Demokrasinin güzelliği…

31 Mart Pazar günü seçmenler yerel seçimler için sandıklara gitti. Oylarını kullandılar ve Türkiye’nin siyasi iklimini değiştirdiler.

İşte bu kadar… Beyhude vaatlere kanıp, ülkeye daha fazla zaman kaybettirmenin hiç gereği yok. Demokrasilerde takım tutar gibi parti tutmak, yanlışlarını görmenize rağmen liderin arkasından gitmek devlete ve topluma zarar verir.

Halkın refahını, ülkenin kalkınmasını sağlayamayan, ekonomisini yönetemeyen, bireysel hak ve özgürlüklere saygı duymayan, halka efendilik taslayıp hizmet yerine akıl veren iktidarlar gider, yerine bunları yapabilecek liyakate sahip yeni iktidarlar gelir. Bu Yerel Yönetimler ve Belediye Başkanları için de geçerlidir. Belediye başkanları da o şehirde oturan Halka hizmet etmek, denetlenebilir olmak, eşit davranmak zorundadır. Geçen dönem iktidarın, muhalefet belediye başkanlarının başarılı olmalarını engellemek için elinden geleni yaptığını halk gördü. Belediye başkanları bu engellere rağmen başarılı oldular. Türkiye’nin tanıdığı birer marka oldular. Uyutuyoruz sandıkları halk son ihtarını yaptı ve kırmızı kartı gösterdi.

Seçim sonuçları bize CHP’nin yıllardır yüzde 25’i geçmeyen cam tavanı nihayet kırdığını, tavanda yapılamayan ittifakı tabanda halkla yaparak toplumun güvenini kazandığını gösterdi. CHP’nin, 1977 seçimlerinden sonra aldığı bu sonuç onu Türkiye’de birinci parti konumuna yükseltti. Bu kendisi açısından büyük bir zaferdir…

Cumhuriyetçiler; İzmir özgürlüğüne düşkündür, kurtuluşun simgesidir, o nasıl olsa kendini kurtarır. Kıyı şehirlerini, Ankara’yı ve özellikle de 17 bakan ve Cumhurbaşkanına karşı tek başına mücadele veren İstanbul’u tekrar kazanalım derken, görüldü ki Karadeniz kıyılarına kadar yükselen iç Ege, iç Anadolu da ayağa kalkmış İzmir’le özgürlüğe koşturuyor…

Elbette bunda son seçim yenilgisinden sonra CHP seçmeninin yönetimden hesap sormasıyla birlikte değişen örgüt yönetiminin ve yeni genel başkan Özgür Özel ekibinin, iddialı Belediye başkanlarının ve örgütün çok çalışmasının büyük payı var.

Zaferde büyük payı olan bir başka kesim de şüphe yok ki yoksullar, emekliler, küçük esnaf, gençlerin ve kadınların gelecek endişelerinin oya dönüşmesi olmuştur. Siyaset adamı rahmetli Demirel’in ” Bos kaynayan tencerenin devirmeyeceği iktidar yoktur “sözünü hiç unutmamak lazım. Başta büyükşehirler olmak üzere ekonomik krizden olumsuz etkilenen ve gelecekten umutsuz seçmen de faturayı iktidara kesti.

Evet şimdi yeni ve zorlu bir yerel yönetim donemi başlıyor. Merkezi yönetim 2010’lardan itibaren önemli bir ortak olarak yerel yönetimlerin alanına girmiş durumda. Örneğin kentlerin parsel bazında planlanmasında ve kentsel dönüşüm süreçlerinde, afetlerde bireyin mülkiyet haklarını da zedeleyen geniş yetkilere sahip olduğunu görüyoruz. Avrupa ülkelerine kıyasla Türkiye’de yerel yönetimlere sınırlı yetki ve sorumluluk bırakıldığını ve daha az mali kaynak ayrıldığını görüyoruz.

Anayasamıza göre Yerel yönetimler idari ve mali özerkliğe sahiptir ama bu idari ve mali özerklik yerel ve merkezi yönetimlerin yetki, görev ve sorumlulukları ve yerelle aralarındaki ilişkinin net bir şekilde tanımlanmasına, uygulanmasına bağlıdır!

Son yıllarda yasadığımız gibi depremler, orman yangınları, kitlesel bulaşıcı hastalıklar, mülteci akınları halleri yönetiminde, merkez ile yerel yönetimler arasında yetki karmaşasına neden olmaktadır. Bu alana da politikanın hâkim olduğunu görüyoruz. Bu durumdan yine toplumun zarar gördüğünü yaşadık, biliyoruz… Yereli ilgilendiren sorunların hepsinin tek elden merkezden çözümlenemeyeceğini defalarca deneyimledik.

Diğer yandan Belediyeler özerk olduklarına göre, merkezi yönetimler gibi harcama ve yatırım yapabilmek için bazen borçlanmayı seçebilirler diye düşünüyorsanız yanılırsınız. Belediyeler Dış kaynaklardan borçlanırken merkezi idarenin onayını almak zorunda. Yine ayni şekilde kısa vadeli nakit ihtiyaçlarında yurt içi kredi kaynaklarına erişimde sıkıntılar yaşıyor.

Ayrıca yasa, merkezi yönetime sınırları belirsiz bir “kayyum atama” yetkisi vermiştir. Kayyum atamaları olduğunda belediye meclisleri toplanamadığından işlevsiz hale geliyor. Bu durumdan hem demokrasi hem de toplum zarar görüyor. Merkezi yönetimin neredeyse sınırları belirsiz bu takdir yetkisinin olması sorunlara da neden oluyor… Ayrıca süresiz bir şekilde kayyum atandığında o yerel toplumun seçme seçilme hakkini da engellemiş oluyorsunuz.

Hükümet tüm bu yetkilerini özellikle siyasi rakipleri ve muhalefet Belediye Başkanlarına karşı politik amaçlarla kullanabiliyor. Muhalif belediyelerin başvurularını onaylama konusunda çok da istekli davranmıyor. Randevu vermiyor. Denetleme yetkisini abartıyor. Doğal olarak bu durumdan belediyeler ve şehirler olumsuz etkileniyor. Bazı yatırımların aksadığı oluyor.

Örneğin; İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) 2019 yılı sonrasında kamu bankalarından kredi kullanamadığını, bankaların belediyenin kredi taleplerini kabul etmediğini, binden fazla denetleme geçirdiğini, bağış paralarına el konulduğunu konuşmalarında birçok kez belirmiştir.

Hepimizin bildiği gibi yerel yönetimlerde kararlar Belediye Meclislerinde alınır ve seçimle göreve gelen belediye başkanları tarafından uygulanır. Bu nedenle belediye meclislerinin de politik değil kentin çıkarları doğrultusunda kararlar alması çok önemlidir.

Belediyelerin bu dönemde çoklu krizlerle baş etmek zorunda kalacağını biliyoruz. İklim değişikliği, mülteci akınları, hızlı kentleşme, enflasyonla yükselen pahalılık, derinleşen yoksulluk, eşitsizlik gibi giderek artan sorunlar yalnız insan yaşamını değil yerel yönetimlerin de yetki ve görev alanlarının sınırlarını zorluyor. Örneğin sosyal yârdim bütçesini genişletmek zorunda bırakıyor. Aslında merkez yönetimin çözmesi gereken bu ülke sorunları, yerelin kısıtlı bütçesiyle hafifletilmeye çalışılıyor.

Yerel Yönetimlerin bu çoklu sorunlarla başa çıkabilmesi için hem yerel kaynakları daha verimli kullanması hem de halkla birlikte daha katılımcı bir yönetim anlayışını benimsemesi gerekecektir

Yerel Yönetimlere seçilenlere verimli, başarılı bir donem geçirmelerini dilerim.