarını Türk Lirası yerine dolarda tutuyor. Bu bir tercih değil, bir güvensizlik göstergesidir. Devlete, ekonomiye ve kurumlara duyulan inanç aşındıkça, milli para; bir toplumsal sözleşme olmaktan çıkıyor, yerine geçen dolar, korunma aracına dönüşüyor.
• Kurumlarda: Özel sektör ve kamu kurumları dövizle borçlanıyor, yatırım kararlarını döviz kuru üzerinden planlıyor. Bu durum, her kur şokunda ülke ekonomisinin sarsılmasına neden oluyor.
• Devlette: Devletin büyük projeleri, ihaleleri, kira sözleşmeleri, büyük projelere verilen işletme garantileri bile döviz bazlı hesaplanıyor. Bu durumda dolar, artık sadece piyasada işlem görmekle kalmayıp, devlet mekanizması içinde de kurumsallaşıyor.
Baştan söylediğimiz gibi dolar, artık ülkenin esas parası haline geliyor ve ülkeyi ekonomik ve siyasal bağımlılığa sürüklüyor.
1. Dolarizasyon ve enflasyon
Dolarizasyon, yalnızca Lira’nın değerini değil, anlamını da yitirmesine neden oldu. TL artık; toplumun zihninde bir ‘’güç’’ değil, sürekli zayıflayan, kontrol edilemeyen ve değersizleşen bir araç haline geldi.
Enflasyon, artık yalnızca fiyat artışı değil; inanç aşınmasıdır. Lira’ya inancın azalması; kurumlara, sisteme ve geleceğe olan inancın erimesidir. Bu psikolojik kırılma, hiçbir faiz artırımıyla onarılamaz ve sürekli enflasyona neden olur.
2. Dolarizasyonun siyasal riskleri
Bir ülkenin ekonomik işlemleri büyük oranda yabancı bir para birimiyle yapılıyorsa, mesele artık iktisadi değil, stratejiktir. Türkiye, bugün ekonomisinin büyük bir bölümünü dolar üzerinden yönetmektedir. Bu durum, sadece parasal değil; siyasal egemenliğin de ciddi biçimde yara aldığını gösterir.
• Para politikası bağımsızlığı görünürde vardır. Ancak gerçekte Türkiye’de faiz kararları, kur müdahaleleri ve rezerv politikaları, FED’in yönelimlerine bağımlı hale gelmiştir. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, ABD Merkez Bankası’nın gölgesinde hareket eden bir ikincil yapı hâline gelmiştir.
• Dış politika riskleri de bu bağımlılıkla derinleşmektedir. ABD’nin uyguladığı yaptırımlar, SWIFT sistemine erişim kısıtlamaları, kredi derecelendirme kuruluşlarının siyasi kararları karşısında Türkiye kırılgan hâle gelmiştir. Rahip Brunson krizi bu yapının yalnızca sembolik bir örneğidir.
• Kur şokları sadece şirket bilançolarını değil, toplumsal refahı, hatta siyasal meşruiyeti tehdit eder hâle gelmiştir. İnsanlar maaşlarını döviz karşısında hesaplamaya başlamışsa, bu artık bir ekonomik yönetim sorunu değil; egemenliğin psikolojik yitimi demektir.
• Toplumsal psikoloji, doları "güven", lirayı "kaygı" simgesi olarak konumlandırmıştır. Bu da bizi zihin düzeyinde bir tür parasal sömürgeleşmeye götürmektedir. Türkler, artık kendi parasına değil; başka bir ülkenin para politikasına iman eder hâle gelmiştir.
• Ekonomik ve siyasal egemenler; zenginliklerini dolar olarak yurtdışındaki hesaplara taşımakta, bu hesaplar da; dolara egemen olanlarca siyasal tehdit unsuru olarak kullanılmaktadır.
Dolarizasyon bu yüzden, Türkiye için; yalnızca teknik bir sorun değil; bir egemenlik ve bağımsızlık krizidir.
3. Dolarizasyon döngüsünden çıkış
Peki bu döngüden çıkış mümkün mü? Evet, ama kolay değil. Çünkü mesele yalnızca faiz politikalarıyla çözülemez. Türkiye’nin dolarizasyon sarmalından çıkışı; ekonomik, siyasal ve kültürel yeniden yapılanmayı aynı anda gerektirir.
Bunun için yapılması gerekenler şunlardır:
• Üretim temelli rezerv sistemi oluşturulmalıdır. Altın veya dolara dayalı rezerv sisteminin ötesinde;enerji, gıda, teknoloji ve stratejik üretim gücüne dayalı bir parasal yapı kurgulanmalıdır. Sağlıklı bir GSYH hesabı yapılmalı, milli rezerv sistemi bu hesaba dayandırılmalı, emisyon artışı reel GSYH artışına oturtulmalıdır.
• Yerli dijital para, sadece teknolojik bir dönüşüm değil; dijital çağın finansal bağımsızlık hamlesi olmalıdır. Dijital TL, kendi yazılım altyapısıyla güvenli, milli ve alternatif bir ekonomik zemin inşa etmelidir.
• Parasal ahlâk kavramı yeniden inşa edilmelidir. Tüketim yerine üretim, kâr yerine adalet, spekülasyon yerine tasarruf esas alınmalıdır. Paraya yüklenen anlam, bireysel zenginliğin değil; toplumsal refahın ölçütü olmalıdır.
• Çok kutuplu bir para politikası izlenmelidir. Yalnızca dolara değil; yuan, ruble, euro gibi farklı para sistemlerine entegre olmalı; BRICS gibi yeni bloklarla aktif ilişkiler kurulmalıdır. Bu yalnızca ticari çeşitlilik değil, stratejik esneklik de sağlayacaktır.
Türkiye’nin dolarizasyonla mücadelesi, aslında kendi kaderini yeniden yazma mücadelesidir. Para yalnızca alışverişin değil; bağımsızlığın, geleceğin ve kimliğin sembolüdür. Ve o sembol ya bizim elimizdedir, ya da başkasının.
4. Sonucumuz şu:
Türkiye’nin dolarizasyonla mücadelesi aslında bir varlık yokluk ve kendi kaderini yeniden yazma mücadelesidir. Milli para yalnızca alışverişin değil, bağımsızlığın, geleceğin ve kimliğin sembolüdür. Biz ya bu sembolü ayağa kaldırıp bağımsız olacağız, ya da başka tiyatroların oyuncusu olmaya devam edeceğiz.
Dolarizasyon ve bağımlılık
Dolarizasyon ve bağımlılık
Paylaş: