.
Ekonomik Göstergeler
Dolar
29.84 ₺
Euro
32.45 ₺
GBP
1.124 ₺
JPY
7.842
Ana Sayfa
Gündem
Spor
Köşe Yazıları
Podcast

Atatürk ile kulluktan efendiliğe terfi edildi

Okuma Süresi: 7 Dakika
Toplam Okunma: hesaplanıyor...
Gözlem Gazetesi Yayın Kurulu Toplantısı’nda Metin Öney, anılarla Atatürk’ü anlattı.
Atatürk ile kulluktan efendiliğe terfi edildi
Paylaş:
Eski milletvekili, hukukçu ve Gözlem Gazetesi Yayın Kurulu’nda “Farklı yönleriyle Mustafa Kemal Atatürk” konulu bir sunum yaptı. Aynı zamanda Gözlem Gazetesi Yayın Kurulu Üyesi olan Öney, Atatürk’ün devrimleriyle bir milletin “Kulluktan efendiliğe” terfi ettiğini söyledi. Osmanlı’da padişahların millete “Kullarım” diye hitap ettiğini belirten Metin Öney, Atatürk’ün ise hitabında “Efendiler” dediğini kaydetti. Öney, Mustafa Kemal Atatürk’ün çok yönlü kişiliğine dikkat çekti. Öney,  Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, yalnızca bir asker değil, aynı zamanda sanata, kültüre ve yaratıcılığa büyük önem veren bir vizyoner olduğunu belirterek, “Asker, devlet adamı, diplomat Atatürk’ü herkes bilir. Ama ben onun insani, duygusal yönlerini, gündelik hayatta nasıl biri olduğunu da anlatmak istiyorum. Atatürk neye gülerdi, neye kızardı; bunları bilmek de çok önemlidir” dedi.

Öney, farklı kaynaklardan derlediği bilgilerden oluşan sunumundan satır başları şöyle:

* Kadınları toplumun en öncelikli kesimi olarak gördü. Cephede bile, ‘Savaş biter bitmez ilk işimiz kadınları layık oldukları seviyeye çıkarmak olacak’ diyerek bu konudaki kararlılığını dile getirdi. Kadınların toplumsal yaşamda eşit yer edinmesi için Medeni Kanunun kabulü, resmi nikâh zorunluluğu, küçük yaşta evliliğin yasaklanması, miras hakkı, siyasi haklar, eşit eğitim ve meslek edinme hakkı gibi birçok düzenlemeyi hayata geçirdi.

Bir gün Ankara Sineması’na gittiğinde, salondaki seyircilerin tamamının erkek olduğunu fark etti. Sinema sahibine ‘Neden kadınlar yok?’ diye sordu. ‘Kadınlar için haftada bir gün matine düzenliyoruz’ yanıtını alınca, erkeklerin dışarı çıkmasını, kadınların salona alınmasını istedi. Ardından erkeklerin de içeri girmesini sağlayarak, ‘Kadın ve erkek birlikte oturacak’ dedi. Bir başka olayda, Ahmet Ağaoğlu’nun kızı Süreyya Ağaoğlu arkadaşlarıyla Ankara’daki bir lokantaya gitmek istedi. Ancak işletme sahibi kadınların lokantaya alınmadığını söyledi. Süreyya Hanım durumu Atatürk’e iletti. Atatürk hemen Süreyya Hanım’la birlikte lokantaya gitti ve Atatürk, ‘Bundan sonra bu lokantaya kadınlar da girecek’ diyerek ayrımcılığa son verdi.

Atatürk, Bitlis Cephesi'nde bile Yaveri İzzettin Çalışlar'a, ‘Sabah ilk işimiz Türk kadınına serbestliğini vermek, onu erkeğin yanında eşit haklara sahip kılmaktır’ demiştir


* Atatürk dönemine kadar İstanbul, uluslararası çevrelerde “Konstantinopol” olarak anılıyordu. Bu ismin değiştirilmesini ve kentin adının resmen “İstanbul” olarak kullanılmasını sağladı. Dönemin ünlü Amerikalı orkestra şefi Paul Whiteman’a özel bir şarkı yaptırıldı. O şarkı bugün hâlâ dünyaca bilinen “İstanbul (Not Constantinople)” parçasıdır.”

* Atatürk ile Latife Hanım arasında yaşanan bir tartışmada, Latife Hanım, ‘Ülkene verdiğin değerin yüzde onunu bana verseydin, çok mutlu olurduk’ der. Atatürk ise bu söz karşısında sert bir şekilde, ‘Yani milletimle, ülkemle kendini mukayese ediyorsun’ diye çıkışır. Yahya Kemal’le olan randevusuna gitmek için Köşkten hiddetle yürüyerek çıkar. Atatürk’ü gören Yahya Kemal, “Hayrola Paşam, niye bu kadar öfkelisiniz?” der. Atatürk kısa bir yanıt verir: ‘Küçük meseleler.’ Yahya Kemal şaşırarak, ‘Siz ki bir Kurtuluş Savaşı kazandınız, küçük meseleler sizi nasıl üzer?’ deyince, Atatürk şu anlamlı sözü söyler: ‘Ağrı Dağı’nın tepesine oturulur ama toplu iğnenin ucuna oturulmaz.’

“Yurdumun toprağı temizdir”

* İngiltere Kralı VIII. Edward, İstanbul’a geldiğinde gemiden inerken eli yere değer. Kral elini silmek için mendil arar. Bu durumu gören Atatürk, elini tutarak, ‘Yurdumun toprağı temizdir, elinizi kirletmez’ der. Ardından Edward’ın elinden tutup nazikçe ayağa kaldırır.

* Cumhuriyetin ilanından birkaç gün sonra İstanbul’da Boğaz kıyısında yemek yerken, uzakta üstü başı yıpranmış bir adamın yalnız başına oturduğunu görür. Ona seslenir: ‘Gel, masaya otur.’ Adam çekinir, gitmek istemez. Atatürk ısrar edince gelir ve oturur. Adama ‘Cumhuriyet sence nedir?’ diye sorar. “Sizin gibi biriyle aynı masada yemek yemektir.” cevabını alınca, yaverine döner ve ‘Nuri, maya tuttu’ der. ‘Artık herkes Cumhuriyetin sahibidir.’


“Devrimlerin sahibi Türk milletidir”

* Atatürk’ün de olduğu Konya’daki bir toplantıda Refik Koraltan, uzun bir konuşmayla Atatürk’ü över, bütün savaşların onun sayesinde kazanıldığını, tüm devrimlerin onun eseri olduğunu anlatır. Konuşma bitince Atatürk ayağa kalkar ve şöyle der: “Refik Bey beni çok sevdiği için öyle söylemiştir. Oysa savaşın da devrimlerin de gerçek sahibi Türk milletidir. Millet olmasa, ne ben ne de arkadaşlarım bir şey yapabilirdik. Hatta bana suikast düzenlemek isteyenler ben ölürsem devrimlerin biteceğini sanıyorlar. Oysa ben ölsem bile devrimler devam edecektir. Çünkü sahibi Türk milletidir.’  Atatürk, ‘Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır’ sözünü de burada söyler.

Eğitime verdiği değer

* İstanbul Üniversitesi’nin açılışında Atatürk için özel, kadife bir koltuk hazırlanır. Atatürk, koltuğu görür ve orada bulunan öğretmenlere, ‘Burada oturması gereken sizsiniz. Ben ne öğrendimse sizden öğrendim. Lütfen siz buyurun, oturun.’ der ve sade bir sandalyeye oturur.


* Atatürk, Cezmi Ar’ın yönettiği bir filmde rol alır. Ar, sette diğer oyunculara sık sık bağırıp çağırır, sert davranır. Ancak sıra Atatürk’e geldiğinde, rolünü iyi yapsa da yapmasa da hiçbir şey söyleyemez. Bunu fark eden Atatürk, ‘Cezmi, sen onlara nasıl davranıyorsan bana da öyle davranacaksın. Ya da bana nasıl davranıyorsan onlara da öyle davranacaksın.’

Zarafeti ile fark yaratıyordu

* Bir gün Atatürk, Ulus’tan geçerken her zaman kitap aldığı dükkânın önünde asılı bir halı görür. Kitapçıya ‘Halı da mı satmaya başladın?’ diye sorar. ‘Biri getirdi’ cevabını alınca, kim olduğunu ısrarla sorar ve ‘Abdülhalim Efendi getirdi’ cevabını alır. Atatürk, anlar ki Abdülhalim Efendi maddi zorluk içindedir. Halıyı satın alır ve Abdülhalim Efendi’nin evine gönderir. Akşam da Abdülhalim Efendi’yi evinde ziyaret eder. Abdülhalim Efendi şaşkındır: ‘Efendim, bir yanlışlık olmuş. Halı benim evime gelmiş ama köşke gitmesi gerekiyordu’ der. Atatürk, ‘Hayır, doğru yere gitmiş. Ben bundan sonra sana daha çok geleceğim. Halıyı yere sereceğiz, üzerinde bağdaş kuracağız, kahve içeceğiz. Sen buna ‘Evet’ demiyor musun?’ der. Abdülhalim Efendi mahcup bir tebessümle, ‘Estağfurullah’ der. Ve birlikte halıyı sererler.

“Ya namussuz muhalif olsalardı?”

* Atatürk, Meclis’te mutlaka muhalif seslerin olmasını isterdi. Bir gün bazı arkadaşları, muhalif milletvekillerini ona şikâyet eder. Atatürk ise sakin bir tavırla şöyle der:
‘Onlar namuslu insanlardır. Ya bir de hem namussuz hem muhalif olsalardı, o zaman ne yapardınız?’

* Sivas Kongresi sırasında Atatürk, yanındaki Hacı Derviş’e ‘Bir büyük defter al, gel’ der. Hacı Derviş, ‘Paşam, şimdi defteri ne yapacağız? Bunun zamanı mı?’ diye sorar. Atatürk kararlılıkla yanıtlar: ‘Ne geldi, ne gitti hepsini yazacaksın.’ Hacı Derviş itiraz eder: “Kim soracak bize, can derdindeyiz.” Atatürk ise sakin ama anlamlı bir cümle kurar: ‘Bir gün soran çıkarsa hesap verebilelim… Ama mutlaka da soran çıkar.’ Ardından defter alınır ve her şey tek tek kayda geçirilir.

“Sen saati al ben masayı”

* Cephede, portakal kasasından yaptığı basit bir masada arkadaşlarıyla yemek yiyen Atatürk, bir yüzbaşının masasını görür ve beğenir. ‘Bu masayı bana ver’ der. Hiçbir şeyi karşılıksız almayı sevmeyen Atatürk, Trablusgarp’ta kullandığı saatini çıkarır ve ‘Bu saati sana vereceğim, masayı bana ver’ diye teklif eder. Yüzbaşı, saati kabul etmez; masayı armağan etmek ister. Atatürk ise ısrar eder: ‘Bunu al, almazsan masayı da almam.’ Bunun üzerine yüzbaşı saati alır, Atatürk de masayı. Atatürk masayı özenle donatır, üzerine örtü serer ve arkadaşlarıyla o masada yemek yer.

Yetenekleri keşfederdi

* Atatürk, Diyarbakır’da Semanoğlu Köşkü’nden ovaya bakarken, oturan üç gençten birinin yanık sesiyle güzel Diyarbakır türkülerini söylediğini görür. Görevlilere şarkı söyleyeni çağırmalarını ister. Gelen gençten türküyü bir kez daha söylemesini ister. Adının Mehmet Celalettin olduğunu ve camide müezzinlik yaptığını öğrenen Atatürk, ‘Sesin çok güzel. Ülke hep böyle gitmeyecek. Bir gün huzura kavuşacak, bağımsızlığımızı elde edeceğiz. Türkü söyleyenlere de ihtiyacımız olacak’ der. Ardından onu İstanbul’daki bir plakçıya yönlendirir. O çocuk, sonradan ünlü bir türkücü olan Celal Güzelses’tir; en bilinen türküsü ise ‘Esmerim Biçim Biçim’dir.

* Arıburnu’nda siperleri gezen Atatürk, kum çuvallarının üzerinde son derece güzel bir yazı fark eder. Kimin yazdığını sorar ve yazıyı yazan askerin yanına gelmesini ister. Yazıdaki yeteneği görünce onu da İstanbul’a yönlendirir. Bu asker, sonradan dünyaca ünlü bir hat sanatçısı olacak olan Macid Ayral’dır.

“İsimler Türkçe olmalı”

* Atatürk, Tarsus’a gittiğinde konaklayacak otel bulunmadığından, varlıklı bir ailenin evinde misafir edilir. Ertesi sabah kahvaltıdan sonra ev sahibine ‘Çocuklarınız yok mu?’ diye sorar. Çocuklar gelir. ‘Adın ne?’ diye sorar Atatürk; kız ‘Güzin’, oğlan ‘Ümran’ der. Atatürk, orada bulunanlara dönerek, ‘Yeni bir devlet kuruyoruz; çocuklarımıza Türkçe adlar vermeliyiz’ der. Ardından çocuklara bakarak, ‘Senin adın artık Gamze, seninki de Turan olsun’ der.

“Kemal seni Allah mı gönderdi?”

* 26 Ağustos sabahı Kocatepe’de taarruz başlayacaktır. Atatürk topçu ateşi emrini verir, Yunan ordusu paniğe kapılır ve kaçmaya başlar. Fevzi Paşa heyecanla, “Kemal, taarruz emrini ver! Fırsat bu!” der. Atatürk ise sakin bir şekilde, “İki dakika bekle,” der. Fevzi Paşa sabırsızlanır, ama birkaç dakika sonra cephede büyük patlamalar olur. Eğer Atatürk o anda taarruz emrini verseydi, askerlerin çoğu ölecekti. Bunu gören Fevzi Paşa, “Kemal, seni bize Allah mı gönderdi?” der.

Diplomatik ders

* Fransa’da çok yayılan Larousse sözlüğünde “decapiter” kelimesinin karşılığı olarak “kazığa oturtmak” fiili verilmiş ve örnek cümle olarak “Türkler hâlâ esirlerini kazığa oturturlar” ifadesi yer almıştır. Atatürk bu satırı görür, yemeğe davet ettiği Fransız elçisine sözlüğü gösterir ve “Demek biz Türkler hâlâ esirlerimizi kazığa oturtuyoruz, öyle mi?” diye sorar. Elçi, sözlüğün Katolik Kilisesi yayın organı olduğunu, Fransa’nın laik devlet olduğunu söyler. Atatürk ise ‘O hâlde İstanbul’daki kiliselerin kapılarına yarından itibaren kilit astırıyorum’ diyerek elçinin itirazına karşılık verir ve ardından elçiyi uğurlar. Ardından sözlüğün o baskısı Fransa’da toplatılır ve bir sonraki baskıda o örnek cümle çıkarılır.

“10. Yıl Marşı’na dokunuşu”

* 10. Yıl Marşı’nın ilk taslağında “Bir baca yükseliyor durmadan her yamaçtan” dizesi yer alıyordu. Marş, Atatürk’e sunulduğunda o, satırı kendi eliyle çizdi ve yerine demir yollarının ülkenin kalkınmasındaki önemini vurgulayan şu dizeyi yazdı: ‘Demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan.’