Merkez Bankası ocak ayındaki PPK toplantısında daha önceki söylemine (Son Enflasyon Raporu) paralel politika faizini değiştirmeyip %45 oranında sabit tuttu. Karar metninin “şahin bir duruş”a işaret ettiğine ilişkin değerlendirmeler yapılıyor. Bu değerlendirmeye dayanak olarak ileri sürülen başlıca hususları şöyle özetleyebiliriz; “Enflasyon görünümünde iyileşme olana kadar sıkı duruş sürecek. Mevsimsellikten arındırılmış enflasyon Ocak-Haziran döneminde ortalama %3’ün üstünde olursa hedefin tutturulması mümkün olamayacağından gerekli parasal sıkılaştırma (Faiz Artırımı) yapılacaktır. Enflasyon bekleyişlerine ilişkin piyasa katılımcıları anketlerinde beklenti oranlarının yükselmesi (yüzde 42.96).” Bu tespit ve belirtiler Merkez Bankası’nın kararlı olduğunu, gerekiyorsa faiz artırımına gitmekten kaçınmayacağını göstermektedir.2021 Eylül döneminden itibaren uygulanan “Negatif reel faize dayanan faiz indirimleri” uygulamasının faturası gerçekten çok önemli büyüklükte. Tüm makro dengeler bozuldu. Rezervler eridi. Beklentiler ve fiyatlamalarda rasyonellik kalktı. Yüksek enflasyon sürecinde daha önceki dönemlerden farklı olarak başta hizmet fiyatları olmak üzere genel fiyat düzeylerinde katılıklar ve yapışkanlıklar oluştu. Dolarizasyon arttı. Kur Korumalı Mevduat(K.K.M.) gibi risk potansiyeli yüksek uygulamalarla boğuşmak zorunda kalındı, kalınıyor. Bozulma sadece ekonomik göstergelerde değil. Tarihin en bozuk adaletsiz gelir dağılımı rakamları oluştu. En yüksek %20’lik gelir dilimi ile en düşük gelir dilimi arasındaki fark 7.9 kata çıktı.
U dönüşünden sonra uygulanan para politikasında izlenen yön doğru ve veri odaklı, somut hedefli olmakla beraber “Rasyonele Dönüş Programı”nın iki büyük eksikliği mevcut. Bunlardan birincisi programın diğer politikalarla (Maliye politikası, üretim, para arzı, bütçe politikaları) bütünleşik olmayışı. Diğeri ise izlenen para politikasındaki sıkılaşmanın yetersizliği. Merkez Bankası’nın yayınlamış olduğu “Çıktı Açığı” grafiklerinden anlıyoruz ki ekonominin yavaşlamasına faiz artırımı sürecinin (%8.5’ten %45’e 36,5 puanlık) kademeli olması yeterli olmadı. Ekonomiyi soğutacak ödünleşmeyi yaratmadan hem büyüme olsun hem de enflasyon olsun anlayışındaki politika rasyonellik arz etmiyor. Nitekim 2023 büyüme rakamları açıklandı. Türkiye ekonomisi geçen yıl % 4,5 büyüdü. Sanayi ancak % 0.8 büyürken tarım % 0.2 küçüldü. Dolar bazında GSYH %23.5 artmış görünüyor. 2023 yılı milli geliri 1.1 trilyon, kişi başı gelir ise 13.110 dolar (ülkemizde yaşayıp resmi nüfusa dahil olmayan mülteciler sayısı dikkate alınmaksızın hesaplanan) oldu. Bu rakamlarda döviz kurundaki baskının yanılsama etkilerini görüyoruz. Büyümenin düştüğü ve istihdamın azaldığı uzun süreli bir döneme gerek siyasilerin gerek uygulayıcıların sabretmesi gerekiyor.
Temmuz-Ağustos 2023 aylarındaki tarihin en yüksek aylık enflasyonlar göz önüne alındığında önden yüklemeli ve itibar açığını (politika faizi-enflasyon oranı farkını) kapatacak bir faiz artırımı yapılsaydı %45’lik oran bugün için yeterli olabilirdi. Halbuki bugün bu faiz oranı bekleyişleri kırmaya yetmediği gibi daha sonra yapılacak tüketimleri öne çekerek talebi arttırıyor. Son büyüme rakamları analiz edildiğinde hane halkı tüketim harcamalarının GSYH’daki payı %59.1 oldu. Dördüncü çeyrek hane halkı harcaması çeyreklik bazda %9.3 arttı. Bu veriler ışığında dezenflasyon sürecinin yerel seçim sonrasına ertelendiğine şahit oluyoruz. Yıl sonu enflasyon bekleyişi Merkez Bankası’na göre %36 olmasına rağmen piyasalarda %45-50 koridorunda tahminler hayli fazla. Bizim gibi ülkelerde (Enflasyon ve fiyat istikrarı problemi kronik olup süreklilik arz eden gelişmekte olan ülkelerde) reel faiz ex-ante değil ex-post enflasyon oranlarına göre hesaplandığından Merkez Bankası’nın tüm çabalarına rağmen TL’nin değerlendirmesinde dolayısıyla dezenflasyon sürecinde istenilen sonuçlar elde edilemiyor.
Sürüklenen kur modeli (Enflasyonun altında kur artışı için dövizin Merkez Bankası baskısında olması) KKM dönüşlerinde TĽna geçişi zorlaştırıyor. Tasarruf sahipleri tekrar döviz talep ediyorlar. Kontrollü kur uygulaması yabancı portföy girişini de olumsuz etkiliyor. Bu nedenlerle enflasyon bekleyişleri yıl sonu itibariyle % 45-50’lerin altına inmiyor. Büyümede OECD ve G20 ülkeleri arasında en üst sıralarda yer almakla övüneceğiz. Ancak enflasyonda da dünyada Zimbabwe ve Lübnan, Venezuela, Sudan ve Suriye’den sonra 6 sıradayız. Avrupa’da ise en yüksek enflasyon oranına sahip ülkeyiz. Fiyat istikrarı yaratmadan büyüme istenilen makro dengeleri sağlamadığı gibi krizleri de önleyemiyor. Zira büyümemiz genellikle tüketim, inşaat, hizmet, finans ve vergi artığı kaynaklı. Gelir dağılımı bozuluyor. Bu büyümenin gerçekleştiği dönemde gelir adaletsizliğini gösteren GİNİ katsayısı rekor kırdı. Tarım ve sanayide anlamlı üretim yapamıyoruz. Ancak bu üretimsizliğe rağmen tüketimimiz sürekli artıyor. Bu şekildeki büyüme sürdürülemez. Bu nedenle büyüme-fiyat istikrarı ödünleşmesini yapmamız ve mutlaka yüksek enflasyonların ve yanlış politikaların faturasını ödememiz gerekiyor. Kuşkusuz bu ödeme sürecinde sabit gelirleri ve düşük gelir gruplarını maliye politikası araçlarıyla koruyucu önlemler almak şartıyla. Son 25 yıllık büyüme oranı ortalaması yüzde 4,8. Ancak halen geldiğimiz noktada bu büyüme oranına rağmen; yüksek enflasyon (yüzde 64,8, yüksek cari açık (GSYH’nin yüzde 4’ü), yüksek bütçe açığı (GSYH’nin yüzde 5,2’si), geniş tanımlı işsizlik (Atıl işsizlik yüzde 24) ve swaplar hariç net rezervleri (-) 46.2 milyar dolarlar seviyesinde olan makro dengelerin tümünü bozduk.