Siyasette ‘Yumuşama’ değişim mi taktiksel mi?

Yerel seçimler sonrası partiler arası görüşme trafiği ile Türk siyasetinde yumuşama tartışmaları gündeme oturdu. Gönül ister ki, Türk siyaseti uzun yıllardan beri sürdürdüğü gerilim ve kutuplaşma modunu geride bırakıp; topluma hizmet için proje üren bir yarışla, toplumsal refahı arttırmaya yönelsin. Ne var ki bizim gönlümüzden geçen, ülkemiz siyasetini yönetenlerin stratejik tercihlerinin oturduğu dinamiklerle hiç örtüşmedi. Zira hükümet ortakları yıllardır, kendi dışındaki partileri günah keçisi olarak gösteren algı yönetimine dayalı bir süreç üzerinden, kendi tabanlarında dayanışma yaratarak iktidarını sürdürdü. Ancak akıl, bilim ve gerçeklikten uzak bu tutum, toplumsal krizler ve toplumsal çürümeye yol açtı. Krizlerin kontrol edilemez boyuta ulaşması ile algı yönetimi ve yandaşlık uygulamalarının gerçeklerden uzaklığını nihayet kendi yaşantısında, derin bir hançer yarası gibi hisseden vatandaş, son seçimde hesabı kesti ve muhalefeti ödüllendirdi. Bu sonuç, İktidar ortaklarının mutlak iktidarını köklü biçimde sarsabileceği endişesi ile yeni durumdan sonuç çıkarmaya yönlendirdi. Toplum, kavga ve kutuplaşma yerine, çözüm bekliyordu. Çözüm de en azından bu kutuplaşa ve çatışma görüntüsü yerine, partiler arası bir yumuşama ve görüşme trafiğinden geçmek zorunda idi ve bu süreç başlatıldı. Şimdi asıl soru şu: İktidar ortaklarının bu tutumu, stratejik düzeyde köklü bir değişim mi; yoksa taktik uygulamadan mı ibaret kalacak. Benim kişisel kanım, bu girişimin taktik uygulamalarla, zaman ve fırsat kollamaktan yana olduğu yönünde. Zira köklü bir strateji değişikliği için, bu iktidara yön veren ana vizyonda bir değişim gerekir. Zira ana vizyon değişimi, izlenecek sürecin ana misyon ve stratejisini yeniler. Oysa bu yönde en ufak bir belirti görülmüyor. Bu iktidarın ana vizyonu geleneksel muhafazakarlık temelli bir politik tercihle, Türk toplumunu kültür değerlerinin merkezine Siyasi İslam’ı yerleştirme olarak şekillenmiş bulunuyor. Bu yöndeki uygulamaları yıllarca gözledik. T.C. ve Andımızın kaldırılmasıyla başladı. Atatürk ilkelerinden uzaklaşmalar ile ÇEDES uygulamasına; Milli bayramların önemsizleştirilmesinden laiklik karşıtı uygulamalara kadar uzandı. Hukuk kurumları kontrol altına alındı. Devlet bütçesinde Diyanetin payı, yarıdan çok bakanlığın bütçesinden daha fazla olması için sürekli artırıldı. Nihayet daha nice örnekler yanında son olarak Milli Eğitim Müfredatının, bilim ve düşünmeyi öğretmek yerine, din ve inanç temelli olarak kurgulanması programa alındı. Tarihsel kültürümüzün hiçbir döneminde, Din ve inanç, Devlet ve toplum yapılanmamızın bu denli merkezinde olmadı. Gerek Tuğrul Bey ve Fatih Sultan Mehmet, gerekse Mustafa Kemal Atatürk, din ve inanç olgusunu, Türk devlet ve toplum sisteminin merkezine taşımadı, ayrı tuttu. Zira dini inanç, toplum ve devletle ilgili olmak yerine, kişisel olup; inanç ile inanılan arasındaki ilişkidir. Yeni Milli Eğitim Programı, bilim ve düşünmeyi öğretmek yerine, din ve inancı eğitim sisteminin merkezine yerleştirmekle, tüm toplumu, düşünmeyen, sorgulamayan, üretmeyen ve yenilik yapmayan bir nesil yetiştirmeye yöneliyor. Zira insan zihni inancı önceller; çünkü inanç, canlının varlığı için tehdit ve tehlike olup olmadığına inanmakla başlar. Ancak inancın işe yaradığı görüldüğünde kalıplaşır ve hazır inanç kalıbı olarak insan beynine kaydedilir. Benzer durumlar için hazır kalıp olarak devreye alınır. Bir kere öğrenilen kalıp artık değişmez ve ölümüne savunulur. Oysa dış dünyanın koşulları sürekli devinim içinde değişime uğrar. İnanç kalıbı bu değişimle başa çıkamaz. Ezber işe yaramaz. Çoklu ve dinamik yaşamla başa çıkmak, zihnin dinamik yeteneği olan düşünmeyi öğrenmekten geçer.  Düşünmeyi öğrenmek, özgür akıl ve mantığın işleyiş kurallarını, farklı koşullar için uyarlama dinamiğini kazandırır. Yeni nöro-bilim, inanç olgusunu “bilinç 2 düzey (memeli beyni)”; bilim ve felsefe yapmayı, yani neokorteksi etkin kullanmayı “bilinç 3 düzey” olarak değerlendiriyor. İnancın kalıplaşması, kalıp davranış, bağımlılık, teslimiyet ve biat kültürü geliştirir. Düşünmeyi öğrenmek ise yaratıcılık ve yenilikçilik getirir.  Milli Eğitim Müfredatının inanç temelli veya özgür akıl ve bilim temelli düzenlenmesi, siyasi iktidar için bir turnusol işlevi görecek.  Cahil ve biat eden siyasi İslamcı bir nesil mi isteniyor, yoksa değişim, başarı, uzlaşma, barış, çoğulculuk, bilim, yenilik, demokrasi, refah ve güvenlik için düşünen ve üreten bir nesil mi isteniyor. İlk durumda, sadece taktik uygulamalarla toplum oyalanıp, değişmeyen siyasi İslamcı ideolojiyi kurumlaştırma gayreti sürecek. Ve yumuşama lafta kalacak; yok ikinci tercihte bulunuyor ise köklü bir strateji değişimine yönelmesi gerekir. Ancak bu yönde yeterli bir gayret henüz ufukta gözlenmiyor. Örneğin seçilemeyen Yargıtay başkanlık sorunu, adaleti yeniden tesis etme yönünde mi;  yoksa iktidar yandaşı birisini seçtirme yönünde mi çözülecek. Anayasa değişikliği hangi özgürlükleri öngörecek. Yoksa geçmişteki gibi sadece türbana özgürlükle yetinilecek mi? Bu tercihler iktidarın asıl niyetini açıkça ortaya koyacak.