Bölücü terör örgütü 5-7 Mayıs tarihlerinde beklenen kongresini yaptı ve sonuç bildirgesini yayımladı. Sonuç bildirgesinde; PKK'nin örgütsel yapısının feshedilmesi ve silahlı mücadelenin sonlandırması kararları aldığını, ‘PKK adıyla yürütülen’ çalışmaları sonlandırdığını duyurdu.
Bildirinin devamında; PKK’nın,“kaynağını Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasasından alan Kürt inkâr ve imha siyasetine karşı özgürlük hareketi olarak tarih sahnesine çıktığı, ulusların kendi kaderini tayin hakkı ilkesini benimseyerek silahlı mücadele stratejisi temelinde meşru ve haklı bir mücadele yürüttüğü,1978’den başlayarak yürüttüğü özgürlük mücadelesiyle Kürt varlığını kabul ettirmeyi ve Kürt sorununun Türkiye’nin temel realitesi olarak görülmesini esas aldığı, Türk-Kürt ilişkilerinin yeniden düzenlenmesinin kaçınılmaz olduğu,Kürt sorununun çözümü çerçevesinde;Kürt-Türk ilişkilerinde sorunun kaynağı olan Lozan Antlaşmasının ve 1924 Anayasasının öncesinin referans alınması gerektiği” konularını içeren oldukça geniş bir açıklama yayımladı.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin başlattığı yeni açılım sürecini destekleyenler; terör örgütünün bildirisindeki “silah bırakma ve fesih” konularını ön plana çıkararak terör tehdidinin sona ermekte olduğu algısını yaymaya çalışırken, gelişmelere temkinli yaklaşanlar; bildirinin devamındaki Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş değerlerini hedef alan ifadeleri sorguladılar ve sürecin Türkiye Cumhuriyeti’nin birlik, beraberlik ve bütünlüğünü tehdit eden tuzaklarla dolu olduğu konusunda endişelerini dile getirdiler.
Vatan ve millet sevgisiyle dolu hiç kimsenin; huzur ve güvenliğimizi, refah ve mutluluğumuzu tehdit eden, binlerce şehit ve gazi vermemize neden olan, 40 yıldan fazla süredir mücadele ettiğimiz terörün sona ermesinden rahatsızlık duyması mümkün değildir. Öncelikle bunu vurgulamak gerektiği kanaatindeyim. Ancak şunu da vurgulamak gerekir ki; vatan ve millet sevgisiyle dolu olan vatandaşlarımız, Türkiye Cumhuriyeti’nin vatanı ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü tehdit eden bütün oluşum ve faaliyetlerin farkındadır ve durumu yakından takip etmektedir.
Sürece temkinli yaklaşanlarda, silah bırakma ve fesih konularının bariz bir tuzak olduğu kanaati yaygındır. Ben de bu kanaatteyim. Bence fesih ve silah bırakma konuları ön planda tutularak asıl niyet ve maksat perdelenmektedir. Terör örgütü, örgütünün tamamını değil sadece “PKK adıyla yürütülen” çalışmaları ve “PKK eliyle yürüttüğü silahlı mücadeleyi” sonlandırdığını duyurmuştur ve “1978 yılından bu yana yürüttüğü mücadele” sonucunda isteklerini kabul ettirmeyi başardığını ilan etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş değerlerini hedef almakta, Lozan Antlaşmasını ve 1924 Anayasasını Türk-Kürt ilişkilerinde sorunun kaynağı olarak göstermektedir. Bu durumda terör örgütünün amacından vaz geçtiğini düşünmek mümkün değildir. Terör örgütü; ülkemizi hedef alan bölücü emperyalist projenin bir aparatıdır ve bu bölücü emperyalist proje; başta ABD, İsrail ve Fransa olmak üzere bölgemizde çıkarı olan devletler ve iş birlikçileri tarafından açıkça desteklenmektedir. Bu ülkelerin terör örgütünün bildirisine verdikleri destek niyet ve maksatlarını ortaya koymaktadır.
Silah bırakma konusu da göz boyamaktan başka bir şey değildir. Silah denilen şey sadece tabanca ve tüfekten ibaret değildir. Bunun içinde top, havan, roket gibi ağır silahlar, silahlı araçlar, hatta ABD’nin tahsis ettiği tank ve silahlı helikopterler bile vardır. Bunlar nereye bırakılacak, kime teslim edilecektir? Irak’ta Barzani’nin peşmergelerine, Suriye’de PYD/YPG’ye teslim edilmesi sorunu çözecek midir?
Terör örgütünün bildirisine bakış açıları, ülkemizde kimin nerden durduğunu ve kimin hangi amaca hizmet ettiğini de göstermektedir. Gelinen aşamada bazılarının ABD ve İsrail’in Büyük Kürdistan projesinden rahatsızlık duymadıkları, bunun da ötesinde bu projenin gerçekleştirilmesine destek verdikleri dikkat çekmektedir.
Ülkemizde tarikat ve cemaatler tarafından yürütülen yıkıcı ve PKK tarafından yürütülen bölücü projeleri savunan zihniyetler 100 yıldan fazla süredir varlığını sürdürmekte ve birbirlerini desteklemektedirler. Birinci Dünya Savaşı döneminde İngiliz Binbaşı Lawrence ve Noel’in yıkıcı ve bölücü çalışmaları sonucunda ortaya çıkan bu zihniyetler 2000’li yılların başından bu yana oldukça büyük ilerleme kaydetmişlerdir.
Her şey gözlerimizin önünde gerçekleşmektedir. İşe Balyoz, Ergenekon, Arınç’a suikast vb kumpaslarla Türk Silahlı Kuvvetlerinin terörle mücadelede deneyim kazanmış çok değerli kadroları tasfiye edilmekle başlanmıştır. Yasal düzenlemelerle TSK’nın iç güvenlik görevleri sonlandırılmıştır. Tarikat ve cemaatlerin vakıf ve dernek statüsüyle teşkilatlanmaları desteklenmiştir. Doğu ve Güneydoğu illerimizde yuvalanan tarikat ve cemaatlerin Kürtçülük propagandası yapmaları görmezden gelinmiş, bunun sonucunda ortaya çıkan Hüda-Par gibi siyasi oluşumların önü açılmıştır. PKK’nın Suriye’deki kazanımları engellenememiş, Suriye’deki PKK uzantısı PYD/YPG’nin Irak’taki Kürt yapılanmasıyla ilişkisi önemsenmemiştir. Ülkemizde uygulanan sığınmacı politikasıyla teröristlerin Irak, İran, Suriye, Türkiye arasında serbest hareket etmelerinin önü açılmıştır. Ülke ekonomisi, üretim ve istihdam çıkmaza sokularak vatandaşlarımız mutsuzluğa ve huzursuzluğa sürüklenmiştir. Psikolojik harp literatüründe ülkedeki mutsuz ve huzursuz vatandaşlar “gayrimemnun kitle” olarak adlandırılır, yıkıcı ve bölücü propaganda da bu kitle hedef alınarak yürütülür. Buna rağmen halkımızı kutuplaştıracak, ayrıştıracak, düşmanlaştıracak siyasi söylemlerle bu yıkıcı ve bölücü propagandaya katkı sağlanmıştır.Ülkemizde bu konular konuşulurken Suriye’den gelen haberlerde ABD’nin Türkiye sınırındaki Ayn el Arap (Kobani) bölgesindeki askeri birliklerini ağır silahlar ve Abraham tanklarıyla takviye etmekte olduğu yer almaktadır. Böyle bir dönemde ABD’nin Türkiye sınırındaki askeri yığınağını takviye etmesini ciddiyetle sorgulamak ve dikkatle takip etmek gerektiği kanaatindeyim.
Bu açılım süreci ile paralel gelişen olaylar da oldukça dikkat çekici ve endişe vericidir. Millî Savunma Bakanlığı Eski Genel Sekreteri Emekli Kurmay Albay Ümit Yalım; “Sözde Terörsüz Türkiye Süreci adalarımızdaki Yunan işgalini örtme planıdır” diyerek endişesini dile getirmiştir. Bence Kanal İstanbul projesi de endişe vericidir. Bu proje gerçekleştirildiği taktirde Montrö Boğazlar Sözleşmesi etkisiz hale getirilecek, ABD’nin Karadeniz’e açılmasının önündeki engel kalkacaktır. ABD, İsrail ve ortaklarının Suriye’de HTŞ ve PYD/YPGile, Kıbrıs’ta Rum yönetimi ile geliştirdiği ilişkiler ve Doğu Akdeniz’deki gelişmeler de bu açılımla paralel yürütülmektedir. Özetle bölücü terör örgütünün Lozan Antlaşmasını ve 1924 Anayasasını neden hedef aldığı değerlendirilirken Ege’deki, Karadeniz’deki ve Doğu Akdeniz’deki bütün gelişmeleri de göz önünde bulundurmakta yarar vardır.
Günlerdir basında yer alan haber ve yorumlarda PKK ve destekçilerinin silah bırakma ve fesih karşılığında Türkiye’deki muhataplarından anayasal ve yasal düzenlemelerle önlerinin daha da açılmasını bekledikleri anlaşılmaktadır. Ülkemizde hem iktidarda hem de muhalefetteki pek çok siyasetçi de buna destek beyanatlar vermektedir. Bence bu anayasal ve yasal düzenlemelere son derece temkinli yaklaşılmalıdır. Yapılacak en küçük bir hata devletimizi uluslararası alanda sorumlu duruma düşürecek De Facto durum yaratabilir, geri dönüşü imkânsız durumlara düşürebilir.
Açılım tehlikeli bir aşamaya getirildi
Açılım tehlikeli bir aşamaya getirildi

Paylaş: