Bugün halkın en önemli derdi ‘Anayasa’ değil

Gazeteci Yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke gündeminin başında gelen olay ve gelişmelerle ilgili sorularını cevapladı. Kışlalı, Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Özgür Özel arasındaki görüşme, 1 Mayıs kutlamalarında yaşanan Taksim inatlaşması, sivil anayasa tartışmaları, İYİ Parti’de yaşanan genel başkanlık değişimi, Türkiye’nin İsrail’e ticareti durdurması, Merkez Bankası’nın yıl sonu enflasyon tahmini konularında açıklamalarda bulundu. İşte görüşleri…

 

*****

GÖZLEM – AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Ana Muhalefet Lideri CHP Genel Başkanı Özel görüşmesi ile “Anayasa Satrancı” başladı. Sizce sonuç ne olacak?

K – Başlamaması gerekirdi diyorum. CHP veya muhalifim diyen diğer partiler Erdoğan’ın istediği “yeniden seçilebilmesinin önünün açılması” başta olmak üzere, “türbanın anayasada yer alması”, “ilk dört maddenin değiştirilmesi”, “federatif yapının anayasada yer alması” anlamına gelecek isteklerin tamamını veya bazılarını kabul edemezler. Erdoğan’ın da “dikta yönetiminden ödün verme” anlamına gelecek değişiklikleri istemeyeceği ortada olduğuna göre bu görüşmeler niçin yapılıyor? Türkiye’nin, halkın bugünkü en önemli derdi anayasa mı? Değil. Erdoğan da bunu biliyor. Türkiye’nin bugün birinci gündemi olan ekonomik sıkıntıları ve belki de seçim yenilgisini gündemden uzaklaştırmak için Anayasa değişikliğini gündeme sokmak istiyor ve sokuyor. Önce usul sonra esas görüşülecekmiş. Bu süreç ekonomideki sıkıntıların çok daha fazla hissedileceği 2024’ün kalan bölümünü ve belki 2025’i de kapsayacak. Muhalefetin Erdoğan’ın gündem değiştirmesine izin vermemesi gerekir.  

 

GÖZLEM – 1 Mayıs Taksim inatlaşması ve sonucu konusunda görüşünüz?

K –İktidarın 1 Mayıs’ta İşçi Bayramı’nın Taksim’de kutlanmasına getirdiği yasağı sürdürmesiyle gerçek niyetinin “demokratik anayasa” veya demokrasi değil “gündemi değiştirmek” olduğu açık seçik ortaya çıktı. Anayasa Mahkemesi daha beş ay önce Taksim yasağının “Anayasa’nın 34. maddesinde güvence altına alınan toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının engellenmesi” olduğuna hükmetmişti. Erdoğan hakikaten “demokratik bir Anayasa” istiyor olsa, böyle bir dönemeçte en azından bir jest olarak Taksim Yasağı’nı kaldırtır, gündemi şimdi değiştirmek istediğinin çok daha ötesinde değiştirir ve muhalefeti de biraz olsun “kontrpiyede” bırakırdı. Ancak Taksim Yasağı ile beraber Erdoğan’ın esas derdinin “demokrat, 12 Eylül’den kurtulmuş bir Anayasa” olmadığı, esas amacının bana göre açık ve seçik bir şekilde “gündemi değiştirmek” olduğu ortaya çıktı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel “Anayasa uyulmamak için değiştirilmez” dediğine ve “iktidarı anayasaya uymaya davet edeceğini” açıkladığına göre bu durumun farkında. O zaman en azından iktidar ile Anayasa görüşmelerine başlamak için en başta “1 Mayıs’ta Taksim yasağının kalkması” olmak üzere Erdoğan’ın daha kolay kabul edebileceği hapisteki komutanların bırakılması gibi bazı isteklerini, “görüşmelere ön şart” olarak koyabilirdi. Özel bunları zaten Erdoğan ile görüşmesinde gündeme getireceğini belirtmişti. Dolayısıyla bu taleplerini “Madem yeni Anayasa istiyorsunuz önce mevcut Anayasa’da uymadığınız bu hususlara uyup iyiniyetinizi gösterin” şartına dönüştürebilirdi. Erdoğan kabul eder miydi? Belki bir stratejik akıllık gösterse, söylediğim gibi en azından hiç bir sakıncası olmayan 1 Mayıs yasağını kaldırırdı. Ama bence kabul etmezdi. Bu durumda da Özel’in haklı olarak her seferinde ifade ettiği üzere hakikaten de “Uymamak için Anayasa değiştirilmeyeceğinden” bu konuyu görüşmeye kapatır ve Erdoğan’ın istediği gibi bu konunun Türkiye’nin şu andaki en büyük sorunu olan ekonomik gündemi değiştirmesine olanak tanımazdı. Maalesef hakikaten karşılıklı isteklere bakıldığında bir uzlaşma sağlanamayacağı neredeyse kesin olan bir Anayasa değişikliği konusu ile Erdoğan gündemi tekrar istediği gibi değiştirmiş oldu. Özel’in bu konularda biraz daha tecrübe kazanması gerekecek. Bana göre Google’den açıp bakın, Özel’in Meclis’teki 23 Nisan resepsiyonunda Erdoğan’ın yanında ip gibi dizilmiş çeşitli daha alt düzey siyasetçi ile beraber çay içmek için verdiği “bayram” görüntüsü bu acemiliğin fotoğrafıydı.

 

GÖZLEM – “1 Mayıs Taksim inatlaşması”, iktidar yönünden, “polisle halkı ve işçileri, kutlamaya katılmak için gelen binlerce TC vatandaşını karşı karşıya getirme” pahasına da olsa, “galipler” yönünde bir görüntü verdi ama “bir Pirrus Zaferi gibi” oldu. Ülkenin dört bir yanındaki yürüyüşlerde ve meydanlarda karara karşı sert tepkiler gösterildi, pankartlar taşındı, konuşmalar yapıldı. Ana Muhalefete de, 1 Mayıs’taki “Taksim’den de öteye, yurda da yayılan ‘polis – tepki – şiddet – gözaltı’ görüntülerinden” sonra, “Genel Başkan Özgür Özel, perşembe günü yapılacak Erdoğan’la yapacağı görüşmeyi iptal etmeliydi” eleştirisi yaygın şekilde yapıldı; ne diyorsunuz?

K – İptal etmekten ziyade keşke 1 Mayıs’ı bu görüşmelere katılmak için bir önşart olarak koysaydı diye düşünüyorum. Sonuçta Erdoğan, kendinden beklenmedik bir şekilde Özel’in isteğini kabul ederek Anayasa görüşmesi buluşmasını Saray’dan AKP Genel Merkezi’ne aldı. Bu da aslında son seçim sonuçları devamında Erdoğan’ın bu sözde “Anayasa görüşmeleri”ne gündemi değiştirmek için ne kadar “muhtaç” olduğunu ortaya koyuyor. Hakikaten 1 Mayıs şartı getirmiş olsaydı Özel büyük bir puan alırdı. Onu yapmayıp, Anayasa görüşmesini iptal etmek ise hem bir başka “acemilik” olarak gözükür, hem de çok politize olmamış, partizan olmayan “kararsız seçmenler” tarafından da Özel’in hanesine bir eksi olarak yazılabilirdi. Bu noktadan sonra dönüş pek doğru olmazdı.

 

GÖZLEM – İYİ Parti’de “genel başkan değişimi”, istifaları önleyemeyecek gibi görünüyor. Kurucular, milletvekilleri, genel merkez ve teşkilat yöneticileriniz istifaları sürüyor. Kulislerde, “Merkez sağ bir parti olma” yolundayken başlayan dağılmanın, “yeni bir ‘merkez Sağ Parti kurulması ihtimalini’ siyaset gündemine dahil ettiği” konuşuluyor; ne diyorsunuz?

K – Kulislerde konuşuluyor olmasına da gerek yok, aklın yolu bir. İyi Parti Meral Akşener ile birlikte merkez sağdaki boşluğu doldurmak için yola çıktı. Yönetim kadrolarının büyük çoğunluğu eski MHP’lilerden oluşmakla birlikte en başta merkez sağdan önemli isimler de yönetimde yer aldı. Parti’nin seçmen kitlesi ise büyük ölçüde muhalif, demokrat, milliyetçi ve Atatürkçü bir kesimden geliyor. Akşener geçen yılki seçim sürecini iyi yönetemeyip konjonktür ile sonuçlar arasında sıkışıp kaldı ve yalpaladı. Yerel seçimlerin İyi Parti’nin özgül ağırlığını belirleyecek ortam olmayacağını, bunun genel seçimler olduğunu, yerel seçimlere yalnız girmenin böyle bir sonuç vereceğini biliyordu. CHP ile ittifak yapmayarak seçmenini tek kişinin seçilme zorunluluğu olan yerel seçimlerde, o seçim bölgesindeki en güçlü muhalif adaya –ki bu da çoğunlukla CHP’li adaylar oldu– itti. Akşener ayrılınca parti seyircisiz kongre yapılması gibi ufak tefek ayak oyunlarıyla, yine Akşener’in gölgesinde, Akşener’in desteklediği düşünülen Musavvat Dervişoğlu’na “devredildi”. Ben bazı komplolarda ileri sürüldüğü gibi İyi Parti’nin iktidara veya Cumhur İttifakı’na yaklaşacağını düşünmüyorum. Bu kendini inkâr olur, Parti’nin kalan seçmeni de Parti’yi terkeder. Çünkü Parti seçmen kitlesinin en büyük özelliği Atatürkçülüğü özümsemiş muhaliflerden oluşması. Akşener hem karizmatik bir lider. Hem de siyasete DYP’den başlamış merkez sağ merkezli bir politikacı. Buna karşın ne Dervişoğlu’nun ne de Parti kadrolarında yine büyük bir özgül ağırlığı olduğu anlaşılan Koray Aydın’ın seçmen nezdinde etki yaratabileceği bir karizmaları yok. Ayrıca her ikisi de ülkücü kökenli. Parti son seçim sonrasında ana yönetim birimi olan Genel İdare Kurulu’na (GİK) kimi Parti’yi son dönemde terketmiş olan bazı merkez sağ politikacıları aldı ama, son olarak Grup başkanvekili Erhan Usta gibi merkez sağ çizgi görüntüsü çizen isimlerin ayrılması da görüntüyü bozuyor. Dolayısıyla Dervişoğlu, Akşener’in gölgesinde veya kendi başına Parti’yi merkez sağda tutmak için gerekli adımları atmaz ya da atamazsa ve halk nezdinde karşılığı olan karizmatik bir merkez sağ politikacı sahneye çıkarsa, merkez sağdaki boşluğu doldurma hedefinde olacak yeni bir parti ortaya çıkabilir. Çünkü yine başa gelirsek, merkez sağda büyük bir boşluk var. Öte yandan ben Dervişoğlu’nun İyi Parti’yi merkez sağda tutmaya çalışacağı süreçte Meral Akşener’in o veya bu şekilde yeniden başa geçme olasılığını da düşük görmüyorum.

 

GÖZLEM – Türkiye – İsrail, Türkiye ABD arasındaki ilişkilerin, Gazze olayı yüzünden “ters yüz edilmiş bir duruma gelmesinin”, Türkiye’nin “ekonomik krizi çözme ataklarını etkileyip, etkilemeyeceği” tartışılmaya başladı; dünya sermayesi kaynakları “olumsuz tepki” gösterebilir mi?

K – Uluslararası sermaye, tabii ki ABD ile çok büyük bir karşıtlık içine girilmesi durumu hariç, Türkiye’deki iktidarın sözde İsrail tutumundan çok, elde edeceği getiriye bakar. Uluslararası sermayenin adamı olarak göreve getirilen Mehmet Şimşek’in uyguladığı politikalara rağmen, Türkiye’de hâlâ faizler enflasyonun üzerinde değil. Bu yüzden de her zaman dövizin değer kazanması ve Türkiye girecek sıcak yabancı sermayenin zarar etmesi olasılığı yüksek. Dolayısıyla sıcak sermaye Türkiye’ye hâlâ istenildiği kadar akmıyor. Bu durumu hafta içinde yapılan Uludağ Ekonomik zirvesinde Missouri Üniversitesi’nden Prof Max Gillman politika faizlerinin yüzde 50 olduğu ortama göndermede bulunarak “Türkiye’de şu an enflasyon yüzde 68. Pozitif faiz olmayacaksa Türkiye direkt yatırım bulamaz ve yatırımcı Türkiye’ye gelmez” diye açıkladı.

 

GÖZLEM – Simit satıcıları, “Simitte fiyatlandırmanın, ekmek fiyatlarında uygulandığı gibi, Ticaret Bakanlığı’nın onayına bağlanması” kararına karşı  Danıştay’a başvuracak. Ankara Pideciler ve Simitçiler Odası Başkanı Savaş Delibaş, “Simitçilere yapılmış haksız bir uygulama. Kanun genelge ile yok edilemez. Karar, tarife komisyonunu işlevsizleştiriyor” dedi; Simitçiler haklı mı, Danıştay’ın kararı ne olabilir?

K – Simitçiler Odası şu açıdan haklı. Bir genelge veya yönetmelik ile Yasa’nın aksine bir karar alınamaz. Yasal yapılanmada bir hiyerarşi vardır. Bu hiyerarşi silsilesi yukarıdan aşağı anayasa, yasalar, yönetmelikler olarak ilerler. Dolayısıyla hakikaten de yeni genelgede yapılan düzenleme Yasa’ya aykırı yapıldıysa bu Danıştay’dan geri döner. Ama tabii Türkiye’de yargının bugünkü durumunda, sonucun mevzuattan ziyade siyasi bir karar ile belirlenme olasılığını unutmamak gerekiyor.

 

GÖZLEM – Nisan enflasyon rakamları da gösterdi ki, Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan’ın, “Yıl sonu enflasyon beklentileri halen tahminlerimizin üzerinde” itirafı da ortada, 85 milyon için “hayat pahalılığı” sürecek. Tablo buyken, “vadeli mevduat stopajlarındaki artırımlar” neden yapıldı ve kime yarayacak?

K – Bütçe büyük açık veriyor. Ya gelirleri arttıracaksınız ya da masrafları kısacaksınız. Mehmet Şimşek tüm çabasına karşın masrafları kısmakta yani tasarruf yapmakta başarılı olamıyor. Bu durumu CHP Genel Başkanı Özgür Özel “İsrafın kaynağı olanlar İsrafı durduramazlar” diyerek çok güzel bir şekilde anlattı. Onun yerine bu iktidarın başvurduğu en önemli şey vergileri, cezaları arttırıp durmak. Faizleri biraz yükseltince dövize yöneliş durdu gibi bir algı oluştu. Bu durumda döviz yerine mevduata gidecek paradan stopajları attırmak suretiyle daha fazla gelir elde edilmek isteniyor. Ancak bunun da ifade ettiğiniz gibi mevduatı düşürecek ve parayı başka yatırım alanlarına kaydıracak bir etkisi olacak. Bu etki ne kadar büyük olur bilmiyorum ama yine de bu alınan son karar, iktidarın yapması gereken şeyi yani örneğin tasarrufu yapmadığı için onun çevresinde dolanıp yaktığı yorgana deymeyecek sonuçlar alma hedefine dönük yaptığı pek çok “acıklı-komik” icraatlarının arasında yerini alacak.

 

GÖZLEM – Yüksek enflasyon (Yüzde 55) ile mücadele eden Zimbabve, “altın destekli yeni bir para birimini” piyasaya sürdü. “Zimbabve Altını (ZiG)” , Güney Afrika ülkesinin 10 yıl içinde dolaşıma soktuğu üçüncü para birimi oldu ve “sadece bu yıl içinde değerinin dörtte üçünü kaybetmiş olan” Zimbabve doları RTGS’nin yerini aldı. RTGS, 10 yıllık dolarizasyonun ardından 2019’da piyasaya sürülmüş, ancak halk o dönemde yeni para birimine güvenmediği için yurt içi işlemlerin yüzde 80’den fazlası yabancı para birimleriyle yapılmaya devam etmişti. Bugün de Zimbabve’de işlemlerin yüzde 85’i dolarla yapılıyor ve Dolar, ZiG ile birlikte dolaşımda kalmaya devam edecek. Bu adım, yüksek enflasyona çare olabilir mi?

K – Yüksek enflasyonun en önemli nedenlerinden birisi hükümetlerin elinde bulunan olanağı kullanarak kendi para birimlerinde para basmaları. Bunu engellemek için altına veya başka para birimine bağlı para birimleri oluşturulması gibi çözümlere başvurulduğu oldu, oluyor. Ya da AB’deki gibi ortak bir para birimine geçilerek o birliğin üyelerinin para basmalarına olanak tanınmıyor. Ülkedeki altın üretimine bağlı bir para birimi yaratmak enflasyon ile mücadelede etkili olabilir. Ancak enflasyonun tek nedeni de para basmak değil. Enflasyonu tetikleyen ve sürdüren dinamikler de var. Bunlar ile mücadele etmeden sadece para arzını kısıtlayarak enflasyon ile mücadele etmeye kalkarsanız, işte Zimbabwe’de de görüldüğü gibi ülke para biriminin yerini altın, yabancı para veya başka yöntemler alır.

++++++