.
Ekonomik Göstergeler
Dolar
29.84 ₺
Euro
32.45 ₺
GBP
1.124 ₺
JPY
7.842
Ana Sayfa
Gündem
Spor
Köşe Yazıları
Podcast

Bir medya modelinin yorgunluğu

Okuma Süresi: 3 Dakika
Toplam Okunma: hesaplanıyor...
Bir medya modelinin yorgunluğu
Bir medya modelinin yorgunluğu
Paylaş:
ABD Başkanı Donald Trump‘un, İngiliz kamu yayıncısı BBC'de yer alan bir belgeselde sözlerinin çarpıtıldığına dair eleştirilerinin ardından BBC'ye 1Milyarlık dava açması gündemde...
Üst düzey iki yöneticinin istifasından sonra İngiltere Başbakanı Keir Starmer ise BBC'nin iç sorunlarını çözmesi gerektiğini belirtirken güçlü ve bağımsız bir BBC'yi desteklediğini, dezenformasyon çağında tarafsızlığın öneminin her zamankinden fazla olduğunu söyledi.
Kamu yayıncılığı, yirminci yüzyılın en büyük demokratik icatlarından biriydi. Devletin değil, toplumun sesi olmayı hedefleyen bu model, İngiltere’nin BBC’siyle bir simgeye dönüşmüştü. Ne yazık ki günümüzde gerçeği anlatmak artık "taraf olma" gibi sayılıyor. Toplum BBC’yi yalnızca bir televizyon ya da radyo kurumu değil, “hakikatin kamusal dili” olarak görürdü. Bugün bu yapı sallanıyor…
Ve bu sarsıntının merkezinde bir isim var: Donald Trump.
Trump çağında gerçeğin anlamı değişti... Trump’ın 2016’da “fakenews” (yalan haber) sloganıyla başlattığı medya karşıtı kampanya, yalnızca Amerikan basınını değil, dünyadaki bütün kamu yayıncılarını hedef tahtasına koydu. CNN’i, Washington Post’u, hatta BBC’yi bile.
Trump mitinglerinde BBC muhabirlerinin yuhalanması, güvenlik görevlilerinin gazetecileri sahadan uzaklaştırması, “kamu yayıncısı” kavramının bile düşmanlaştırılabileceğini gösterdi. Bir BBC muhabiri o günleri şöyle anlatmıştı: “Kameramı çevirdiğim her yerde biri parmağını sallıyor, ‘Yalan söylüyorsun!’ diye bağırıyordu. Oysa biz sadece kayıt tuşuna basmıştık.”
Bu sahne aslında çağımızın medya krizini çok güzel özetliyor. Gerçek, artık herkesin kendine göre yorumladığı bir alan haline dönüştü. Kamu yayıncılığı ise o karmaşanın ortasında, “herkese karşı adil” olmaya çalışırken iki taraftan da vuruluyor. Bugün BBC’nin yaşadığı kriz sadece Trump’ın gürültüsüyle açıklanamaz. Daha derinde, sistematik bir çöküş var. Biryanda hükümetlerin kendi "siyasi propaganda aracı “gibi kullanma baskısı diğer yandan toplumun "kamu kaynakları nereye gidiyor?” baskısı, diğer yanda YouTube, Tik Tok, X (eski Twitter) gibi dev platformların “hızlı, kişisel, öfkeli” haber düzeni.
Eskiden BBC bir akşam haber bülteniyle gündemi belirlerdi. Şimdi milyonlarca kişi, aynı dakika içinde bambaşka dünyalarda yaşıyor.
Bir genç, Tik Tok’ta 30 saniyelik videolarla bilgiye ulaşıyor; diğeri X’te manipüle edilmiş bir “gerçeğe” inanıyor. BBC’nin “nesnel” dili bu tempoda yavaş kalıyor, hatta sıkıcı bulunuyor. Oysa kamu yayıncılığı tam da bu hızın karşısında durmalıydı. Ama nasıl?
BBC’nin temel ilkesi, “tarafsızlık”tır. Ancak son yıllarda bu kavram sorgulanıyor.
Hatırlarsanız Trump’ın 2020 seçim yenilgisi sonrasında yaptığı “seçim çalındı” açıklamaları karşısında BBC, haberlerinde uzun süre “iddia” kelimesini kullanmayı sürdürdü. Bu temkinli dil, bazı izleyicilerce “demokrasiyi savunmakta yetersiz kalmak” olarak görüldü.
Örneğin Amerikan NPR ve CNN, Trump’ın iddialarını doğrudan “yalan” olarak nitelendirirken, BBC birkaç gün boyunca “kanıtsız iddia” ifadesini tercih etti. Bu fark, sadece sözcük farkı değil; kamusal yayıncılığın ahlaki sınırlarını belirleyen bir tercihti.
Peki bir yayıncı “yalan” dediğinde taraf mı olur?
Yoksa gerçeği söylemek zaten kamu yararının gereği midir?
BBC bu ikilemde sıkışıp kaldı. Bu kriz sadece Amerika kaynaklı da değil. Brexit sürecinde BBC, İngiltere içinde benzer bir fırtınanın ortasına düşmüştü. Günümüzde Avrupa medyasının İsrail İnsan Hakları ikileminde kalması gibi…
Bir yandan Boris Johnson hükümetinin “BBC çok elitist, Londra merkezli, halktan kopuk” eleştirileri, diğer yandan Avrupa yanlısı çevrelerin “BBC hükümetin diliyle konuşuyor” suçlamaları…
Her iki taraf da BBC’yi tarafsız olmamakla suçladı.
Sonuçta kamu yayıncılığı, ironik bir şekilde “herkesin kızdığı kuruma dönüştü. Bu, aslında kamu yayıncılığının varlık sebebini hatırlatıyor:
Herkesin hoşuna gidecek bir yayıncılık mümkün değildir.
Ama herkesin güveneceği bir yayıncılık mümkündü — ta ki güven - erozyona uğrayana kadar.
Bugün BBC’nin bütçesi tartışmalı, izleyici profili yaşlanmış, dijital varlığı özel platformların gerisinde. Genç kuşaklar BBC’yi “anne-babalarının izlediği haber kanalı” olarak görüyor.
Hükümet, “lisans ücretlerini azaltalım” diyor; bazı siyasetçiler “abonelik sistemine geçelim” çağrısı yapıyor.
Ama mesele para değil, misyon meselesi.
Kamu yayıncılığı yalnızca bir finansman modeli değildir; bir toplumsal sözleşmedir.
O sözleşmede, devlet finansmanı sağlarken, kurum gerçeği savunur; toplum da o gerçeğe kulak verir.
Bugün bu üç ayaktan hiçbiri eskisi kadar sağlam değil.
Peki çıkış yolu var mı?