Demokrasi: İsmi var cismi yok

Demokratik bir rejimde yaşıyoruz, normal koşullarda 4-5 yılda, ama realitede 2-3 senede bir seçimler yapıyoruz. Cumhuriyetimizin 100. yılını kutladık, çok partili demokrasimiz de aksayarak da olsa 75 yıldır ayakta duruyor. Toplumda demokratik kültür yerleşmiş, seçimlere katılım dünya standartlarına göre çok yüksek seviyelerde. Ancak buna rağmen hayatımızı ilgilendiren kararların neredeyse hiçbirinde söz sahibi değiliz, görüşümüzü alan, bizi dinleyen yok. Mevcut temsili demokrasi sistemi sadece ülkemizde değil tüm dünyada profesyonel politikacılar sınıfını yarattı. Politikacılar ve devlet bürokrasileri bireyler adına her türlü kararı alma yetkisine sahip hale geldiler. Demokrasi adı altında kısıtlı seçenekle karşımıza çıkan politikacılardan hangisine her türlü konuda bizim adımıza karar verme yetkisini vereceğimizi seçiyoruz. Çoğu zaman bu kararı verirken de seçtiklerimize olan güvenimizden ziyade hangi politikacının hayatımızı ilgilendiren kararlarda bize daha az zarar vereceğine inanıyorsak oy kullanıyoruz. Seçimler adeta bir zarar optimizasyonu seçimine dönüşmüş durumda.

Türkiye’de Siyasi Partiler Kanunu tabandan gelen her türlü demokratik isteğin ve gelişmenin önüne engeller çıkararak demokratik kanallar ile yönetime katılma ve seçilme haklarını kullanmak isteyen vatandaşı bezdirmek üzere dizayn edilmiş.

 

Siyasi partiler de artık yeni bir çözüm, yeni bir yol haritası veya yeni bir ekonomik yaklaşım önermeyi bırakıp, “Karşı taraf sana çok zarar verir ha, hiç düşünmeden, sorgulamadan bizi seç, bas geç” propagandasına yaslanıyorlar. Bu propagandadan kaynaklanan kutuplaşmanın toplumsal fay hatlarında büyük gerilimler yaratması umurlarında değil. Sonuç, en basit, hayatlarımızı direkt olarak ilgilendiren temel konularda dahi vatandaşın düşüncesini dikkate alan yok. Yaklaşık 45 gün içinde Türkiye’nin her yerinde yerel seçimler yapılacak, her ilçede ve şehirde adaylar belirleniyor, ancak görüyoruz ki bu adaylar belirlenirken toplumun istekleri kriterlerin en sonunda geliyor. Siyasi partilerin neredeyse tamamı kapalı gruplar halinde kendi içinde ayrı bir sınıf yaratmış politikacılar için çok faydalı bir araç, ve bu yöneticiler bireysel ilişkileri, kariyerleri ve kendi networkleri için en uygun kararlarla ilerliyorlar.  Aynı esnada toplum ise istekleri, arzuları, hedefleri hiçe sayılarak adeta bir figüran gibi yakında oynanacak demokrasi oyununda kendisine biçilen rolü oynamak için bekliyor. Rolde yapılması gereken ise çok basit, yönetmen yanımıza geliyor ve kısaca söylüyor: “Kardeşim, önüne 3 isim koyacağız, sana en az zararı dokunacağın üzerine mühür vuracaksın. Ondan sonra senle işimiz bitiyor, git evine figüran olduğun filmi izlemeye başla, saat 19.00’da gösterimde.”

 

Ankara’nın batısında sabah 7.30’dan önce kalkanlar, okula giden milyonlarca öğrenci, velileri, işe giden milyonlarca çalışan zifiri karanlıkta yola çıkmak zorunda. Bu konudaki karar kimseye sorulmadan alındı, ne için hangi sebeple alındığı hiçbir zaman şeffaf bir şekilde açıklanmadı, sonuçları üzerinde bir fayda/maliyet tartışması yapılmadı. Ancak ve ancak hepimiz bu kararın olumsuz sonuçlarını her gün yaşıyoruz. Bu kadar basit ve hayatımızı etkileyen bir konuda bile en ufak bir söz hakkımız yok, ama demokratik bir düzende yaşadığımız söyleniyor. Türkiye’de durum böyle, ama diğer ülkelerde farklı mı? Pek değil. 2024’te dünyada toplam 4.4 milyar kişiyi ilgilendiren seçimler yapılacak, neredeyse seçim yapılmayan ülke yok gibi. Ancak bu ülkelerin tamamında mevcut temsili demokrasi çerçevesinde aynı demokrasi oyunu oynanıyor.

Dünyanın en güçlü ve zengin ülkesi ABD’de Kasım 2024’te yapılacak seçimlerde şimdiden bu oyunun seçenekleri belirlendi. ‘Trump mı Biden mı’ adlı oyunda yer alacak seçmenlerin kararı dünyanın geri kalanını da 2028’e kadar ilgilendirecek yüzlerce, binlerce başka kararın sonuçları için bir araç olacak.

Ve hepimiz bu demokrasi oyununda oynamaya veya belki daha doğru bir ifade ile uyumaya devam edeceğiz.

Peki bu oyun, bu uyku hali böyle devam edecek mi? Edebilir mi? Buna da haftaya değinelim.