Ülkedeki kutuplaşma TSK’ya kadar sirayet etti

Yüz yıllık Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ebediyete intikalinin 85’nci yıl dönümü olan 10 Kasım 2023 günü; Tuzla Piyade Okulu’nda icra edilen anma töreninde, yakasına Atatürk resmi takmayan teğmen ile arkadaşlarının tavrı ve ardından gelişen olaylar, ülkemizin ve Türk Silahlı Kuvvetlerimizin düşürüldüğü son derece tehlikeli durum açısından endişe verici boyuta ulaştı.

Atatürk resmi takmayan teğmen; önce iğnesi olmadığı bahanesiyle kendisini savunmaya kalktı. İğne verildiğinde ise Atatürk’ün resmini buruşturup cebine koyduğunun görüldüğü söylendi. Atatürk’ün manevi hatırasına yapılan bu saygısızlığı kabullenemeyen devre arkadaşları tepki gösterdiler ve bu teğmenin kaldığı odanın kapısına Atatürk resmi astılar. Odadan çıkan üç teğmen Atatürk’ün resmini söktü, buruşturup yere attı. Bunun üzerine çıkan tartışmada; saldırıya uğradıklarını, darp edildiklerini iddia ettiler.

Atatürk’e yapılan saygısızlığa karşı çıkan teğmenler; bu teğmenlerin tarikat üyesi olduklarını, Harp Okulunda da tarikat evlerinde sohbetlere katıldıklarını, sosyal medyada “Hubb-i Fillah” adıyla grup kurduklarını, durumu komutanlarına bildirdiklerini ancak bir sonuç alınmadığını iddia ettiler.

Bu olay turnusol vazifesi gördü, toplumumuzdaki kutuplaştırmanın hangi boyutlara ulaştığını, şeriat ve hilafet söylemleriyle çıkar sağlamaya çalışan çevrelerin ve onlara yol açan tarikat ve cemaatlerin ne derece etkili olduklarını, Türk Silahlı Kuvvetlerine kadar sızabilen tarikatların rolü ve etkisini, gelecekte devletimizin ve milletimizin hangi tehlikelere maruz kalabileceğini ortaya koydu.

Askeri kışla içinde yaşanan bu olay, aynı günlerde basına sızdırıldı. Türk Silahlı Kuvvetlerinde 38 yıl görev yaptım, sağcı-solcu çatışmalarının yaşandığı 70’li yıllarda bile kışla içinde askeri personel arasında yaşanan hiçbir sorunun basına yansıtıldığını görmedim, duymadım. Olayı kim, ne maksatla basına sızdırdı? Ben; ülkemizde oluşturulmaya çalışılan çatışma ortamını kimlerin, neden istediği açısından öncelikle bunun üzerinde durulması gerektiğini düşünüyorum.

Darp edildiğini iddia eden teğmenin; maruz kaldığını iddia ettiği şiddet olayını öncelikle amirlerine bildirmesi gerekirken polis karakoluna giderek şikayetçi olduğu, darp raporu almak için hastaneye gittiği, hastanede darp izi tespit edilmediği raporu düzenlendiği, savcılığa giderek şikayetçi olduğu basına yansıdı. Bu olayı planlayanların basındaki temsilcileri hiç zaman kaybetmeden; Atatürk’ün manevi şahsiyetine saygısızlık eden teğmen ve arkadaşlarının “milli ve manevi değerlere sahip çıktıklarını” buna karşı çıkan teğmenlerin ise “cuntacı” olduklarını iddia etmeye başladılar. Bazıları “Ordu içinde bunlardan yüzlercesi daha var” diyerek Atatürkçü subayları aşağılamaya kalktılar. Bunların hiçbirisinin Atatürk’ün manevi hatırasına saygıdan söz ettiği görülmedi. Aksine bazıları “Atatürk resmi takmanın ilkellik” olduğunu söylediler.

Bunlar; “manevi değerlerden” şeriat ve hilafeti kastettiklerini son zamanlarda “Filistin’e destek” eylemlerinde de açıkça ilan ettiler. “Milli değerlerden” ise içinde Atatürk’ün, laikliğin, demokrasinin olmadığı bir devlet, ümmetçi bir toplum arzu ettiklerini bütün açıklığıyla ortaya koydular. Bundandır ki; Atatürk’ü günlük siyasetin bir figürü, O’nun ilke ve devrimlerini de günlük siyasetin bir parçası haline getirmeye çalışmaktadırlar.

Bütün bunlar gösteriyor ki; tam da Atatürk’ü anma gününde, başından itibaren yönlendirmeli, planlı, programlı bir eylem ortaya kondu ve toplumun nabzını ölçmek, toplumu yönlendirme amaçlı propaganda ortamı yaratmak için fırsat kollandı. Bence Atatürk’ün manevi şahsiyetine saygısızlık yapan bu teğmenler kendilerine verilen görevi yerine getirmişlerdir. Bunların ileride görevlendirilecekleri pozisyonlar durumu daha net ortaya koyacaktır.

Olayların tırmandırılması üzerine Kara Kuvvetleri Yüksek Disiplin Kurulu olaya karışan bütün teğmenler hakkında inceleme başlattı. Atatürk’ün manevi şahsiyetine saygısız davranan teğmenler “Atatürk’ü sevmediklerini” itiraf ettiler. Sonuçta bu üç teğmenle Atatürk’e saygısızlığı kabul etmeyen dört teğmenin Türk Silahlı Kuvvetlerinden ihracına karar verdi. Milli Savunma Bakanlığı (MSB); olaydan “Cumhuriyet’imizin kurucusu ve Ebedi Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, ebediyete intikalinin 85’inci yıl dönümünde Piyade Okul Komutanlığı’nda meydana gelen hadise” olarak söz etti, “hadisenin” ne olduğunu açıklamadı. Olaya karışan personel hakkında “silahlı kuvvetlerden ayırma” kararı verildiğini duyurdu ve “Önceliği müesses disiplini muhafaza etmek olan Türk Silahlı Kuvvetlerimizde; temel değerleri sarsacak, disipline aykırı ve askeri hiyerarşiyi bozan, bozabilecek hiçbir kişi, olay ve duruma müsamaha gösterilmeyeceğinden en ufak bir şüphe duyulmamalıdır” açıklamasını yaptı.

Benim dikkatimi çeken; haklarında silahlı kuvvetlerden ayırma kararı verilen teğmenlerin hangi gerekçeyle ihraç edildikleri konusunda anlaşılabilir bir açıklama yapılmaması oldu. Atatürk’e saygısızlık yapan teğmenler Atatürk resmi takmadıkları, Atatürk’ün resmini buruşturup attıkları için mi, askeri hiyerarşiyi atlayarak olayı yargıya intikal ettirdikleri için mi yoksa tarikat ve cemaat üyesi oldukları için mi ihraç edildiler?

Atatürk’e saygısızlığı kabullenmeyen teğmenler şikayetlerini komuta kademesine iletmek yerine kavga çıkardıkları için mi yoksa Atatürk’ü savunmak suretiyle “siyasi tavır” sergiledikleri düşünülerek mi ihraç edildiler?

Atatürkçü Düşünce Derneği ve Atatürk’ü savunan teğmenlerin avukatları çok kapsamlı bir hukuki açıklama yayımladılar. Öyle görünüyor ki; son kararı yargı verecek ve kimin nerede durduğu, kimlerin ne yapmak istediği ve ülkemizin nereye sürüklendiği o zaman daha iyi anlaşılacak.

Bu olaya karışan teğmenlerin Silahlı Kuvvetlerden ihraç edilmesiyle sorun çözülmüş, askeri disiplin korunmuş oldu mu? Bunun da üzerinde durulması gerektiği kanaatindeyim. Gerçek sorun; askeri personelin disiplinsiz davranışı mıdır yoksa tarikat ve cemaatlerin Türk Silahlı Kuvvetleri içinde de yuvalanmış olması nedeniyle yaratılan çatışma ortamı mıdır? Bence MSB’nin öncelikle yapması gereken; Türk Silahlı Kuvvetleri’nde tarikat ve cemaat mensubu personel olup olmadığının hiçbir tereddüde yer vermeyecek şekilde açıklanması, varsa gereken önlemlerin alınması olmalıdır.

Bizlerin sade vatandaşlar olarak üzerinde durmamız gereken konu ise siyasal İslamcı zihniyetin ülkemizi ne duruma getirdiği, tarikat ve cemaatlerin Türk Silahlı Kuvvetlerine kadar sızmış olması ve bunun yaratacağı tehlikeler olmalıdır.

Tarikat ve cemaatlerin güdümündeki siyasal İslamcı zihniyet günümüzde Atatürk düşmanlığını gizleme gereği duymamaktadır. Bu Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerlerine, kurucu ve koruyucu ilkelerimize açıkça baş kaldırıdır. Ülkemizdeki kutuplaştırma projesinin Türk Silahlı Kuvvetlerine kadar sirayet ettiği ve bazılarının bunu körüklemek için bilinçli bir çaba harcadığı açıkça görülmektedir. Tarikat ve cemaatler Türk Silahlı kuvvetleri içinde bu derece teşkilatlanmışlarsa bu tür olayların arkası kesilmeyecek, Atatürkçü personelin bütünüyle tasfiye edilmesi, Silahlı Kuvvetlerimizin tarikat ve cemaatlerin kontrolüne girmesi için ne gerekiyorsa yapılmaya çalışılacaktır. Son 20 yılda, FETÖ’nün emperyalist devletlerle iş birliği yaparak Silahlı Kuvvetlerimize kurduğu kumpaslarla, siyasi iktidarın “askeri vesayete son vermek” bahanesiyle FETÖ’nün kumpaslarına verdiği destek ve ortaya koyduğu uygulamalarla geldiğimiz nokta ve sonuçları açıkça görülmektedir.

Ülkenin savaş kapasitesinin en önemli unsuru personeldir. Büyük Önderimiz Atatürk; “Orduyu imha etmek için mutlaka subayları mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Ondan sonra milleti yok etmekte engel, müşkülat kalmaz” diyerek milletimizi ve ordumuzu uyarmıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri içinde birbirine düşmanlık derecesinde karşıt fikirde olan askeri personelin bir arada görev yapması ve yurt savunmasını gerçekleştirmesi mümkün değildir. Yıkıcı ve bölücü emperyalist projenin hedefi de budur. Bu proje engellenemezse, korkarım ki halkımız ne duruma düşürüldüğünün; tıpkı Irak’ta, Suriye’de, Afrika ve Asya ülkelerinde olduğu gibi dış baskılardan ve iç çatışmalardan kaçarak kendisine sığınabileceği bir ülke ararken farkına varacaktır.