Akıllı devlet (Smart Government) ve mutluluk üzerine

Yapay zekanın hızla gelişmesiyle beraber son zamanlarda ilgiyle takip ettiğim konulardan biri yapay zekanın (AI) hükümet ve yönetim sistemlerinde oynayabileceği rol oldu. ABD’de yapay zekanın karar alma mekanizmalarının hızlandırılmasında nasıl kullanılabileceğine yönelik araştırmalara her gün bir yenisi ekleniyor.

Chris Chiancone’un son çıkarttığı Smart Government adlı kitap ve Kriz David’in de aynı isimle yayınladığı araştırması da aynen bu konuyu araştırıyor.

Smart Governance yanı Akıllı Yönetim kavramını yazarlar özetle şöyle betimliyor: “Yönetim organlarında gelişmiş karar alma ve planlamayı kolaylaştırmak ve desteklemek için teknoloji ve yeniliğin kullanılması”. Akıllı yönetim bu anlamda genellikle demokratik süreçlerin iyileştirilmesi ve kamu hizmetlerinin sunulma biçimlerinin dönüştürülmesiyle ilişkilendiriliyor.

Düşünsenize, geçen seneki deprem anında AFAD’ın başında bir robot, yani yapay zeka olsa, durumu daha iyi yönetebilir miydi? Bu soruyu son iki haftadır yakın çevremde kime sorsam ilk tepkileri şakayla karışık “şu ceket bile daha iyi yönetirdi’’ gibi cevaplar oldu. Ama şu bir gerçek ki her ne olursa olsun insanların karar alma ve organize olma süreleri uzun. Hele bir robota (bunu yapay zekayla eş anlamlı düşünebilirsiniz) karşılaştırılamayacak derecede… Özellikle kriz anlarında yapay zeka ile krizin belirlenmesi, yönetimi ve ilgili merceklerin koordine edilmesi çok daha hızlı ve verimli olamaz mı?

Benzer şekilde yargı… Hepimizin bildiği üzere Türkiye’de bazı mahkemeler uzun yıllar sürüyor. Süreç uzun ve maalesef işlevsiz. Yapay zekayla mahkeme kararları daha hızlı verilemez, süreç kısaltılamaz mı? Önceki tüm dava örnekleri ve sonuçlarıyla beraber kanunlara hakim bir robot detaylı hüküm veremez mi? Hızla gelişen teknolojilerle robotların insiyatif de alabileceklerini düşünüyorum üstelik… önemli olan sahip oldukları verinin çokluğu. Hata payları göz önüne alınarak bir kurul tarafından denetlene de bilirler üstelik. Burada amaç hız, verimlilik ve bir o kadar da objektif adalete ulaşmak. Her anlamda…

Bu tartışma konusuyla geçtiğimiz hafta yedi yıldan sonra ilk defa gördüğüm lise arkadaşım Baran’la New York’ta ettiğim ve uzun zamandır en keyif aldığım sohbetten bahsetmek istiyorum.

Son aylarda bir yatırım fonunda çalışırken beraber çalıştığımız Murat Bey’in yakın arkadaşı çıktı. Baran’ın babası… Ve biz de bu vesileyle yıllar sonra tekrar konuşmuş olduk. Seattle’da yaşayan ve Meta’nın yapay gerçeklik gözlüğü ekibinde çalışan Baran şans eseri New York’a bir kaç günlüğüne gelince hem bir akşam yemek yemek hem de ertesi sabah Meta’nın New York ofisinde kahvaltı yapma şansımız oldu.

Baran biz küçükken de “büyüyünce ne olmak istediğimiz” sorulunca hep “mucit olmak” istediğini söyler, “ben bir şey icat edeceğim” derdi. Biz ilkokuldan lise sona kadar okul değiştirmediğimiz ve 40 kişilik küçük bir sınıf olduğumuz için hepimiz beraber büyüme ve bir aile olma fırsatı olduk. Hayatta hala en yakın arkadaşlarımın çoğu liseden…

O nedenle Baran’ı sevdiği işi yaparken görmek, işinden bahsederken gözündeki heyecan ve mutluluğa şahit olmanın beni ne kadar mutlu ettiğini anlatamam. Baran sayesinde aslında ben de kendimi heyecanlandıran tutkularımın ne olduğunu tekrar düşündüm. Kariyer sürecinde hepimiz kimi zaman dağılmaya çok açık oluyoruz. Sürecin içinde kayboluyor, koşturmadan hedefi unutabiliyoruz. Hele bu, süreçte başka engeller ve hedefler çıkınca daha çok oluyor. Mesela yurtdışındaysanız orada kalmak için bir anda sevdiğiniz işi aramayı bırakıp sizin orada daha çok kalmanızı sağlayacak bir iş aramaya başlayabiliyorsunuz. Veya kimi zaman tutkunuz olan işler size daha çok para kazandırmayacağından parayı hedef değil araç haline getirebiliyorsunuz. Yani sizin neyi mutlu ettiğini unutuyor süreçte kayboluyorsunuz. Araçlar amaç haline gelince de o amaçlara ulaştığınızda hayatınız bir anda anlamını yitiriyor ve mutlu olmayı beklerken kendinizi bir anda mutsuz bulabiliyorsunuz.

Yurtdışında bir süre daha kalma hedefiyle benzerlerini kısa bir süre öncesine kadar ben de yaşıyordum aslında. O nedenle Baran’la konuşmak bana çok iyi geldi diyebilirim.

Konuya dönersek, Baran’la saatlerce süren ve bir sonuca vardırmakta oldukça zorlandığımız konu şu soruyla başladı: bir robot ülke yönetebilir mi?

Daha sonra sorular kesilmedi elbet, “Böyle bir robotu geliştirmeye kim bütçe ayıracak? Türkiye’yi yönetecek robotu devlet geliştirmezse kim geliştirecek? Türkiye’yi Elon Musk’ın geliştirdiği robot mu yönetecek? Hangi devlet kendi yerine geçecek bir sisteme para harcar? Robotun objektif olduğundan nasıl emin olunacak? Taraf isteyen konularda (örneğin ekonomi liberal mi kapalı mı olacak) nasıl taraf alacak? Seçimlerde partilerin robotları mı yarışacak?”

Yaptığımız beyin fırtınasının ve kendimizi az da olsa bir bilim kurgu filminin bir parçası gibi hissettiğimiz 3 saatin sonunda vardığımız sonuç “devletin başı olmasa da gerekli merceklerin başına yapay zeka geçebilir, ya da rolü çok daha etkin hale getirebilir” oldu.

O nedenle son zamanlarda yaptığım AI kanunları ve sınırları araştırmalarına Akıllı Yönetim konularını da eklemiş oldum. Önümüzdeki haftalarda kısa kısa araştırmaları özetleyerek paylaşacağım.

Hayatımızın her alanını kolaylaştırması için uğraşılan yapay zeka er ya da geç yönetimlerde de etkin olacağını düşünüyorum, Amerika’da bu konuyla ilgili artan araştırmalar ve paneller de bunu gösteriyor… Bu anlamda Türkiye’nin öncü olarak yapay zekadan kurumların yönetiminde yararlanması ve alınan kararları bu vesileyle daha bilimsel ve objektif yapması ülkemizi kuşkusuz ilerletecek ve çağın ötesine taşıyacaktır.