Bölgesel dengeleri olduğu kadar İstanbul-Ankara eksenini ve Doğu Akdeniz’deki jeopolitik oyunu da derinden etkileme potansiyeli taşıyan bir seçim sonucunun ardından yazmadan geçemeyeceğim.
Bildiğiniz gibi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (KKTC) 19 Ekim 2025 tarihinde cumhurbaşkanlığı seçimleri gerçekleşti. Tufan Erhürman, oyların yaklaşık %62,8 'ini alarak önemli bir zafer elde etti. Rakibi ve mevcut Cumhurbaşkanı Ersin Tatar ise yaklaşık %35,8 oy oranında kaldı.
Türkiye iktidar çevreleri için bu beklenmeyen sonuç, sadece Kıbrıslı Türklerin iç siyasetinin bir yansıması değil: aynı zamanda Türkiye-Kıbrıs ilişkilerinde, Akdeniz diplomasisinde ve iki toplumlu çözüm arayışlarında da şüphesiz yeni işaretler barındırıyor. Şimdi, Türkiye açısından üç ana başlık altında bu gelişmeyi değerlendirelim: Ankara-Lefkoşa ilişkileri, Doğu Akdeniz ve bölgesel diplomasi, kısa vadeli politika yansımaları ve riskler.
Ankara-Lefkoşa ilişkileri: Statükonun sarsılması
KKTC’deki seçimini aslında Ankara’nın yıllardır süren etkisine karşı Kıbrıs’ın seçmen tabanından gelen bir “refleks” olarak okuyabiliriz. Analizlerde, Tatar’ın Türkiye tarafından bu kadar açık destek almasına rağmen başarısızlığı, halkın artık “bize bu kadar da karışılmasın” bizim ayrı bir kimliğimiz, ayrı bir yaşam kültürümüz var" mesajı verdiğini gösteriyor. Türkiye açısından şu üç alt çıkarım öne çıkıyor:
Bağımlılık algısı: KKTC ekonomisi, siyaseti ve güvenliği uzun yıllardır Türkiye’ye güçlü biçimde bağlı. Ancak seçim sonuçları, “bağımlılıktan rahatsızlık” ve “yerel özne olma” talebi içeriyor.
Politika yönü değişebilirliği: Tufan Erhürman, federal çözüm yönünde görüş beyan ederken; Tatar iki devletli modelden yana, Türkiye ile daha yakın paralel çizgideydi. Dolayısıyla Lefkoşa-Ankara hattında çözüm vizyonu açısından bir ayrışma sinyali var.
Türkiye’nin iç dengeleriyle bağlantı: Türkiye’de iktidar bloğu içindeki milliyetçi unsurlar, seçim sonrası “KKTC’nin Türkiye’ye katılması” gibi güçlü söylemlerle gündeme geldi ve Kıbrıslı seçmenin iradesi yok sayıldı.
Bu da Ankara açısından dikkat edilmesi gereken bir iç politika riskine işaret ediyor.
Sonuç olarak, Türkiye-KKTC ilişkilerinde geleneksel çizgi (yakın koordinasyon, geniş müdahale alanı) sarsılmış görünüyor. Ankara için artık “nasıl bir KKTC” ve “ne kadar özerklik” tartışması yeniden açılmış durumda.
Bölgesel diplomasi ve Doğu Akdeniz bağlantıları
Bu seçim sadece iki toplumlu çözüm açısından değil, Doğu Akdeniz’deki enerji, güvenlik ve diplomasi arenasında da anlam taşıyor.
Çözüm sürecinin yeniden canlanma ihtimali: Erhürman’ın kazanmasıyla birlikte, KKTC’de çözüm yanlısı söylemler yeniden ön plana çıktı. Bu, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve AB açısından yeniden müzakere kapısının aralanabileceği anlamına geliyor.
Türkiye’nin Akdeniz stratejisine etkisi: Türkiye uzun süredir “iki devletli çözüm” modelini savunuyordu. Ancak KKTC seçmeni bu çizgiye mesafeli durdu. Bu, Ankara'nın Akdeniz’deki enerji hattı, güvenlik stratejisi ve dış politika hamleleri açısından yeniden yapılanma gereğini gündeme getiriyor.
AB-Türkiye ilişkileri ve güvenlik bağlantısı: Türkiye, AB'nin savunma/stratejisi girişimlerine katılmak istediği bir dönemde. KKTC seçiminde çıkan “federal çözüm yönünde irade” mesajı, Türkiye için diplomatik kazanım olabilir; çünkü AB içerisindeki Kıbrıs meselesindeki blokajın çözülmesine katkı sunabilir.
Bölgesel aktörlerle işbirliği fırsatları: Müzakerelerin yeniden başlaması halinde enerji projeleri, elektrik-altyapı bağlantıları ve deniz yetki alanları konusunda işbirliği ihtimali artar. Türkiye için hem fırsat hem de risk doğmuş durumda.
Dolayısıyla, bu seçim sonucu sadece “ada içi” bir gelişmeyi değil, Türkiye’nin Doğu Akdeniz dış politika haritasında kilit bir kırılmanın ilk sinyallerini veriyor.
3. Kısa Vadeli Politika Yansımaları ve Riskler
Son olarak, Türkiye’nin gözetmesi gereken kısa vadeli sonuçlara bakalım ve hangi risklerin öne çıkabileceğini görelim.
Olumlu Yansımalar: Türkiye, müzakere sürecinde daha yardımcı aktör konumuna geçerek uluslararası imajını güçlendirebilir. KKTC’nin izolasyonunun biraz çözülmesi, Türkiye-KKTC ekonomisi için de uzun vadeli fayda yaratabilir.
Bölgesel olarak enerji ve altyapı projelerinde yeni dinamikler oluşabilir.
Öne Çıkan Riskler: Ankara’nın KKTC üzerindeki doğrudan yönlendirme algısı zayıflayabilir; bu da Türkiye’nin ada üzerindeki nüfuzunun azalmasına yol açabilir.
Milliyetçi söylemler (örneğin “KKTC’nin Türkiye’ye katılması”) Türkiye iç siyaseti için kırılganlık yaratabilir; bu söylem uluslararası alanda da tepki çekebilir.
Müzakereler yeniden başlasa dahi çözüm sürecindeki güvenlik garantileri, asker-denge, deniz yetki alanları gibi kritik başlıklarda Türkiye açısından zor pazarlıklar gündeme gelebilir.
Sonuç
KKTC’deki bu seçim yalnızca ada için değil, Türkiye için de bir dönüm noktası niteliğinde. Seçmenler hem kendi iç yönetim vizyonlarını hem de Ankara’ya olan mesafelerini net biçimde ifade etmiş durumda. Türkiye için iki yol ayrımı belirdi: ya eski alışılmış “yakın kontrol-yakın yönlendirme” modeline devam edecek ya da KKTC-ile ilişkilerde daha çok özerklik, daha çok diplomatik açılım ve bölgesel strateji odaklı yeni bir çizgiye geçilecek.
Gelecek aylarda, Ankara-Lefkoşa hattında yapılacak açıklamalar, müzakere takvimleri, Doğu Akdeniz’deki işbirlikleri ve Türkiye’nin Kıbrıs politikasında attığı adımlar bu tabloyu netleştirecek. Türkiye açısından önemli olan, bu seçim mesajını “alan” değil “okuyan” bir refleks geliştirmektir.
Kıbrıslı Türk seçmeni de tam "Bırakın kendi kararlarımızı kendimiz verelim” diyorken...
Ankara’ya mesaj mı, bölgeye açılım mı?
Ankara’ya mesaj mı, bölgeye açılım mı?
Paylaş: