Küresel ve yerel eşitsizlik

Yakın bir zamanda 21 bağımsız yardım kuruluşunun çatı örgütü İngiliz Oxfam’ın “Eşitsizlik Raporu” ile TÜİK’in “Gelir Dağılımı İstatistikleri” yayınlandı. Söz konusu rapor küresel eşitsizliğe ilişkin bilgileri, gelir dağılımı istatistikleri ise ülkemizdeki gelir dağılımı eşitsizliklerini açıklıyor.

Küresel eşitsizlik

Söz konusu raporun bir özeti 19-25 Ocak tarihli Oksijen gazetesinde yayınlandı. Bu özette vurgulanan hususlar şöyle;

Dünya bir avuç zengin için harika yer. Şirketler ve tekelleşme sınıf, ırk, cinsiyet, eşitsizliklerini inanılmaz seviyelere çıkardı. Dünyanın en büyük 5 şirketinin piyasa değeri Afrika, Latin Amerika ve Karayip ülkelerinin toplam GSYH’sinden fazla. Tekelleşmenin oranı gittikçe yükseliyor. 25 yıl önce tohum piyasasının %40’ı 10 şirketin kontrolündeydi, bugün iki şirketin elinde. Oxfam raporunun önsözünü yazan ABD’li politikacı Bernie Sanders “Dünyada daha önce bu kadar küçük bir azınlığın bu kadar çok şeye sahip olduğu bir dönem yaşanmadı.” diyor. Gerek şirketlerin gücü gerekse tekelleşme eşitsizliği dörtyolla büyütüyor. Bunlar; çalışanın değil zenginlerin ödüllendirilmesi, vergiden kaçış, kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi ile iklim sorununun tırmandırılması yolları. Bu yolların herbiri ayrı yazı konusu olacak nitelikte. Sadece şu hususları belirtmekte fayda var. Dünya ölçeğinde reel ücretlerdeki tarihi gerilemeler eşitsizliği arttırmış durumda. Son iki yılda 791 milyon çalışanın ücretleri yüksek enflasyon nedeniyle 1.5 trilyon dolarlık kayba uğramış. Bu ise kişi başına 25 günlük ücret kaybı demek. Erkek ücretlilerin elde ettiği 1 dolarlık emek gelirine karşın kadınlar 51 centte kalmışlar. 1980 yılından bu yana OECD ülkelerindeki yasal kurumlar vergisi oranı yarıdan fazla azalmış durumda. Agresif vergi planlamaları ile vergi cennetleri vergiden kaçış yoluyla eşitsizliği artırıyor. Ödenmeyen her vergi doktor, hemşire, okul ve sosyal hak azalması demek. Özelleştirmeler hayati kamu hizmetlerindeki eşitsizlikleri, uçurumları derinleştiriyor. Parası olmayan kesimler kaliteli sağlık ve eğitime erişemiyorlar. Alt ve orta gelirli ülkeler 2029’a kadar günde yaklaşık yarım milyon dolar faiz ve borç ödemek zorunda.2027’ye kadar dünyada 50 milyon dolar ve üzerinde olanların sayısında %50 artış öngörülüyor. On yıl içinde “İlk dolar trilyoneri”ni göreceğiz. 1980 yılında global ortalama kar yüzdesi maliyetin %7’si kadarken 2020’de %59’u bulmuş durumda. 2022-2023 döneminde incelenen 141 ülkenin 111’inde yasal kurumlar vergisi oranının düştüğü görülüyor.

Yerel eşitsizlik

Son yayınlanan TÜİK’in gelir dağılım istatistiklerine göre en yüksek %20’lik grup 2021’de gelirin %45.9’unu alırken 2023 yılında %49.7 almış. Geri kalan %80’lik nüfusun payı ise aynı sürede %54.1’den %50,3’e düşmüş durumda. En yüksek gelirli %20 en düşük gelirlinin 8.4 katı kazanıyor. En yüksek gelirli %10 ise en düşük gelirlinin 15 katını kazanıyor. Nüfusun %5’lik diliminde kişibaşı gelir 1720 dolar iken en üst yüzde beşlik diliminde kişi başı geliri 51.800 dolar. Gelir adaletsizliğini gösteren GİNİ kat sayısı rekor kırarak 0.43’lere yükseldi. Orta sınıf yok oldu. Ya zenginsin ya fakir. Zengin daha zengin fakir daha fakir oldu. Son yıllarda yanlış ekonomi politikalarının sonuçlarının düzelmesi çok kısa sürede olamayacak. Kerim Rota’nın UBS’nin Servet dağılımını da ekleyerek düzenlediği tabloya göre en tepedeki 17 milyonun İspanya düzeyinde eşdeğer ortalama geliri varken en aşağıdaki 17 milyonun Bangladeş düzeyinde eşdeğer ortalama geliri var. Söz konusu tablodaki diğer düşük gelirli ülkeler ise Sri Lanka ve Bolivya, yine anılan tabloya göre en tepedeki %20’nin servet payı 2018 yılına göre %46.8 iken 2023 yılında %81.3 olmuş. En aşağıdaki %20’nin payı ise aynı dönemde %6.1’den %50’si (-)0.5’e inmiş durumda. 2023 yılında yayınlanan istatistikler 2022 yılı rakamlarına göre yapılmış durumda. 2023 yılında bu eşitsizlik ve adaletsizliğin daha da artacağını öngörüyoruz. Zira enflasyon yükseldikçe haksız, adaletsiz, kanunsuz bir vergileme ve gelir transferiyle zengin daha zengin, yoksul da daha yoksul olmakta. Üstelik bu dönemlerde eğitimlilerin gelirleri eğitimsizlere göre daha da az artmış durumda. Özellikle beyaz yakalılar en düşük artışı almışlar. Gelir dağılımındaki eşitsizliği gösteren GİNİ katsayısının 0.433’lere gelerek rekor kırmasını, sosyal transferler hariç hesapladığımızda 0.520’lere yükseliyor ki eşitsizliğin boyutunun korkunçluğu ortaya çıkıyor. Ülkemizde bankacılık sisteminde(TL) 58 milyon 233 bin 977 hesap var (Mudi). Bu hesapların 55.343.962 ‘si 0-10.000 arasında. Toplam mevduatın %4’ü oranında. 1milyonlira üzeri hesap adedi ise 66.846 (mudi). Bu hesaplar ise toplamın %51’ini oluşturuyor. Söz konusu rakamlar gelir dağılımının ne denli bozulduğunu gösteriyor. Emeklilerin durumu daha da vahim. Türkiye emekli maaşlarına GSYH içinde Avrupa’da en az pay ayıran ikinci ülke. AB ortalaması %13 iken biz de bu oran %6.1. Sosyal koruma harcamalarının GSHY’ye oranı bakımından da durum pek açıcı değil. AB ortalaması %28.7 iken ülkemiz bu konuda sonuncu olarak ancak %10.7 pay ayırabilmiş.

Kapitalist sistemle yönetilen ülkelerde ekonomik büyümenin iyi olduğu dönemlerde gelir dağılımında en üstte yer alanların gelirlerinde patlama yaşanırken alt yüzdeliğin gelirlerinde çok daha yavaş gelir büyümesi görülüyor. Kriz zamanlarında ise düşük gelirliler daha çok etkilenirken yüksek gelirlilerin etkilenme oranı daha az oluyor. Kuşkusuz bu konuda ülkemizde kayıt dışılığın rolünü de göz ardı etmemek gerekir. Resmi rakamlar ve IMF istatistikleri %30’luk bir oranı ifade ediyorlar kayıt dışılık konusunda. Ancak yapılmış araştırma ve bulgular çok eksik. Enflasyonun yüksek olduğu dönemlerde kayıt dışılık daha çok artıyor. Hizmet enflasyonunun katılığında bu sektördeki kayıt dışılığın önemli olduğunu düşünüyoruz. Kapitalist sistemde temel kamu kaynağının “vergi” olması gerekirken ülkemizde popülist ve siyasi nedenlerle açıklar “borçlanma” ile kapatıldığından vergi düzenlemeleriyle kamunun gelir dağılımındaki adaletsizlikleri önleme kapasitesi düşüyor. Gelir dağılımının çok bozulduğu dönemlerde varlık artışlarının vergilendirilmesinde gerek ekonomik gerekse sosyolojik nedenlerle yarar var. Nitekim küresel zenginler son dönemde kendilerine bir ek servet vergisi getirilmesini talep etmeye başladılar. En alt yüzdedeki vatandaşlarımız kaybederse herkes kaybeder. Orta sınıfların azaldığı ve yok olmaya başladığı dönemlerde demokratik sistemin evrensel standartlara ulaşması mümkün olmadığı gibi refah toplumu olması da söz konusu olamaz, orta gelir tuzağında debelenip dururuz.