Erdoğan, Özel’e Anayasa değişikliğini önerecek

Gazeteci Yazar Murat Kışlalı, GÖZLEM’in ülke gündeminin başında gelen olay ve gelişmelerle ilgili sorularını cevapladı. Kışlalı, Erdoğan ile Özel arasında gerçekleşecek görüşme, hayat pahalılığı, Merkez Bankası’nın faiz kararı, Mehmet Şimşek’in ABD temasları, Taksim’in yine 1 Mayıs kutlamalarına kapatılması, Aydın Ünal’ın “Kemalizm’in de bir tarikat olduğu” açımlaması, suç örgütlerine yönelik operasyonlar konularında açıklamalarda bulundu. İşte görüşleri…

 

*******

GÖZLEM – 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle TBMM’de özel bir resepsiyon düzenlendi. Cumhurbaşkanın “parti temsilcilerini çay içme davetine” CHP Genel Başkanı Özgür Özel de katıldı. Bu çay görüşmesinden sonra Erdoğan, “Özgür Özel’le görüşmesinde ‘yeni anayasa’ teklifinde bulunacağını” ifade ederek, “CHP’nin de böyle bir değişime destek verebileceği düşüncesinde ve inancındayım. Böyle bir adımı atabileceğimizi kendisine teklif etmekten daha doğal bir şey olmaz” dedi. Özel ise “Biz yerelde çok güçlü bir iktidarız nüfusun yüzde 65’ine ekonominin %80’ine hizmet vereceğiz. O da genel iktidar… Ülkenin ve insanların çok önemli sorunları var konuşmadan bu sorunları çözemeyiz. Muhalefetin en sertini yapacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın ama nezaketi ve müzakereyi terk etmeyeceğiz. Ben Erdoğan’ı dinlemeden müzakerelere kapıları kapatmam. Anayasa Mahkemesi kararına uymuyor. Bugünkü şartlarda anayasaya uygun davranırsa biz de kendisine yaklaşırız. Kırmızı çizgiden ziyade bir başlangıç hattının olması lazım. Şimdi siz anayasaya değiştirecekseniz, uymayacağınız bir anayasayı değiştirecek misiniz? Yani anayasalar uyulmamak için değil uyulmak için yapılır” dedi. Bu tablo için Siz ne diyorsunuz?

K – Spor tabiri kullanmak gerekirse her iki taraf da “peşrev” çekiyor derim. Erdoğan en başta kendisinin kendine göre 3., Anayasa’ya göre 4. kez Cumhurbaşkanı olabilmesine olanak açacak Anayasal değişiklikleri geçirmek istiyor. Bunun için de çeşitli taraflara çeşitli “ödünler” vermeye istekli bir görüntü çiziyor. DEM’e yerel özerklik ve belki kayyum atamalarında biraz müsamaha, dinci kesimlere “laiklik ve kılık kıyafet” ile ilgili değişiklikler. CHP’ye ne önerebilir? Sadece klasik, “1980 Devrim Anayasası değişmelidir” gerekçesi CHP için bu değişikliklere onay vermeye, göz yummaya yeterli olamaz. CHP’nin ne laikliği, ne Erdoğan’ın 4. defa Cumhurbaşkanı olmasını ne de ulusal birliğe karşı bir düzenlemeyi kabul etmesi düşünülemez. Herhalde Özgür Özel de “Görüşelim, Erdoğan’ın Anayasa ve yasalara aykırı icraatlarını kontrol altına almaya çalışalım” çizgisinde bir anlayış içindedir. Ancak bu süreçte acemilikle bir gol yememesi gerekir. Erdoğan’ın Anayasal isteklerinin CHP tarafından kabul görmeyeceğinin ortaya kısa zamanda çıkacağını ve Erdoğan’ın tekrar eski “keskin ve radikal” çizgisine döneceğini sanıyorum.

 

GÖZLEM – İşte bir gazete haberi: “Su fiyatı geçen yıla göre yüzde 120 zamlandı. Bugün 19 litre damacana suyun ortalama fiyatı bazı semtlerde 140 liraya dayandı. Böylece 200 mililitrelik bir bardak suyun fiyatı 2,5 liraya dayanırken, perakende satışta 200 ml bardak su 5, 500 ml su 15 lirayı buldu. Su firmaları ise ‘Talep düştü, arıtma cihazına talep arttı’ diyor. “Cumhurbaşkanı ve ilgili bakanlar da “Haziran’dan itibaren ‘Enflasyon düşmeye başlayacak’ diyorlar”; Sizce hangisi daha gerçekçi?

K – Aşırı enflasyon dönemlerinde ortada temel alınacak bir baz kalmadığı ya da “bulanıklaştığı” için hizmet ve ürün sunan özel sektör büyük ölçüde istediği gibi at koşturabiliyor. Bu etki de yüksek enflasyon devam ettikçe kendi kendini besleyen bir şekilde, bir kısır döngü olarak hizmet ve ürünlerin tüketenlerin karşısına çıkıyor. Enflasyon oranı TÜİK’in açıkladığının çok üzerinde. Bu bir gerçek. Bunu yurttaşın geniş çapta tükettiği gıda, akaryakıt, enerji gibi münferit kalemlerdeki yıllık fiyat artışlarından da, çok basit bir şekilde piyasaya sürülen 200 TL’lik banknot sayısındaki yükselişten de görmek mümkün. Hükümet üyelerinin başta, Mehmet Şimşek’in ifade ettiği enflasyonun Haziran’dan itibaren düşeceğine yönelik söylemler de aslında geçen yıl Temmuz ve Ağustos aylarında iki ay üst üste yüzde 9’lar seviyesinde gerçekleşmiş olan enflasyon rakamlarının son 12 ay bazında yapılan yıllık enflasyon hesabından düşülecek olmasından kaynaklanıyor. İktidar Temmuz ve Ağustos enflasyonlarını geçen yıl olduğu gibi yüzde 9’lar civarında gerçekleşmeyeceğini hesap ediyor. Hakikaten düşündükleri gibi bu oranlar Temmuz ve Ağustos 2023’de olduğu gibi sırasıyla yüzde 9,49 ve 9,09 olarak değil de son 6 ayın ortalaması olan yüzde 3,8 olarak gerçekleşecek olsa yıllık enflasyon Eylül ayında sadece “baz etkisi” denilen bu matematiksel işlem nedeniyle yüzde 56,4’e düşerdi. Tabii geçen yıl genel seçimler sonrası iktidarın “baskılamayı bırakması” nedeniyle ortaya çıkan ve o iki aydaki artışa neden olan “döviz sıçraması” aynı şekilde son yerel seçimler sonrası da gerçekleşmezse!

 

GÖZLEM – Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın “nisan ayı faiz kararı” ekonomiyi ve doları ne yönde etkileyecek?

K – Merkez Bankası faizi yüzde 50’de sabit bıraktı. Aslında “piyasalarda” Merkez Bankası’nın “faiz arttıracağı” beklentisi vardı ancak iktidar tarafından büyük bir mağlubiyet ile sonuçlanan yerel seçimler sonrası Erdoğan’ın özellikle kendisine dayatılan “emeklilere zam yapmama” kararının sorumluluğunu Mehmet Şimşek başta, bugünkü ekonomi yönetimine çıkarmış olması büyük olasılık. Bu durumda yeniden “işlerin iyi gitmediği, atılan adımların yeterli olmadığı” izlenimini yaratacak bir faiz artışı kararını Merkez Bankası’nın ve aslen Mehmet Şimşek’in ötelemiş olduğu anlaşılıyor. Ancak başta kredilere getirilen kısıtlamalar olmak üzere alınan diğer para kısıcı önlemlere rağmen iktidarın yeterince “tasarruf” yapmaması ve faizleri, en azından gerçeği çok daha yüksek olduğu bilinen resmi enflasyon seviyesinin üzerine çıkartmamakta direnmesi uygulanan politikaların yeterince işe yaramayacak olduğunu gösteriyor. Baz etkisi nedeniyle enflasyonun düşeceğini bekliyor olsalar bile, demoklesin kılıcı gibi ekonomik politikaların üzerinde bekleyen bir döviz sıçraması olasılığı düşünüldüğünde –ki bu faiz seviyesinde bu sıçrayışın ihtimali arttı– mevcut dengelerde enflasyonun ciddi bir biçimde düşmeyeceği ortaya çıkıyor.

 

GÖZLEM – Türkiye “Gazze konusundaki tutumu yüzünden” ABD’yi ağır şekilde eleştirirken, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ABD’ye gitti. IMF temsilcileri, kredi derecelendirme kuruluşlarının yöneticileri ve yatırımcılarla görüştü. “Türkiye’nin ekonomik reform programını desteklediklerini” söyleyen IMF Avrupa Departmanı Direktörü Alfred Kammer, “Türkiye’ye yönelik herhangi bir IMF programına ilişkin görüşme olmadığını” açıkladı. Bakan Şimşek de, yatırımcıların Türkiye ilgisinden memnuniyetini ifade ederek  “Dezenflasyonla, yapısal reformlarla, mali disiplinle makroekonomik temelleri güçlendiriyoruz. Onun için yatırımcı ilgisi tek kelimeyle mükemmeldi” dedi. Görüşünüz?

K – “Bir şeyi ne kadar çok tekrarlarsanız, o şeyin gerçekleşme olasılığı o kadar çok yükselir” diye bir durum yok. Mehmet Şimşek göreve geldiğinden beri yapısal reformlar ve mali disiplinden bahsetti. Ancak yönetimdeki israf, tasarruf tedbirlerinin bir türlü uygulamaya girememesi mali disiplinin esamesinin okunmamasına neden oluyor. “Yapısal reformlar” kurgusunun içi de o kadar boş kaldı ki, bunların ne olduğu ve nasıl uygulanacağı hâlâ elle tutulur bir şekilde konuşulamıyor. Buna karşın uluslararası finans kuruluşları tamamen kendi dilleriyle konuşan, kendi terminolojisini ve politikalarını uygulamaya sokmaya çalışan, bana göre finansman ihtiyacını karşılama beklentisi karşılığında kendi elleriyle göreve getirdikleri Mehmet Şimşek’e, son iki büyük seçim döneminde “iktidarın elinin bağlı olduğu” gerçeğini de dikkate alarak, kredi vermeye devam ediyor. Ancak bu kesimlerin istedikleri düzenlemeler tam olarak yerine getirilmiş değil. Şimdi iki seçim dönemi de geçti, ortada 4 yıllık uzun bir “seçimsiz” kesinti var. Burada artık istedikleri düzenlemeleri görmek için Şimşek ve yönetiminin daha katı kararlar alması ve bunları uygulamaya sokması gerekecek. Erdoğan’ın buna ne kadar süre ve çapta geçit vereceğini göreceğiz.

 

GÖZLEM – “Bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de “işçi bayramının kutlandığı” 1 Mayıs için, bu yıl da “sembol hâline gelmiş Taksim Meydanı’na yasak kondu. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, “Taksim’de 1 Mayıs kutlanmamasının yasaklama değil 7 yıldır devam eden bir kısıtlama olduğunu” belirterek, 2012 yılından beri olduğu gibi bu yılda 1 Mayıs’ın Taksim Meydanı’nda kutlanmayacak” dedi. Sizce, Savaş içindeki İsrail’de bile, “barış isteyen” on binlerce İsraillinin, Başbakan Netanyahu’nun evinin önünde “tepki” gösterileri yapmasına izin verilirken, “İşçi Bayramı’na Taksim Yasağı” Türkiye’ye yakışıyor mu?

K – Tabii ki yakışmıyor ama bu ve benzeri uygulamaların ortadan kaybolduğunu görmek için sadece yerelde de değil genelde de iktidarın değişmesi gerekecek. Çünkü Erdoğan iktidarını tutmak için bu kutuplaşma ortamına ihtiyaç duyduğunu düşünüyor. Onun da ötesinde yapısı gereği, geldiği noktada başka türlü davranamıyor. Onun için bu yasaklar bu iktidar devam ettikçe, karşılığında çok büyük ödünler almazsa böyle süregelir.

 

GÖZLEM – Uzun yıllar Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşma metinlerini yazan Aydın Ünal, canlı TV yayınında “Kemalizm’i FETÖ ile bir tutarak ‘Kemalizm’in de bir tarikat olduğunu’ ve Türkiye’nin ikinci yüzyıla ‘Kemalizm sorunuyla’ girdiğini” iddia ederek… “İslami değil ama bu da bir dini yapılanma. Bütün örgütlenmeleriyle bu da bir dini yapılanma. Yani bunlar bizi suçluyorlar ‘tarikatçı, dini şeyhlerin peşinde koşuyorlar’ diye ama kendilerine hiç dönüp bakmıyorlar. Buradaki sorun şu: Bunları okullarımız yetiştiriyor. Yani anasınıfından itibaren bu çocuklara, bu hastalıklı nesli bu hastalıklı zihni okullarımız yetiştiriyor. İkinci yüzyıla girdi Türkiye Cumhuriyeti ve ikinci yüzyıla girerken yine bir Kemalizm sorunuyla girdi. Eğer biz bu şekilde devam edecek olursak, yani bu sorundan kurtulamazsak meseleyi biz etraflıca tartışamazsak ne yazık ki ikinci yüzyıl korku yüzyılı olacak, umut yüzyılı olmayacak” dedi. Bu kişi “böyle konuşmayı, yazmayı” görev hâline getirdi. Görüşünüz?

K – Kemalizm Anayasa’da vücut bulduğu şekilde ülkenin resmi ideolojisi. “Dincilik” ise Kemalizmin yıktığı ve bu ülkeyi bildiğimiz şekliyle yıkmaya çalışan bir ideoloji. İkisinin bir arada yürümesine olanak yok. Bunlar Anayasa’yı değiştirmek, o da olmazsa bir “oldubitti” oluşturarak dinci ideolojiyi kendi çıkar ve ihtiyaçları için kullanmak istiyorlar. Bunun yasalarda cezai yaptırımı var ancak o cezai yaptırımı uygulayacak siyasi irade olmadığı gibi, mevcut siyasi irade bilakis aynı fikir yazarının belirttiği gibi bu ideolojiyi engellemeye değil bilakis “geçerli kılmaya ve iyice oturtmaya” çalışıyor.

 

GÖZLEM – Ülkemizde acı gelişmeler oluyor; trafik kazaları ile “kişisel ve toplu cinayetler” artarken, “sokaklarda, kahvelerde, kafelerde, AVM’lerde can güvenliği kalıp kalmadığı sorgulanır hâle geldi. İnsanlar “bıçaklarla, tabancalarla dolaşıyor, “evinden pompalı tüfeğini alıp geliyor” ve insanlar öldürülüyor. “Kadına karşı cinayetler” durdurulamıyor, artıyor…  “Neden” ve “Nasıl önlenebilir” sorularımız cevabınızı bekliyor?

K – İşe bu “suç ve kazaları kabullenmenin, bunlara göz yummanın yanlış” olduğunun bilincinde olan bir üst iradenin tesis edilmesiyle başlamak gerekiyor. Uzun vadede bireysel bilinçlenme ile sorunların çözülme yoluna gireceği beklenebilirdi. Ama Keynes’in dediği gibi “Uzun vadede hepimiz ölmüş olacağız”. Dolayısıyla o bilinç seviyesine ulaşana kadar çok zaman geçer. Kişilerin kendi başlarına bu sorunu çözecek bilinç düzeyine ulaşmaları, bir diğer deyişle tekamülü; Türk toplumunda Jakoben, dayatmacı bir yaklaşıma göre daha güç sonuç verir. Adalet inancının yeniden tesis edilmesi, “yapanın yanına kâr kalmadığı bir düzen” getirilmesi ve “olduktan sonra değil, olmadan”, önleyici yaptırım ve cezaların geniş çaplı olarak uygulanması ile orta vadede ciddi çözümler elde edilir. Ciddi ilerlemeler kaydedilebilir. Ancak “bunun böyle olması gerektiğini” düşünen bir “en üst düzey siyasi iradeye” ihtiyaç var. Bu sorun ne bugünkü despotik, kutuplaştırıcı, ayrıştırıcı, “kişinin kimden olduğuna, tuttuğu tarafa göre muamele gösterilen” bir siyasetle hallolur, ne de “Cehenneme giden yollar aymazlık taşlarıyla örülmüştür” cümlesiyle özetlenebilecek, demokrasiyi anarşi ile karıştıran bir iyimserlik ile çözülür.

 

GÖZLEM – Gün geçmiyor ki, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya “Bir çete daha çökertildi… Şu kadar çete üyesi başkanlarıyla beraber gözaltına alındı” açıklaması yapmasın… Bu çeteler, Yerlikaya döneminde mi örgütlendi, yoksa Yerlikaya’ya “kendisinden öncekinden miras” mı kaldı?  Ana Muhalefet Partisi, “bu basit sorunun cevabını” bile neden araştırıp, soruşturmuyor ve de “rakamlar ve listeler” ile kamuoyuna da açıklamıyor?

K – Bir defa önceki bakan Süleyman Soylu’nun icraatı, muhalefetin de isabetli bir şekilde ifade ettiği gibi “İçişleri değil Suçişleri bakanı” olarak anılarak, en basit şekliyle “kendisinin bazı suç şebekelerini” kolladığı gibi bir algının oluşmasına neden olmuştu. Yerlikaya’nın uygulamaları, her ne kadar gerektiği kadar kapsamlı ve yeterli olmasa da, en başta “istenildiğinde” suçla mücadele edilebileceğini ortaya koyduğu için, memleketini seven her yurttaşın içini biraz olsun ferahlatıyordur. Geleceğe biraz daha ümitle bakmasını sağlıyordur. Ancak sizin de ifade ettiğiniz gibi muhalefetten, hele ki yerel seçimlerden bu kadar başarıyla çıkan CHP’den ve gölge kabinesinden, Yerlikaya’yı takdir etmenin yanısıra daha fazlasının nasıl yapılacağına yönelik ciddi analizler gerçekleştirmesi ve politikalar oluşturması beklenirdi. Maalesef CHP’nin bu yöndeki çalışmalarının şu an için yeterli olduğunu söylemek mümkün gözükmüyor.