Irak’la güvenlik mekanizması

Ülkemizde her seçim döneminde bölücü PKK terör örgütüyle mücadele ön plana çıkarılıyor. Yerel seçimlerin yaklaştığı son günlerde bu konuda yeni adımlar atıldığı basına yansıdı. Geçtiğimiz hafta Bağdat’ta Irak Merkezi Yönetimiyle “Güvenlik Mekanizması” adı verilen görüşmelerin ikincisinin yapıldığı ve birtakım müşterek kararların alındığı duyuruldu. Bu görüşmede Türkiye tarafını; Milli Savunma Bakanı, Milli İstihbarat Teşkilâtı Başkanı ve İçişleri Bakan Yardımcısı, Irak tarafını; Savunma Bakanı, Irak Ulusal Güvenlik Müsteşarı, İstihbarat Teşkilat Başkanı Vekili temsil etti, görüşmeye Haşdi Şabi Komisyonu Başkanı ve Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi’nin (IKBY) İçişleri Bakanı da Irak heyetiyle birlikte katıldı.

Görüşmeler sonunda; birtakım siyasi, ekonomik ve ticari konularla birlikte terörle mücadele konusunu da içeren bir bildiri yayımlandı. Bildiride “PKK’nın Türkiye ve Irak için güvenlik tehdidi teşkil ettiğinin ve bu örgütün Irak topraklarında mevcudiyet göstermesinin Irak Anayasa’sını ihlal ettiğinin kayda alındığı” belirtildi, “Irak Ulusal Güvenlik Konseyi’nin; PKK’nın ‘yasaklı bir örgüt’ olduğu yönünde karar aldığı” “Tarafların; Irak topraklarını kullanarak Türkiye’yi hedef alan örgüt ve uzantılarına yönelik önlemler konusunu istişare ettikleri” duyuruldu.

Alınan kararlarla birlikte toplantıya katılanlara da dikkat etmekte yarar olduğunu değerlendiriyorum. Irak Merkezi Yönetimi temsilcilerinin yanında görüşmeye katılan Irak’lı grupların profiline bakıldığında oldukça geniş bir kitleyi temsil ettikleri görülüyor. Haşdi Şabi; çoğunluğu Şiiler olmak üzereSünni, Hıristiyan ve Yezidilerin katıldığı yaklaşık 40 farklı gruptan oluşmaktadır. IKBY ise bilindiği gibi; Irak Kürdistanı Demokratik Partisi (KDP)’nin liderliğinde Irak’ın kuzeyinde oluşturmuş otoritedir.

Bu gruplardan başka Irak’ın kuzeyinde bir de Irak Kürdistanı Yurtseverler Birliği (KYB) vardır. KYB; onlarca yıldır bölgede KDP ile iktidar mücadelesi içindedir. Irak’ın kuzeydoğusunda, Süleymaniye ve çevresinde, İran sınırındaki bölgelerde etkilidir. Bunun yanında PKK’nın yönetici kadrosunun yuvalandığı Kandil bölgesi ile de komşudur. KYB bu Güvenlik Mekanizması toplantılarına katılmamıştır.

Göründüğü kadarıyla PKK’nın Irak’ta barınabileceği alan oldukça daraltılmaktadır. Tek sorun KYB’nin PKK’ya verdiği destektir. KYB’nin asıl sorunu ise; Irak’ın kuzeyindeki oluşumda etkisiz hale gelmiş olmasıdır. Celal Talabani’nin vefatından sonra yerine geçen oğlu Bafel Talabani babasının çizgisini geliştirememiştir. İngiliz Özel Kuvvetlerinde eğitim gören Bafel Talabani; KYB’yi geçmişte olduğu gibi görünür ve etkili kılmak ve kendi adını duyurmak için birtakım yöntemler uygulamaktadır. Bunlardan birisi de PKK ile iş birliğidir. Bölgedeki Kürt gruplar, başından bu yana; dikkat çekmek, Türkiye ile masaya oturmak ve birtakım çıkarlar elde etmek için PKK ile ilişki içinde olmuşlardır. KYB; geçmişte olduğu gibi bugün de aynı yöntemi kullanmaktadır.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan KYB’nin PKK’ya verdiği destekle ilgili geniş açıklamalar yapmış, KYB’yi sert bir dille uyarmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan da“bu yaz Irak’ın kuzeyinde terörle mücadeleye ağırlık verileceğini, Suriye’de yarım kalan işin tamamlanacağını” ifade etmiştir.

Son olarak Milli Savunma Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada; “PKK’nın Irak’ta barınacak yerinin kalmadığı, terör örgütünün Irak’taki saldırılarının son çırpınışları olduğu” ifade edilmiştir. Bu açıklamanın devamında “Irak’la Türkiye arasında imzalanması planlanan ‘Stratejik Çerçeve Belgesi’ hazırlıklarının devam ettiği, Türkiye’nin bu belgede yer almasını istediği hususlardan birisinin de ‘Ortak Harekât Merkezi’ kurulması olduğu” belirtilmiştir.

Bu açıklamalar; bu yaz Irak’ın kuzeyinde Süleymaniye dahil, KYB bölgesini de kapsayacak büyük çaplı bir operasyon yapılacağı beklentisi doğurmuştur.

KYB’nin bu gelişmeyi dikkate almaması ve bu oluşumun dışında kalması mümkün değildir. 1990’lı yıllarda da benzer olaylar yaşanmış, sonuçta Irak’ın kuzeyindeki bütün gruplarla uzlaşma sağlanmıştır. Ben bu durumun da çok uzamayacağını, KYB’nin (birtakım çıkarlar sağlanarak) PKK ile mücadeleye ikna edilmesinin çok da zor olmayacağını değerlendiriyorum.

Irak Merkezi Yönetimi, IKBY ve Haşdi Şabi ile birlikte KYB’nin de PKK ile mücadeleye katkı sağlaması durumunda; PKK’nın Irak’ın kuzeyindeki varlığını sürdürmesi çok zorlaşacaktır. Bu noktada dikkat çeken bir ayrıntı vardır. Irak Ulusal Güvenlik Konseyi; Türk yetkililerle yapılan görüşmede, PKK’yı “terör örgütü” olarak değil “yasaklı örgüt” olarak tanımlamıştır. Bildiğim kadarıyla uluslararası hukukta “yasaklı örgüt” kavramı yoktur, bu tamamen Irak’ın kendi içinde yaptığı bir tanımlamadır. Irak merkezi yönetimi tarafından “yasaklı” ilan edilen örgütün ülkede barınması zorlaşacaktır. Bu durumda Irak’ta yuvalanan PKK’lı gruplar bölgeyi terk etmek zorunda kalacaklardır. Gidebilecekleri tek yer de sürekli irtibat halinde oldukları Suriye’nin kuzey doğusudur. Irak merkezi yönetiminin kendi ülkesinde yasaklı ilan ettiği PKK’nın Suriye’deki varlığına müdahale etmesi beklenmemelidir.

90’lı yıllarda ABD’nin Irak’a müdahalesi ile Irak’ın kuzeyinde Çekiç Güç koruması altında bölgesel Kürt yönetimi kurulmuştur. ABD, Irak’ın kuzeyini IKBY’ye teslim ederek hedefine ulaşmıştır. Sıra Suriye’ye gelmiştir. Günümüzde Fırat’ın doğusundaki Suriye topraklarında ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı koruması altında SDG adıyla yeni bir bölgesel Kürt Yönetimi kurulmaktadır.

Bu aşamada ülkemizi ilgilendiren asıl konu yöneticilerimizin takınacağı tutumdur. Cumhurbaşkanımızın “Suriye’de yarım kalan işten” kastı nedir? Son zamanlarda ABD’nin Suriye’den çekileceği ve kontrolü altındaki bölgelerin sorumluluğunu Türkiye’nin üsleneceği konuşulmaktadır. Buna gerekçe olarak da IŞİD’le mücadele gösterilmektedir. Eğer böyleyse Suriye’de yarım kalan işimiz IŞİD’le mücadele midir? ABD; IŞİD’le mücadelesinde bölgedeki ortaklığını SDG ile sürdürmektedir. ABD’nin bölgeden çekilmesi SDG’nin varlığına son verilmesiyle neticelenmeyecektir. SDG’nin içindeki en güçlü yapı PKK uzantısı PYD ve silahlı kanadı YPG’dir. Hatta SDG, büyük ölçüde PKK’nın kontrolünde bir örgüttür. Türkiye IŞİD’le mücadele gerekçesiyle Suriye’de sorumluluk üslenirse SDG/PYD/YPG ile ilişkiler nasıl sürdürülecektir?

Geçmişte Gözlem Gazetesinde yayımlanan, benzer gelişmeleri değerlendirdiğim yazılarımda; ilerleyen zamanda, Suriye’de PYD/YPG açılımının gündeme gelebileceği kuşkusu taşıdığımı belirtmiştim. Öyle sanıyorum ki; durum bu yöne doğru gitmektedir. Önümüzdeki yaz Irak’ın kuzeyinde Irak Merkezi Yönetimi ve bölgesel güçlerin desteğiyle geniş çaplı bir harekât icra edilirse ve PKK’nın Irak kanadı bölgeden sürülürse gidebileceği tek yer Suriye’dir. Suriye’de SDG şemsiyesi altında kendine yer bulacaktır ve buna kimse karşı çıkamayacaktır. ABD, Suriye’deki PKK uzantılarına PYD ve YPG isimlerini vermiş ve bunları Arap aşiretlerle birlikte SDG adı altında örgütleyerek zemini hazırlamıştır. Suriye’deki bu oluşumda ABD dahil pek çok ülke tarafından terör örgütü olarak tanınan PKK’nın adından söz edilmemesi, bu oluşuma Arap aşiretlerin de dahil edilmesi niyet ve maksadı ortaya koymaktadır.

Türkiye’nin önünde iki yol vardır. Birincisi Suriye’nin resmi yönetimi başta olmak üzere bütün bölge ülkeleriyle uzlaşma zemini oluşturarak bütün bölücü gruplara karşı birlikte mücadele etmek, ikincisi de ABD’nin çizdiği yoldan giderek IŞİD’le mücadele bahanesiyle SDG ile müşterek hareket etmektir. Birinci yol zorluklarla doludur. Ama sonuçta ülkemiz dahil bütün bölge ülkelerini etkileyecek tehditleri bertaraf edecektir. İkinci yol ise zaman içinde emperyalizmin “büyük Kürdistan” projesinin önünü açacak, bölgedeki bütün ülkelerin birlik-beraberliğini ve toprak bütünlüğünü riske sokacaktır.

Bölgemizdeki terör örgütlerinin çoğunun patronu emperyalist devletlerdir. Örgüt elebaşıları patrondan çıkar sağlayan taşeronlar, sahadaki militanların çoğu da sözde bağımsızlık ve özgürlük vaadiyle kandırılmış elemanlardır. Terörle mücadele kapsamında icra edilen faaliyetler patronun amacını engelleyemiyorsa sonuca ulaşmak çok zordur. Patronu engelleyebilmek için bölgesel iş birliği sağlanmalıdır. Irak’taki iş birliği tek başına yeterli olmayacaktır. Benzer adımların Suriye’den başlayarak diğer bölge ülkelerinde de atılması gerekmektedir. Dağda terörist avlayarak sonuca ulaşmaya çalışmak; insan, zaman ve para kaybından başka bir şey değildir.