Yaklaşık 20 yıldır ülkemizdeki bazı uygulamalar soru işaretlerine neden olmakta, uzun uzun tartışılmakta, soru işaretlerini ortadan kaldıracak tatmin edici sonuca ulaşılamamakta, bu da güven erozyonuna neden olmaktadır. Böyle güvensiz ortamlar; devletin ve milletin varlığını, birliğini ve bütünlüğünü hedef alan odaklar için fırsatlar yaratmaktadır. Ülkemizdeki terör örgütleri, yıkıcı ve bölücü bütün odaklar ve bunları destekleyen emperyalist devletler vatandaşla devlet arasındaki güvensizliğin kalıcı hale gelmesi için çalışmakta ve yarattıkları bu ortamdan yararlanarak faaliyetlerini sürdürmektedirler.
Ülkemizdeki güvensiz ortamdan yararlanarak devleti ele geçirmeye yeltenecek kadar büyütülen örgütlerden birisi de Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ)’dür. Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK); FETÖ’nün inanç değerlerimizi istismar ederek ülkemize çok ciddi zaralar verebileceği konusunda Milli Güvenlik Kurulu (MGK) dahil her ortamda ısrarla uyarılarda bulunmuştur. Bu uyarılar dikkate alınmadığı gibi 2000’li yılların başından itibaren TSK’nın kendi içindeki FETÖ’cü ve diğer siyasal İslamcı kadroları temizlemek için almak istediği önlemler engellenmiştir. Bundan yararlanan FETÖ; 2007 yılında, TSK içinde kendisi için tehdit olarak gördüğü kadroları tasfiye etmek ve kendi kadrolarını TSK’ya monte etmek için Ergenekon, Balyoz ve benzeri kumpasları organize etmiş, iktidarda olan siyasetçiler ve yargıya yerleştirilen FETÖ’cü kadrolar da buna destek vermiştir.
Bu ortamdan yararlanan FETÖ; yıllarca, başta TSK ve yargı olmak üzere devletin bütün kurumlarına yerleşmiş/yerleştirilmiştir. Daha sonra iktidarla anlaşmazlığa düşen örgüt; 17-25 Aralık 2013’te hükümeti hedef alan adımlar atarak ilk eylemini gerçekleştirmiş, bundan sadece üç yıl sonra,15 Temmuz 2016’da da bütün gücüyle harekete geçerek devleti ele geçirmeye yeltenmiştir.
FETÖ’nün bütün eylemlerinde ilk hedefi TSK olmuştur. FETÖ’nün eylemlerinden en fazla zarar gören devlet kurumumuz TSK’dır. 15 Temmuz kalkışması ve sonrasında yine en büyük darbe TSK’ya vurulmuştur. Öyle ki; 15 Temmuz’u takip eden günlerdeki ilk uygulama, TSK’nın yüz yılda oluşturduğu emir komuta-sistemi ile eğitim ve sağlık sisteminin kökünden değiştirilip dönüştürülmesi olmuştur. Bunun yanında 15 Temmuz’dan bu yana icra edilen bütün operasyonların ilk hedefi her zaman TSK olmuştur. Buna rağmen öyle görünüyor ki; 15 Temmuz kalkışmasından bu yana geçen 9 yılda TSK içindeki FETÖ’cü kadrolar hala ayıklanamamış, TSK üzerindeki FETÖ etkisi ortadan kaldırılamamıştır.15 Temmuz’dan bu zamana kadar FETÖ’ye yönelik operasyonların hemen hepsinde TSK içindeki kadrolar hedef alınmasına rağmen hala sonuç alınamaması oldukça düşündürücüdür.
Anadolu Ajansı; 26 Mayıs’ta, yine TSK içindeki FETÖ örgütlenmesine yönelik 36 ilde icra edilen operasyonlarda uzman erbaş, astsubay, yüzbaşı, binbaşı, yarbay ve albay rütbelerindeki 61muvazzaf askerin gözaltına alındığı ve tutuklanma talebiyle mahkemeye sevk edildiği haberini paylaştı. Haberin devamında; haklarında işlem yapılan askeri personelin aralarındaki telefon görüşmeleri ve mesajlaşmaların kanıt olarak gösterildiği bilgisi yer aldı. Bir başka gazete; haklarında gözaltı kararı verilen askerlerden bazılarının 15 Temmuz darbe girişiminden sonra TSK’ya sızdıkları bilgisini verdi.
2013 yılından sonra FETÖ’nün hükümete yönelik eylemlerinin devam ettiği ve 2016 yılındaki darbe girişiminin etkisinin sürmekte olduğu bir dönemde, bu örgütün TSK’ya sızabilmesi, 9 yıl boyunca TSK içinde yuvalanması, bunca zamandır TSK içindeki kadrolarının farkına varılamaması ve ayıklanamaması anlaşılabilir değildir. Bildiğim kadarıyla TSK’nın personel tespiti ve tahkiki konularındaki hassasiyeti çok üst seviyededir. Buna rağmen FETÖ’cü kadroların TSK’ya sızabilmesini ve FETÖ artıklarının TSK bünyesinde barınabilmesini anlayabilmek zordur.
Bunun yanında FETÖ’ye karşı operasyonlarda sadece TSK’nın hedef alınması da anlaşılamamaktadır. FETÖ sadece TSK içinde mi yuvalanmıştır? Yargıda, eğitimde, sağlıkta, siyasette, ticarette ve hatta günümüzde önleri sınırsız ölçüde açılan tarikat ve cemaatlerin vakıf ve derneklerinde yuvalanmış FETÖ’cüler yok mudur? FETÖ neden sadece TSK içinde aranmaktadır. Geçmişte FETÖ’ye övgüler düzen, birlikte yol yürüyen siyasetçiler halen sahnedeyken, bazıları FETÖ’nün her istediğini yaptıklarını bile açıkça itiraf etmişken, kandırıldıkları ve aldatıldıkları için FETÖ’ye destek verdiklerini söyleyerek af dileyenlere hiçbir yasal işlem yapılmamışken, birbirleriyle üç-beş defa telefon görüşmesi yapan veya mesajlaşan askeri personelin telefon görüşmelerinin ve mesajlarının içeriğine bakılmadan hukuki yaptırımlara maruz bırakılmaları kafaları karıştırmakta, bu uygulamalar; geçmişte olduğu gibi, TSK içindeki istenmeyen başka kadroları tasfiye etmek için midir sorusunu akla getirmektedir. Ayrıca bu durumu sorgulayanların, çelişkilere ve aydınlatılmamış noktalara dikkat çekenlerin sorularına şeffaf, makul ve mantıklı cevaplar vermek yerine “FETÖ destekçisi” olmakla itham edilmeleri de kafaları karıştırmakta, soruları çoğaltmaktadır.
Bazı teğmenlerin 10 Kasım Atatürk’ü anma töreninde Atatürk rozeti takmayan bir teğmene tepki gösterdikleri gerekçesiyle TSK’dan ihraç edilmeleri, 30 Ağustos Kara Harp Okulu mezuniyet töreninden sonra “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyen teğmenlerin disiplinsizlik, bu teğmenlerin komutanlarının disiplinsizliği engellemedikleri gerekçesiyle yine TSK’dan ihraç edilmeleri, PKK açılımı ve anayasa değişikliği dahil her girişimde askeri vesayeti ortadan kaldırma gerekçesinin arkasına sığınılması ve bu süreçte TSK Personel Kanununda köklü değişiklikler yapılması girişimleri, TSK’nın personel yapısının dizayn edilmesi ve siyasi rakiplerin etkisiz hale getirilmesi için kullanılan yöntemlerin FETÖ’nün yöntemleriyle benzerlik göstermesi; bütün bu uygulamaların ülkemizde derin bir değişim ve dönüşümün önünü açmak için yapıldığı endişesine neden olmakta, “yapılan operasyonların gerçek maksadı gösterilenden başka olabilir mi” sorusunu akla getirmektedir.
Her türlü ilişkiyi ayakta tutan, sağlıklı bir şekilde sürdürülmesini sağlayan en önemli faktör güvendir. Bir ülkede barış içinde mutlu ve huzurlu bir ortamın sağlanması için bütün vatandaşların devletine koşulsuz güven duyması gerekmektedir. Vatandaşın devletine duyduğu güven; devlet ve vatandaş arasındaki ilişkinin sağlıklı bir şekilde sürdürülmesini sağlayacak, böylece devletin ve milletin varlığını, birliğini, bütünlüğünü ve geleceğini garanti altına alacaktır. Bu nedenle devleti yöneten ve yönetmeye talip olan bütün siyasetçilerin azami hassasiyet göstermesi gereken konuların başında vatandaşın devletine olan güveninin korunması ve sürdürülmesi gelmelidir. Son zamanlarda yaşananlar devlete olan güveni zedelemektedir. Vatandaşla devlet arasında böyle bir güven kaybı oluşuyorsa, bunda devleti yönetenlerin büyük payı vardır. Terörle mücadelede de vatandaşların devlete güveninin korunması ve geliştirilmesi esas alınmalıdır. Aksi halde terör örgütlerine ve destekçilerine alan açılacak, fırsat verilecektir.
Çözülemeyen sorunlar güveni zedeliyor
Çözülemeyen sorunlar güveni zedeliyor

Paylaş: