ABD Hükümetinin yeni Ulusal Güvenlik Stratejisinin yayınlanmasının ardından Avrupa makul bir tepki verme arayışında. Hatırlanacağı gibi belgede Avrupa’nın "medeniyetinin çöküşü " tehlikesiyle karşı karşıya olduğu belirtiliyor. Bugünkü gidişatın değişmesi için Amerika’nın Avrupa’daki sağcı muhalifleri destekleyeceği bile ihtar ediliyordu.
ABD Ankara Büyükelçisi Barrack’ın Türkiye Cumhuriyeti ile ilgili kabul edilemez niyetlerini ve gelecek söylemlerini de hatırlarsanız Donald Trump'ın Amerika’sının her şeyden önce yalnız ve yalnız Amerika’yı düşündüğü açıkça görülüyor. Amerika ile müttefiklik‘tek şarta bağlanıyor; asla Amerikan çıkarlarına engel olmamak...
Bu doktrin, Beyaz Saray tarafından yayınlanan 33 sayfalık bir belge olan Ulusal Güvenlik Stratejisi'nde de yer alıyor. Şaşırmalı mıyız? Hayır, içindeki her şey büyük ölçüde Donald Trump tarafından duyurulmuştu. Endişelenmeli miyiz? Hayır demek, durumu hafife almak olur. Uymalı mıyız? Herhalde bu intihar olurdu. Ama önce ayrıntılara bakalım. Belge, 1945'ten sonra tanıdığımız Amerika'dan tamamen kopuşu işaret ediyor. Bildiğimiz " Batı " bitti. ABD demokratik değerlerden uzaklaşıyor ve Avrupa’nın da aynısını yapmasını istiyor. Ve Rusya artık bir tehdit olarak sunulmuyor.
Amerika için bu tamamen yeni değil. Metin, iki yüzyıl önce, o zamanki Avrupalıların sömürgeci emellerine karşı çıkan bir ABD dış politika duruşu olan ve tüm 'Amerikan kıtasını kapsayan bir etki alanı' kavramını savunan ve Amerikan başkanı Monroe’nun adını taşıyan Monroe Doktrini ‘ne bile atıfta bulunuyor. Etki alanı aynı kalıyor: Amerika kıtası!
Bu kopuşun gerçek etkisi, Donald Trump'ın bu doktrini Avrupa'ya yaymasıyla ortaya çıkacak. X'in CEO su Elon Musk geçen haftalarda Avrupa’yı; Ekonomik gerileme içinde olan ve göçün kurbanı bir kıta. Washington için, teknoloji devlerini düzenlemeye ve vergilendirmeye cüret eden Avrupa Birliği'nin var olmaması gerekiyor. Hatta dağıtılması bile gerekiyor," diye belirtmedi mi? Ve Beyaz Saray, aşırı sağcı Avrupa partilerini destekleyerek buna aktif olarak katkıda bulunmaya hazır. Avrupa’nın iç siyasetine müdahale etme arzusu açık. Rus çekici ve Amerikan örsü arasında sıkışan Avrupa, radikal sağın uluslararası milliyetçi hareketi tarafından açıkça hedef olarak belirlenmiş durumda.
Aslında Batının bittiği uyarılarının ilk işareti daha Münih Güvenlik Konferansında verilmişti Avrupalılar bu uyarıları geçici 'dört yıllık 2. Trump dönemi' için "yönetilebilir" gibi algıladılar. Bu defa yayınlanan metin açık ve net. Bu uyarı görmezden gelinemez. Yolun sonu göründü.
AB artık kendi güvenliğini kendi sağlamak zorunda. Bunun Trump’ın meşhur gelgeç fikirleriyle alakası yok. Aksine bu yeni Dünya düzeniyle birlikte kurgulanmış bir stratejinin parçası.
Avrupa Konseyi ülkeleri birlik oldukları ve siyasi irade gösterdikleri takdirde Rusya’yı durdurma gücüne sahipler. Sorun zaman darlığı. ABD'nin geride bıraktığı askeri boşluğun doldurulması en az beş-on yıl sürecektir. Bu kadar zaman olmayabilir.
Dünya düzeninin alt üst oluşunu izlemek ilginç olsa da bunun tam ortasında yaşamak gerçekten rahatsız edici. Hele yaşadığım ülkenin geleceği açısından endişe ve korku verici diyebilirim. Birinci Dünya savasının sonunda değişen Dünya düzeninden halkımız Atatürk ve arkadaşlarının önderliğinde batan imparatorluktan bağımsız bir Cumhuriyet olarak çıkmasını başardı. Ya şimdi? ABD Büyükelçisi Barrack tarafından açıkça Amerikan çıkarlarına aykırı ilan edilen bağımsız, laik demokratik ve sosyal hukuk devletimizi koruyabilecek miyiz?
Donald Trump'ın zihninde sadece yaşadığımız topraklar değil, Avrupalılar da hedef alınmış ve sinsice bir vasallığa mahkûm edilmiş olsa da hikâye henüz bitmedi. Avrupa’nın tepkisi şüphesiz bu saldırı kadar önemli olacak. Washington tarafından vasallaştırılmayı kabul mü edecekler, yoksa Moskova tarafından saldırıya uğrama ihtimalini mi? Ya da kendi etki alanını belirlemeyi mi? Böyle bir bağlamda ufukta olağanüstü bir Avrupa zirvesi görünüyor. Öncelikle sakin kalmak şart, ama hiç tepki vermemek utanç verici.
Tarih tekerrürdür derler. Kadere bak ki, Washington’ın bu rota değişikliği yine Avrupa’yla birlikte bizi tarihi bir sınavla karşı karşıya bırakıyor. Yukarda dediğim gibi, hikâye henüz bitmedi...
Bu hikaye henüz bitmedi...
Bu hikaye henüz bitmedi...
Paylaş: