Şeffaflığı öne alan belediyecilik vaat ediliyor

CHP, 2024 yerel seçimlerin için 3 başlık ve 15 bölümden oluşan , “dirençli, güvenli, huzurlu ve konforlu, adil ve yaşanabilir” sıfatları taşıyacak şehirlerde  “ Halkçı Belediyecilik” kavramı ile yola çıkma amacında. Esasen “Halkçı Belediyecilik” CHP’de şimdiye kadar çoktan kurumlaşmış olması gerekirdi. Zira büyük dahi Mustafa Kemal, daha Cumhuriyeti kurmadan, “Dokuz Umde” başlığı altında halkçılık programını açıklamıştı. “Dokuz Umde” kurulacak Cumhuriyetin habercisi idi. Nasıl ki, Kurtuluş Savaşı hazırlıkları halkın katılımı ile yapılıyor ise; kurulacak devlet yapılanması içinde halkın katılımını, yani Cumhuriyet sistemini getirmek gerekirdi. Bu nedenle Cumhuriyetin kuruluşuyla, oluşturduğu siyasi partinin adına, “Cumhuriyet” kavramı ile birlikte “Halk” kavramını ekledi. Bu kavramın içini doldurmak için “Halk Evleri” kuruldu. Zira “Cumhuriyet Sistemi”, devletin tepedeki yapılanmasını oluştururken, tabanda halkla bütünleşmesi gerekiyordu. Atatürk’ten sonra bu olgu yeterli düzeyde ele alınmadı. Her ne kadar, CHP’nin iktidara katıldığı dönemlerde “Yerel Yönetim Bakanlığı” kuruldu ise de CHP “Halkçı Belediyecilik” olgusu kurumlaşamadı. Umarım Ata’nı mirası, şekilcilik ve söylem ötesinde mantık ve içeriği ile kavranır ve uygulanır.

Seçim beyannamesinde, üç ana başlık; refah, kalkınma, dayanışma başlıklarını taşıyor. Esasen bu başlıklar AB’nin 2020 Stratejisi olan akıllı büyüme, sürdürülebilirlik ve kapsayıcılık ilkeleri ile “2030 Dijital Pusulanın”, dijital dönüşüm, iklim nötr, döngüsel ve dirençli ekonomiye geçiş stratejilerinden bir hayli esinlenmiş olduğu gözüküyor. Bununla birlikte ülkemiz gerçeği olan deprem ve doğal afetler nedeniyle, “Birinci önceliğimiz deprem başta olmak üzere sel, heyelan, fırtına, gibi doğal afetlere karşı güvenli kentler oluşturmak” ifadesine yer veriliyor. Bunun yanında toplu taşıma, kültür-sanat faaliyetlerine vurgu yapılıyor. Ayrıca yolsuzluk ve yandaş kayırmanın ayyuka çıktığı toplumumuzda, ihalelerin canlı yayınlanması ve yerel üreticinin desteklenmesine vurgu yapılıyor. Ayrıca kent kültürü, kent tarihi ve kent kimliği ile kent kaynaklarının rant ve ayrıcalıklı güç odaklarına peşkeş çekilmeyeceğine vurgu yapılıyor. Kentsel dönüşüm, konut ofisleri, konut kooperatifçiliğinin yeniden canlandırılması, sağlam altyapı ve hızlı ulaşıma uygulamaları, akıllı kentsel dijitalleşme uygulamaları ile bir birinden öğrenen kentler ve teknolojik belediyecilik uygulaması ile kentsel kalkınmanın sağlanması öngörülüyor.                   

Refah artışı için katılımcı ve demokratik belediyecilik, bütçe uygulamasında israfın önlenmesi, şeffaf ve hesap verilebilirlik, liyakat ve üretkenliğe önem verirken; yerel girişimcilik, kuluçka merkezleri, yerel küçük üreticilerin desteklenmesi, akıllı tarım uygulamaları, kamusal alanların canlandırılması, yeşil belediyecilik, sokak hayvanları sorununa çözüm, yenilenebilir enerji v e sürdürülebilir kaynak yaratımına özel gösterileceği belirtiliyor.

Halkçı belediyeciliğin katılımcı ve dayanışmacı belediyecilik olduğu vurgulanırken, kent lokantaları, kent dayanışma ağı, kış fonu ile ısınma desteği, anne adayı ve çocuk beslenme desteği, okul yemek desteği; kadın, genç ve engellilere yönelik destekler ile istihdam büroları ve kreşlerin açılmasına, kadınların korunmasına ve dayanışma evlerine vurgu yapılıyor. Ayrıca nitelikli öğrenci yurtları, burs ve sosyal destekler, engellilere yönelik kentsel düzenlemeler, halk sağlığı, evde bakım ve psikolojik dayanışma merkezleri kurulması ve nitelikli gıdaya erişim için gıda seferberliği yaratılması bu beyannamenin ağırlık verdiği noktalar olmaktadır.

Bu beyannamede gündeme getirilen konular, aklı, bilimi ve demokrasiyi rehber edinen bir toplumda, yaşamın normal akışı içinde, bir belediyenin kendiliğinden yapması gereken uygulamalar olması gerekir. Ne var ki bugünün Türkiye’sinde, devletin kurumsal yapısı tek kişi egemenliğine dönüştürülerek, koca ülke tek bir merkezden yönetilir duruma gelmiştir. Tek kişi egemenliği ister istemez, tek kişinin kendi doğruları yönünde kişisellik ve keyfilik uygulamasına dönüşür. Ülke yönetilebilir olmaktan çıkar. Nitekim bugün Türkiye ekonomisi, piyasa sistemi, hukuk sistemi, adalet sistemi, demokrasisi, meclis ve hükümet yapısı ile tüm kurumları işlevsiz duruma gelmiş bulunuyor. Bu nedenle ekonomi ve toplum bir çöküş süreci yaşıyor. İnsanlar aç ve işsiz, gelir dağılımı tarihinin en kötü dönemini yaşıyor. Rüşvet, rant ve haksız kazanç normal görülüyor. Böylesi bir ortamda ana muhalefet partisinin sorunları bir beyanname ile ortaya koyması yetmez. Bunları uygulama programına dönüştürüp; zaman, öncelik ve akış planlarını tüm kazandığı belediyelerde, uygulanabilir kurumlaşmalara dönüştürmesi gerekir. Ne var ki, geleneksel toplum özelliği olarak; CHP’li seçilmişlerin de birçoğu, aklın, bilimin, stratejik ve bilinçli düşünme ve uygulama süreçleri yerine; geleneksel uygulamaların, gördüğünü yapmanın, kişiselliğin ve kişisel otorite uygulamasının ötesine geçemiyor. Bu bir geleneksel toplum ve az gelişmişlik hastalığıdır.