İran-İsrail geriliminin sonuçları

İsrail’in 1948’de, Orta Doğu’da kuruluşundan bu yana geçen 75 yıl içinde savaş ve çatışmalar bu bölgeden eksik olmadı. Bunda İsrail’in Filistin aleyhine yayılmacı politikaları ile Batı ve Avrupa ülkelerinin büyük çoğunluğunun İsrail’e verdikleri destek de önemli oldu. Bu desteğin en büyük nedeni bir zamanlar Türkiye’nin de kullandığı ABD ve Avrupa ülkelerindeki kuvvetli Yahudi lobileri olmuştur.

Gazze’deki Filistinlilerin İsrail tarafından soykırımı Hamas’ın 7 Ekim 2023’te İsrail’e saldırısı ile başladı. Zaten Gazze’deki Filistinlilere büyük baskı uygulayan İsrail, Hamas’ın saldırısı üzerine Gazze’yi işgale başladı. Çoğu kadın ve çocuk 33 bin Filistinlinin öldürülmesini cılız bir şekilde kınayan Avrupa ve ABD’nin yanı sıra Arap ülkeleri de birkaç kınama dışında sessiz kaldılar.

Lübnan’daki Hizbullah ve Gazze’deki Hamas’a dolaylı yollardan yardımda bulunan İran’a gözdağı vermek üzere 1 Nisan 2024’te Şam’daki İran Konsolosluğunu bombalayan İsrail’in bu saldırısı sonunda Konsoloslukta aralarında üst düzey İranlı komutanların da bulunduğu 16 kişi öldürüldü. İran bunun intikamını alacağını açıkladı. Ancak kimse İran’ın bu kadar kısa bir sürede intikam saldırısında bulunabileceğini tahmin edemedi. İran daha önce ilgili Devletlere haber verdiğini belirterek 13 Nisan 2024 akşamı kendi topraklarından İsrail’e 300 kadar insansız-İHA ve balistik füze saldırısında bulundu. TV kanallarından canlı izlediğimiz bu saldırıdaki İHA ve füzelerin yüzde 99’u başta İsrail olmak üzere ABD, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler tarafından havada imha edildi. Bu baskında sadece İsrail’e ait bir askeri üs zarar gördü. Beş aydır Filistin’deki soykırıma ses çıkarmayan Batılı ülkeler (İspanya, İrlanda hariç) ve ABD, AB ile NATO, ertesi gün İran’ı kınadılar. İran isteseydi daha ağır silahlarla can kaybına neden olabilirdi. Ancak İran’ın iç dinamiklerindeki rahatsızlıklar, mollaların baskıcı yönetimine karşı çıkan ve özgürlük için her şeyi göze alan İranlıların demokrasi talep eden gösterileri nedeniyle ve ABD’yi de karşısına almamak için İran rejimi, daha ağır bir yükün altına girmek istemedi denebilir. Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’deki Cihad yanlısı Hizbullah örgütlerine büyük destek veren ülkenin İran olduğu biliniyor.

İran’ın sahibi olduğu ve esas gücü sayılan Hürmüz Boğazının stratejik konumu da çok önemli. Orta Doğudaki petrolün yüzde 30’u Hürmüz Boğazı yoluyla piyasalara sürülmekte. Boğaz ihraç ve ithal ürünlerinin transit yolu. Burada İrlanda’nın Orta Doğuda barışın tesisi için Filistin’in bağımsızlığını istemesi ve Nisan 2024 başlarında Filistin’i tanımak istediğini açıklayan tek AB üyesi ülke olması kayda değer bir gelişme. Bunun nedenlerinin başında İsrail’in yıllardır BM kararlarına uymaması ve Lübnan İsrail savaşı sırasında 1978’de kurulan Lübnan Geçici Barış Gücü’ne katılan İrlandalı askerlere İsrail güvenlik güçlerinin kötü davranışları gelmekte. İrlanda, İsrail’i 1963 gibi geç bir tarihte tanımış ve 1976’da diplomatik ilişki kurmuş diplomatik misyonlar ise 1996’da açılmıştır. 1996’ya kadar geçen süre içinde İsviçre’deki İrlanda Büyükelçisi İsrail’e akredite olmuştur.

Ukrayna savaşının Orta Doğu’ya etkileri

Putin ve Rusya’nın 22 Şubat 2022’de NATO üyesi olmak isteyen Ukrayna’yı işgale başlamasının sonunda ABD ve Avrupa’nın tüm dikkatlerini Ukrayna’ya çevirmeleri Ukrayna’ya askeri yardımda bulunmaları Orta Doğudan sonra yeni bir savaş cephesinin daha açılmasına neden oldu. Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üye olmaları da yangına kürekle gitmek olarak sayıldı.

22 Mart 2024’de, Moskova’daki bir konser salonuna dört IŞİD’linin saldırısı sonucu 143 kişinin öldürülmesi Putin’in itibarını zedeledi. İki IŞİD’linin İstanbul bağlantılı oluşu ise İstanbul’daki IŞID militanlarının varlığının sorgulanmasına neden oldu. Putin, IŞİD’den intikamını bir şekilde alacak. Putin’in ne kadar intikamcı olduğu bilinen gerçeklerden. Putin İdlib’e bile saldırabilir. Bunu zaman içinde göreceğiz. Ekonomik içerikli bir teşkilat olan BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, ÇHC, ve Güney Afrika) ile Shanghay Paktı da denilen siyasi bir birlik olan Shanghay Beşlisini de burada hatırlamak gerekir. Türkiye her iki örgüte davet edilse bile NATO nedeniyle bu kuruluşlara katılmadı. Suudi Arabistan ise ABD saflarını tercih etti diyelim. Bu teşkilatların her ikisinin de kurucuları arasında Rusya’nın bulunması buradaki yandaşlarını da gösteriyor. Suriye’de Rusya’nın askeri varlığı bilinmekte.

ABD’nin Netanyahu’ya İran’a saldırmaması konusunda yaptığı baskıya rağmen İsrail’in 19 Nisan 2024 sabah 04’de İsfahan’daki askeri üslere ve diğer hedeflere füze ve İHA saldırıları yine gündemin başına oturdu. İsfahan aynı zamanda İran’ın nükleer yapılanmasının bulunduğu bir şehir. İran yaptığı açıklamada, nükleer güç bulunan yapıların zarar görmediğini belirtti. Seçimlere zaten yaş durumu nedeniyle kuvvetli bir aday olarak görülmeyen Biden’ın tüm girişimlerine rağmen İsrail üzerinde etkisinin olmadığı da bu şekilde görülmüş oldu.

İran ve İsrail’in bundan sonraki taktiklerinin ne olacağını şimdiden öngörmek imkansız. Saraybosna’da Avusturya veliahdının bir Sırplı tarafından öldürülmesi sonucu çıkan Birinci Dünya Savaşı gibi Bölgemizde olası bir savaş sarmalı tüm bölgeyi içine alabilir. Bu nedenle Türkiye’nin bölgede etkin bir dış politika stratejisi saptayarak buna uygun taktikleri uygulaması gerekir. Ticaret Bakanlığının İsrail ile ticarete getirdiği kısıtlamaların kapsamı genişletilmeli, Rusya, ABD, İngiltere ve NATO nezdinde girişimlerde bulunmalıdır. Mısır ve Katar’ın İran ve İsrail nezdindeki çabalara hemen katılmak ve katkıda bulunmak gerekir. Tabii tüm bunları yaparken Türkiye’de bulundukları basında da yer alan Hizbullah ve IŞİD milislerini enterne etmek gerekir.

Coğrafi konumunun Türk dış politikasına etkileri

Tüm bu coğrafyanın ortasında ve Güney Doğu ile Doğu komşularının İran, Irak, Suriye olduğu ve PKK ile YPG terör örgütlerinin Suriye ve Irak’taki varlıkları düşünülürse Türkiye’nin işi kolay değil. Sınır boyunca 30 km’lik güvenlik hattı da İsrail örneğinde görüldüğü üzere İHA ve balistik füzelerin erişimine açık.

Rusya ile dengeli ve istikrarlı bir dış politika sürdürmek gerekli. Türk dış politikasının muğlaklıktan çıkması lazım. TC Dışişleri Bakanlığı’nın Teşkilat Yasasını bir Kararname ile değiştirmek yerine eski sisteme iyileştirme yapılarak dönülmesi daha uygun olmaz mıydı? Bugün geleneklerine bağlılığı ile bilinen İngiliz Dışişleri Bakanlığı’nda ismine eklenen “Kalkınma” (Foreign, Commonwealth and Development Office) ve artan memur sayısı dışında Bakanlık yönetimi hiç değişmemiş. (www.fcdo.gov.uk)

 Benim de 40 yılı aşkın bir süre Meslek Memuru olarak mensubu olduğum TC Dışişleri Bakanlığı’nın bugün gelenekleri tamamen ortadan kaldırılmış. Kariyer memur denilen diplomasi mesleği yani diplomatlık, meslek içinde her kademede ilerleyerek deneyimle kazanılan bir memuriyettir. Bu nedenle de dışarıdan atanan Büyükelçilerin eski Bakan Mevlüt Çavuşoğlu’nun dediği gibi en başarılı temsilciler oldukları ifadesi, anlatılanlar ve şahsen yaşadıklarım göz önüne alınınca hiç de inandırıcı değil.

Dış politikada iyi ve dengeli komşuluk ilişkileri geliştirilmelidir. Bunun olmamasının zararlarını Akdeniz ve Orta Doğu ülkelerinin Doğu Akdeniz’de Yunanistan ile yaptıkları işbirliğinde gördük. ABD’nin proje parasını ödediği halde Türkiye’ye vermediği F-35’ler İsrail tarafından Gazzelileri öldürmek amaçlı kullanılmakta.

Coğrafya kaderdir ifadesine hiçbir zaman inanmadım. 2019’da çekilen ve başrollerini İbrahim Çelikkol ile Demet Özdemir’in oynadıkları televizyon dizisi “Doğduğun ev kaderindir” ise tartışmaya açık olsa bile daha inandırıcı bir tanımlama. Burada tanınmış tarihçi ve şarkiyatçı (Oryantalist) Kudüslü Edward Said’i (1935-2003) anmak gerekir. Filistin sorununun dünyaya tanıtılmasında büyük rol oynayan Edward Said “Orientalism” isimli kitabında coğrafyanın önemini vurgulayarak coğrafyanın, insanların yaşam tarzı, ekonomi ve düşüncelerini etkileyen en önemli unsur olarak tanımlar.

Yazar ve aynı zamanda kuzenim olan sevgili Nurdan Gürbilek’e göre (İkinci Hayat, Metis Yayınları, s. 141, İstanbul, 2020) “Coğrafya kaderdir” ifadesini Türkçede “Yaşadığım Hayat” eserinde ilk kullanan Ahmet Hamdi Tanpınar’dır. Bu ifadeye ilk atıfta bulunanın ise “Mukaddime” isimli kitabında Arap düşünür ve tarihçi İbn-i Haldun olduğu çeşitli kaynaklarda belirtilir.

Aslında esas olan kader, fıtrat değil bilimdir. Soma, Zonguldak, İliç, Çorlu ve Afyon ile en son Antalya’daki teleferik facialarının kader veya fıtratla açıklanması imkansızdır. Bilimde kader, fıtrat yoktur.

Dış politikada da geleneklerin korunması gerekli. Gelenekler bağlılık, birlik duygularını pekiştirir. Buradaki gelenekten kasıt geleneksel dış politika: Mustafa Kemal Atatürk’ün ifade ettiği üzere çağdaş Türkiye’nin bugünkü durumuna uygun olan “Yurtta sulh, cihanda sulh” tanımlaması günümüzde de geçerli.

Burada önem kazanan önemli bir unsur da bütün dünyada ilgi ile izlenen 31 Mart 2024 Yerel Seçimlerinden başarı ile çıkan CHP’nin Türk dış politika önceliklerini hazırlaması olmalıdır. Dış dünya tarafından da beklenen budur. İç ve dış politikaların artık birbirleri ile etkileşimde olması CHP’nin dış politika programını güncellemesini gerektirmektedir. Genel seçimlerin ağır ekonomik kriz nedeniyle 2028’i bekleyemeyeceği ekonomistler tarafından son zamanlarda dile getirilmekte.

Zafer rehavetinden bir an önce çıkmak gerek. Zira savaş tamtamları sınırlarımıza dayandı. Dışişleri Teşkilatının yapılandırılması yerine bir an önce etkin dış politikalar uygulanmalı hatta birinci parti olarak seçimlerden çıkan CHP’den de yardım alınmalıdır.