Bugün konuğum Uğur Kasapoğlu. Kendileri, safkan denizci, kaptan, yönetici, armatör, yelkenci… Çok yönlü bir iş ve spor insanı. Bu hafta yerimi onun yazdıklarına ayırıyorum, umarım yetkililer dikkatle okurlar.
90 yaşındayım. Son yirmi yılımı, emekliliğimin tadını çıkarabilmek, bedenimi ve zihnimi diri tutabilmek için denizlerde geçirdim. Bir tekne satın alarak, ticari kaygılardan uzak, amatör bir denizci olarak yaşamayı seçtim. Deniz benim için sadece bir hobi değil; özgürlük, sağlık ve hayata bağlılık demekti.
2005 yılında Türkiye’de denizcilik sektörü umut verici bir yoldaydı. Hem ticari hem de amatör denizcilik gelişiyor, tersaneler kuruluyor, marinalar açılıyor, yat üretimi artıyordu. Amatör denizcilik; turizme, sanayiye ve istihdama katkı sağlayan, aynı zamanda ülkenin tanıtımına hizmet eden çok değerli bir alandır. Bugün Bodrum’dan Marmaris’e, Antalya’dan İstanbul’a kadar birçok şehirde bu katkının somut sonuçlarını görmek mümkündür.
Ne var ki son yıllarda yat turizmi ciddi bir gerileme içindedir. Bunun en önemli nedenlerinden biri marinalardaki fahiş fiyat artışlarıdır. Marina ücretleri Euro bazında her yıl ortalama yüzde 15 artırılmaktadır. Oysa Euro Bölgesi enflasyonu bu oranların çok altındadır. Somut bir örnek vermek gerekirse; 16 metre boyunda bir tekne için 10 yıl önce yıllık 4 bin 300 Euro ödenirken, bugün aynı bağlama bedeli 23 bin 000 Euro’ya çıkmıştır. Bu, ekonomik gerçeklerle açıklanamayacak bir artıştır.
Bu fiyat politikası yalnızca yerli amatör denizcileri değil, yabancı yatçıları da Türkiye’den uzaklaştırmaktadır. Bugün Türkiye’deki marina ücretleri birçok Avrupa ülkesini geride bırakmıştır. Bununla da kalınmamış, yabancı yatçıların Türkiye’de kalmasını zorlaştıran düzenlemeler hayata geçirilmiştir. Teknesiyle bir yıl kalabilen bir yabancı denizciye, şahsen sadece üç ay kalma hakkı tanınması gibi uygulamalar, denizciliğin doğasına aykırıdır.
Deniz kirliliği konusunda da ciddi bir çelişki yaşanmaktadır. Teknelerden atık su boşaltılması sıkı denetlenirken, kıyı şehirlerinde ve kasabalarda yeterli arıtma tesisleri bulunmamakta, kimyasal atıklar doğrudan denize verilmektedir. Oysa bir teknenin tuvalet suyu ile yarattığı etki, şehirlerin ve sanayinin denize bıraktığı atıklarla kıyaslanamaz bile. Avrupa’da birçok ülkede, açık denizde belirli mesafeden sonra tuvalet suyu boşaltımına izin verilirken, bizde bu konu cezalarla çözülmeye çalışılmaktadır.
Beni en çok üzen mesele ise denizlerdeki özgürlüğümüzü giderek kaybetmemizdir. Göç hareketleri ve güvenlik gerekçeleriyle, amatör denizciler ve balıkçılar sürekli denetime ve baskıya maruz kalmaktadır. Kendi doğduğumuz, büyüdüğümüz sularda rahatça seyir yapamaz hale geldik. Denizler artık huzur değil, tedirginlik kaynağı olmuştur.
Oysa komşumuz Yunanistan, amatör denizcilere yönelik düzenli, güvenli ve uygun fiyatlı marinalar inşa etmiş; denizci dostu bir politika izlemiştir. Bu nedenle birçok Türk denizci tekneleriyle Yunan adalarına gitmeyi tercih etmektedir. Bu durum ülkemiz için hem prestij hem de döviz kaybı anlamına gelmektedir.
Türkiye; doğası, denizi, mutfağı ve yaşam tarzıyla dünyanın en güzel ülkelerinden biridir. Ancak yanlış ekonomi politikaları, artan pahalılık ve denizciliğe bakıştaki sorunlar nedeniyle hem yabancı emekliler hem de kendi vatandaşlarımız bu ülkede yaşamaktan vazgeçmektedir.
Ömrünü denizlere vermiş bir denizci olarak tek temennim şudur: Yetkililer bu sorunları görsün, amatör denizciliği bir yük değil, bir değer olarak kabul etsin. Denizlerimizi korumak istiyorsak, bunu yasaklarla değil; akılla, iş birliğiyle ve adaletli politikalarla yapalım.
Bir denizcinin feryadı
Bir denizcinin feryadı
Paylaş: