Erdoğan’ın seçimi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, politikaya lisede öğrenci iken başladı, Milli Türk Talebe Birliği üyeliğini, 1975 yılında Milli Selamet Partisi (MSP) Beyoğlu gençlik kolları başkanlığı ve bir yıl sonra da İstanbul il gençlik kolları başkanlığı izledi. Bu yılları bile referans aldığımızda, yarım yüzyıldır Türk siyaseti içinde olan Erdoğan, başbakan olduğu 14 Mart 2003 tarihinden bu yana da kesintisiz iktidar yetkisini elinde bulunduruyor. Haliyle de kurucusu olduğu Adalet ve Kalkınma Partisinin ‘ete ve kemiğe bürünen ‘ siyasi yüzü ve kişiliğinde oluşan liderlik mitinin efsanevi profili… Girdiği tüm seçimleri, ‘yenilmez bir armada’ olarak kazanan Erdoğan için 31 Mart Yerel Seçimleri fazlası ile travmatik oldu! Parti Merkez Yürütme Kurulunda dile getirdiği ” ortada sadece oy kaybı yok, kan ve ruh kaybı var’ tarzındaki  cümleler, sadece rasyonel bir durum tespiti değil aynı zamanda içinde bulunduğu hayal kırıklığının da net bir ifadesi. Devamla, ‘ ya toparlanacağız ya da güneş altındaki buz gibi eriyeceğiz’ diyerek gelecek öngörüsünü de ortaya koyuyor.

 

Elbette, bu seçimlerde Sayın Cumhurbaşbakan’ın partisinin ikinciliğe düşmesinin bir çok analitik değerlendirilmesi yapılacaktır ama hemen iki majör nedeni buraya yazalım: İktisat biliminden uzak dini argüman olarak ‘Nas Ekonomisi!’ uygulamaları ile halkın enflasyona kurban edilmesi ve demokrasi, evrensel hukuk kuralları ve Cumhuriyet değerlerinden giderek uzaklaşan sosyal politikaların tercihi… İkisi için de tek sorumluluk Erdoğan’ın üzerinde idi. Yani O’na rağmen değil, O’nun isteği ile bu politikalar uygulandı!

 

Gelinen noktada, bundan sonrası için yapacakları hem kendisi hem de ülkemiz için çok önemli olacak. Ekonomik program için bir değişikliğe gidilmesi mümkün görünmüyor, bu olasılığa dair tüm potansiyel rezervler tüketildiği için yüksek enflasyon yüksek faiz sarmalında büyümenin iyice yavaşladığı ve hatta durduğu yılları yaşayacağız. Hatta, Erdoğan’ın mevcut danışman kadrosu değişmezse, içinde bulundukları malign ruh durumunu bir tezahürü ile, tüm kamuya yayılan adil bir tasarruf yerine bu dönemi kamu tasarrufu kisvesi altında muhalif belediye gelirlerini bloke edip hizmet vermesini önleyici bir stratejiye dönüştürebilirler. Ancak bu durum, iktidarın ılımlı destekçileri vicdanı üzerinde etki yaparak çözülmenin artışı ve muhalefetin iktidar üzerinde baskısının katlanması dışında bir işe yaramayacaktır.

 

Seçim sonuçları, liyakatsiz profesyonel! Politik figürleri apatik hale hapsetmiş olabilir ancak var olan mutlak gerçek, ekonomik krize yol açan ve demokratik bağlamdan kopan bir partiye, seçmenin verdiği sert bir reaksiyondur. Konjuktürel olarak muhalefetteki liderlik değişimi ve İmamoğlu ile Yavaş’ın pozitif inotropik etkisi, konsolidasyonu sağlayan CHP’ye tarihsel bir zaferi armağan etmiştir. Enteresandır, küresel bağlamda düşüşte olan sol partiler için de bir ilham oldu bu, çünkü CHP, Avrupa dahil dünyada en yüksek oy oranı ve yerel belediye başkanlığına sahip sol parti konumuna geldi. Handikapları, genç ve deneyimsiz belediye başkanlarının mevzuat dışı yapacakları her türlü uygulamanın iktidar tarafından ulusal düzlemde afişe edilerek itibarsız hale getirilebilecek olması gibi görünüyor. Öte yandan, İstanbul ve Ankara sosyal belediyecilik modellemesini genelleştirerek merkezi iktidarın taşlarını kolaylıkla döşeyip, orta gelecek vadede yapılacak seçimlerde, Cumhurbaşkanının, mahalli seçimler öncesi ifade ettiği ” Bu, benim son seçimim’ argümanını gerçeğe dönüştürebilirler.

Peki Erdoğan ne yapacak? Yapageldiklerini devam ettirirse, İmamoğlu karşısında dördüncü kez yenilerek politik yaşamına nokta koyacaktır. Ama yine de ufukta bir ışık söz konusu! Eğer, Merkez  Yürütme Kurulunda ortaya koyduğu perspektifi hayata geçirip radikal bir dönüşüm ortaya koyabilirse, 25 yılı geçen bir iktidarını, son tahlilde, bir başarı hikayesi olarak tamamlama imkanını bulacaktır. Bunun için gerekenleri yazmak kolay ancak uygulamak bir hayli zor !

Önce, partisine neşter vurup, kısmi olarak uzuvu etkileyen çıkar ve rant odaklı cerahati dışarı akıtacak, kuruluş kodları,felsefesi ve ideolojisi ile partisini yeniden inşa etmesi gerekecek. Ardından muhalefet ile eşit düzlemde işbirliği içinde, hukuk,ekonomi ve eğitim  dahil kronik sorunlara, demokrasi ve evrensel hukuk düzleminde radikal reform süreçlerini başlatacak. Avrupa Birliği üyeliği perspektifi dahil çağdaş küresel norm ve kurumlarla ilişkilerini derinleştirecek ve Atatürk’ün de ideal olarak ortaya koyduğu üzere, ülkeyi,’muasır medeniyetlerden daha ileriye’ taşıyacak.

Kuşkusuz, Erdoğan’ın 50 yılı aşkın siyasi hayatı, tüm bunları gerçekleştirmeye yetecek bir deneyimi kendisinde var etmiştir. Üstelik gerek takvime bağlanmış bir seçimin ufukta görünmediği dört yıl gerekse dünya konjuktörü, bu politik ve ekonomik programının uygulanması için muazzam bir ekosistem ve konjuktör yaratıyor.

Sanırım, bu reformları yaparak , Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına damga basacak ‘lider’ kumaşı, hiç kimsede olmadığı kadar Sayın Erdoğan’da var… Yapmazsa mı!? Bu onur, yeni Cumhurbaşkanı seçilecek Ekrem İmamoğlu ya da bir başka kişide olacaktır! 

Sonuç olarak, siyasetin doğası ve dinamikleri bağlamında  ‘müesses nizam’, ‘değişimin ve zamanın ruhu’ karşısında çaresiz!