İnsan ne zaman bir sorunun çözümsüz olduğunu düşünür? Muhtemelen elindeki tüm imkanları denemiş ama sonuç alamamışsa, artık seçeneklerin tükendiğini, başka bir alternatifin olmadığını düşünerek sorunun çözümsüz olduğunu varsayabilir. Peki, gerçekten başka bir alternatifin olmadığına nasıl karar verir?
Ne yazık ki bu karar her zaman somut verilere dayanmaz. İnsan, gerçekte var olan alternatiflere -bilerek ya da bilmeyerek- zihnini kapatabilir. Üstelik bunu birkaç şekilde yapar. Olası alternatifleri ‘riskli’ ya da ‘uygun değil’ şeklinde damgalayarak görmezden gelebilir. Toplumsal baskılar ya da kişisel inançlar nedeniyle farklı alternatifleri dışlayabilir. Ya da alışkanlıklarla hareket ettiği için değişik alternatiflerin farkına bile varmayabilir.
Alternatif üretme kapasitesi, ‘uygun görünmeyen ama mümkün olabilecek’ ihtimallere ilgi duymakla genişler. Böylesi bir ilgi genellikle yaratıcı ve esnek düşünebilen bireylerde kendini gösterir. İşyerinde çözümü bulunamayan bir sorun yaşandığında, bu niteliklere sahip kişiler genelde ilk arananlar olurlar. Eğer bu kişi yönetici konumundaysa, ekip üyelerinin işi kolaylaşabilir. Ancak bu durum, ekiptekileri kolaycılığa sürükleme riskini de barındırır.
Mükemmeliyetçi ve yaratıcı bir ekip lideri hayal edin. Ekip önemli bir hata yaptığında, üst yönetimin hatayı fark etmemesi için, alternatif bir yol belirler ve ekip üyelerine ne yapmaları gerektiğini söyler. Üst yönetimin olumsuz tepkisinden kurtulan üyeler, sorunda ya da çözümde ne kadar payları olduğunu fazla dert etmeyebilirler. İlk bakışta konforlu bir durum gibi görünse de bu tutum sürekli tekrar ettiğinde, çalışanların olup biteni kontrol edebileceklerine dair inançları körelir. Edilgenlik hakim olur. Zamanla söyleneni uygulamak dışında bir seçenek olmadığına iyice inanırlar.
Bir sorunun hiçbir çözümü olmadığına inanmakla, sunulan çözüm yolunun dışında bir alternatif olmadığına inanmak farklı duygular yaratır. Çözümsüzlük hemen herkeste çaresizlik hissi doğurur. Alternatifsizlik ise kişiden kişiye değişen farklı duygusal tepkiler oluşturabilir. Varsayılan çözüm yolunu benimsemek zorunda kalmak, kişiyi kararsız ve kaygılı hale getirebilir. Eğer seçeneklerin bilerek sınırlandırıldığını düşünürse, baskı hisseder. Baskı, kimilerinde direnç oluştururken, kimilerinde ‘mecburen boyun eğme’ şeklinde pasif bir kabullenişe yol açar. Bu kabulleniş dışarıdan uyum sağlamak gibi görünebilir; ama çoğu zaman bastırılan duygular içeride iz bırakır.
Bazen belirsizlikle baş etmek, çözüm aramaktan daha işlevsel olabilir. ‘Çözüm bulamıyorum’ düşüncesini ‘şimdilik çözüm görünmüyor’ düşüncesine dönüştürmek işe yarar. Örneğin, bir çalışan yöneticisi tarafından başka bir birime geçirilir. İşten çıkarılan birçok kişi olduğu için, bu alternatif olumsuz görünmez. Ancak yine de çalışan kendini dışlanmış hisseder. Bununla başa çıkmak için sunulan alternatifi zihninde ‘geçici’ olarak kabul edip, yeni fırsatlara zemin hazırlamayı hedefler.
Alternatifsizlik çözümsüzlüğe sürüklediğinde, repertuvarımızdaki düşünme biçimlerini gözden geçirme zamanı gelmiş demektir. Alışılagelmiş varsayımları sorgulamak, zihni esnetmenin en etkili yoludur. Aklımızda beliren ‘tek yol bu’ düşüncesinin hangi kanıtlara dayandığını -ya da dayanmadığını- fark etmek bizi geliştirir. Önemli olan, çözümün varlığından emin olmak değildir. Asıl mesele, çözümün henüz keşfedilmemiş olabileceğine dair inancı sürdürmek ve görünmeyen alternatiflere zihni açık tutabilmektir.
Alternatifsiz mi, yoksa çözümsüz mü?
Alternatifsiz mi, yoksa çözümsüz mü?
Paylaş: