Değişen zamanların değişen bayramları…

Ben “Ah… Nerde o eski bayramlar” demeyeceğim ama “Ah… Nerde o tasasız çocukluk günleri” diye başlayabilirim. O dönemlerde Bayramlar çocuklara güzeldi… Aslında savaş yıllarından sonraki sıkıntılı dönemde çocuklara ancak bayramdan bayrama alınabilen yeni giysilerdi güzel olan. Rugan ayakkabılar, rugan aynalı çantalar, maşayla kıvrılmış lüle saçlar… Anne Babaların ve yakın akrabaların ellerinin öpülmesinden sonra toplanan harçlıklar ve unutamadığım bayram yerleri… Bayram yerlerini de öyle gözünüzde pek büyütmeyin. Bir iki dönme dolap, birkaç salıncak, üç tekerlekli bisikletler, kısa mesafe turlar için arabalar, otobüsler, faytonlar…

Bayram yerlerine mahallemizdeki üç dört arkadaşımızla toplanır birlikte giderdik.

Son kuruşuna kadar harcadığımız paramız bitince parktaki büyük süs havuzunun başında oynamaya başlar, zamanın nasıl geçtiğini anlamaz ve sonra yine birlikte evlerimize dönerdik…

Sonra yıllar geçti, her birimiz bir başka köşeye savruldu… Ortaokuldan sonra kimimiz okumaya başka kentlere gitti, kimimiz orada kalıp evlendi.

Yıllar yılları kovaladı… Büyüdük. Genç kız olduk, gelin olduk.

Yine her bayram ana-baba evine döndük, toplandık. Geri dönmeyen o çocukluk dönemlerinin hafifliği, sevinci ve neşesiydi…

Bayramlarda büyüklere yapılan ailece ziyaretler çok olduğundan o gün kapılar açık kalırdı…

Artık çocukluk günlerinin sevinçli, mutlu bayramları çok gerilerde kalmıştı. Şimdi kalabalıkları misafir etme ve hizmet etme dönemi başlamıştı…

Büyüklerden -gelenlerin yakınlık durumuna göre-  verilen direktifler arka arkaya gelirdi…”Kapı çaldı koş kapıyı aç!”, “Misafirlerin ayakkabılarını çevir!”, “Kolonya ver!”, ” Kahve pişir”, “Çay demle”, ikramda biraz gecikirseniz büyüklerden kaş göz işaretleri ile hatırlatma gelirdi. Ve sonra arkadan çay bardakları ve fincanların yıkanıp kurulanması, misafirlerin kapıya kadar geçirilmesi… Bayram sofralarının hazırlanıp ikramların yapılması, kaldırılması… Anlayacağınız evin genç kızı ve gelini için bayram demek, yorgunluk demek anlamına dönüşmüştü…

Daha sonraki yıllarda, büyükler rahmete kavuştu, bayramlar tebrik kartları ve telefonlarla uzaktan kutlanmaya başladı… Kadınların da çalışma hayatına girmesi ile birlikte bayramlar, dinlenme ihtiyacını karşılayan tatillere dönüştü…

Değişen zamanların değişen ihtiyaçları ve değişen bayramları…

Günümüz dijital çağı… Artık görüntülü telefonlarla, e-maillerle, Facebook’la bayram kutluyoruz. Ya da bütün aile dijital dünyanın Zoom gibi sanal programlarında bir araya gelip bayramlaşıyor, hatta birlikte bayram yemeği yiyoruz.

Elbette yüzsüze kutlanan bayramlardaki sarılmalar, öpüşmeler, kahkahalar yok! Elbette duygu yüklü anlardan uzak, ama ihtiyaç!

Siz bakmayın öyle iktidarın bizden önce elektrik yoktu, çamaşır makinesi, buzdolabı yoktu söylemlerine… Bütün saydıklarım onlar iktidara gelmeden çok önceleri de vardı.

Bayramlarda yoksullar da emeklilerde etini alır, baklavasını yapardı… Yardımlaşırdı. Eşine dostuna ikramını yapar, bayram sofrası kurardı…

Ya kaybettiklerimiz? Kaybettiklerimize gelince; Bayramların ruhu sayılan o barış, kardeşlik, birlikte bir ulus olmanın sevinci artık yok… Politik çıkarlar uğruna toplumun ortak değerleri paramparça edildi… Dostluk kayboldu. Adalet unutuldu. Bayramlarda radyolardan taşan neşeli müzikler artık yok. Parasını bizim ödediğimiz TRT ‘ de ne tarafsız haber, ne muhalif komedi, ne skeç kaldı. İktidarın borazanı oldu…

Toplum, bize oy verenler-vermeyenler olarak ayrıştırılıp birbirinden koparıldı… İslam ahlakı unutuldu, şekille, kıyafetle Müslüman görünüp halk kandırıldı. Kutsal din, oy almak uğruna politikada araç olarak kullanıldı. Sadece milli bayramlarda değil, dualarda bile inatla ulusumuzun, Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün adını anmak unutuldu.  Milliyetçilik adına milli değerlere meydan okundu. İktisadi devlet kurumları yok pahasına eşe dosta satıldı. Yakınlarına tek maaş yetmedi, çift maaş verildi. Çankaya köşkü yetmedi saraylar yapıldı. Bir saray yetmedi, orda burada birkaç saray daha yapıldı. Şimdi bayramda sıra emekliye yoksula gelince, para yok deniyor. “Gidin simit satın” deniyor!

Bugünlerin bayramı da işte böyle! Biri yer biri bakar! Söylenecek çok söz var ama bugün bayram! Bizim bildiğimiz bayramlar barış ve birbirini affetme zamanıdır.

Hiç olmazsa bayrama politika karıştırmayalım…

Efendim, günün birinde Nasrettin Hoca bir bayram yemeğine davet edilmiş. Önce patlıcanlı sebze çorbası ve patlıcan tursusu gelmiş. Arkasından patlıcanlı börek ve sonra patlıcan salatası, patlıcan kebabı derken, bir bakmış ki hoca arkadan patlıcanlı pilav geliyor!

Hoca dayanamamış, evin kızına seslenmiş:

“Kızım bana bir bardak su verir misin? Ama lütfen patlıcansız olsun!”

İşte bende politikasız bir bayram yazısı bile yazamadım değerli okuyucular…

Her birinizin bayramını kutluyorum.