Aynı bölgede iki farklı üste 20 günde 21 şehit

Türkiye, son 21 günde terör örgütü PKK tarafından Irak’ın kuzeyindeki üslere yapılan üç baskında verilen 21 şehidin acısıyla sarsıldı.

Irak sınırının 30-40 kilometre kadar içinde devam eden Pençe-Kilit Harekâtı’nda 17 Nisan 2022 tarihinden bugüne 141 Mehmetçik şehadet şerbeti içti; 805 terörist ise etkisiz hale getirildi. Eli kanlı terör örgütüne karşı TSK’nın düzenlediği operasyonların meşruiyetine vurgu yapılırken bölgede kurulan üslerin durumu, saldırıya uğrayan üsler arasında yalnızca 500 metre olması, teröristlerin sisli ve puslu havayı seçmesinin bilinmesine rağmen sızma girişimlerinin devam etmesi bazı soruları da gündeme getirdi. Kamuoyunda ardı ardına gerçekleşen son saldırılarla birlikte tartışmaya açılan bir başka konu da örgütün arkasındaki olası dış bağlantıları tartışmaya açtı. Son gelişmeler yerel seçim öncesi iç siyaseti de ısıttı.

 

“Radara ne oldu?”

Hulusi Akar’ın Milli Savunma Bakanlığı döneminde 2019 yılında ‘son teröristi temizlemeden buradan çıkmayacağız’ denilerek sınırın 30-40 km içinde konuşlanan yeni bir stratejiye geçildiğini hatırlatan Emekli Askeri Hakim Ahmet Zeki Üçok, şunları söyledi:

“Dünyanın en güçlü devleti için bile kendi ordusunun yüzde 40’ını sınır ötesinde ikame etmek, lojistik sağlamak her yönden güvenliği sağlamak -hele de Suriye’de hava sahası kontrolü yokken- bunu yapabilmek çok zor. Kontrolümüz dışında birçok faktörün olduğu bir alanda teknolojik imkanlarınızın çok güçlü olması gerek. Olumsuz hava şartları sebebiyle İHA, SİHA ve Atak taarruz helikopterlerinin uçamadığı söyleniyor. Oysa İHA ile SİHA’lara takılabilen ve en kötü hava koşullarından bile hiç etkilenmeyen, elektromanyetik dalga ile çalıştıkları için yerdeki hedefleri anında tespit edebilen radarlar geliştirildi. Mesela, 27 bin km’den bisküvi kutusunu gören MİLSAR radarı TSK envanterinde var. Buna rağmen düşmanı görememenin başka bir sebebi olmalı. Ya bunlar oraya ulaştırılmadı ya da mevcut imkanlarımız bu sistemleri çalıştırmaya yetmiyor.”

Güvenlik uzmanı Prof. Dr. Sait Yılmaz da bölgedeki birliklerin bu kadar uzun süre alan hakimiyetinde sabit kalmasının kendisini hedef haline getirdiğini ileri sürdü, asıl tehdidin geldiği PKK’nın ana üssüne operasyon yapılması gerektiğini savundu. Emekli Amiral Türker Ertürk, üs bölgelerindeki güvenlik sorununa değindi; “Bu kış şartlarında, yüksek rakımlı coğrafi koşullarda bırakın savaşmayı, hayatı idamenin güç olduğu bölgede üsleri bulunduruyor olmak, baskına karşı davetiye çıkarmaktır” dedi.

Eski Genelkurmay İstihbarat Başkanı İsmail Hakkı Pekin ise, Pençe-Kilit Harekâtı ile sınırda “duvar” örüldüğünü belirterek, “TSK, temizlenen terör kamplarının yeniden kullanılmaması için operasyon yapıyor. PKK’nın kullandığı tepeler, ele geçirilerek üs bölgesine dönüştürülüyor. Eskiden sınır ötesi operasyonların ardından geri dönerdik. Artık böyle yapmıyoruz, orada kalıyoruz. Ertesi bahar biraz daha ileri gidiyoruz. Teröristlerin hareket ve manevra alanı kısıtlandı. Türkiye’ye sızamıyorlar. Eksikler için gereken işlem yapılır. ‘Şehit verdik, geri çıkalım’ dersek terörist ileri gelir” ifadelerini kullandı.

 

Ortak acımız siyasete alet olmasın

Şehit haberleri, 85 milyonu aynı acıda birleştirirken, konuyu siyasete alet etmeye çalışanlar tepki çekti. Türkiye şehitlerine ağlarken; Cumhur İttifakı ortağı BBP Genel Başkanı Mustafa Destici, skandal bir paylaşım geldi. Destici, sosyal medya hesabından; iktidar bloğunda olmayan partilerin logolarının yer aldığı görseli paylaşarak “Terörün tüm unsurlarına karşı topyekûn mücadele edilmelidir” dedi. Anayasa Mahkemesi’ni de hedef alan Destici “HDP’nin kapatılması ve hazine yardımının kesilmesi gibi, beklenen ve aciliyeti olan kararları almaması ya da alamaması, terör savunuculuğundan cezası kesinleşenlerle ilgili her defasında hak ihlali kararı vermesi kabul edilemez” ifadelerini kullandı.

 

TBMM’de gündem terör

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 9 askerin yaşamını yitirdiği, Pençe Kilit operasyonu bölgesindeki PKK saldırısıyla ilgili TBMM Genel Kurulu’nu bilgilendirdi. Bakanların ve siyasi parti grup temsilcilerinin konuşmalarının ardından, saldırının kınandığı TBMM Başkanlığı tezkeresi oylanarak kabul edildi.

AKP ile aynı bildiriye imza atmayacağını açıklayan CHP de, başkanlık tezkeresine destek verirken, “Milli güvenliğimiz iç siyaset malzemesi yapılmamalıdır” başlığıyla ayrı bir de bildiri açıkladı. 23 Aralık’ta 12 askerin hayatını yitirdiği PKK saldırısının ardından, muhalefet ve özellikle de CHP iktidarın Meclis’i bilgilendirmemesine tepki göstermiş ve CHP Genel Başkanı Özgür Özel “Hataları yapan, soruları yanıtlamayan bir iktidarla aynı A4 kağıdının üzerinde buluşup da onlara meşruiyet kazandırmayacağız” diyerek, Meclis’te grubu bulunan bazı partilerin yayımladığı “ortak bildiriye” imza atmamıştı.

Bu defa öyle olmadı ve 12 Ocak’ta yaşanan saldırının ardından TBMM Genel Kurulu, çalışmalarına verdiği iki haftalık aranın ardından toplandı. Güler ve Fidan, PKK ile mücadele konusunda Genel Kurul’a bilgi verdi, siyasi parti grupları da bu konudaki görüşlerini dile getirdi.

Birleşimde ilk sözü alan TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş Türkiye’nin sorunlarını çözmeye muktedir bir devlet olduğunu belirterek “Ancak şunu da bir kez daha terörün destekçilerini hatırlatmak isterim. Teröre verilen destek karanlığa sıkılmış bir kurşun gibidir, o desteği verenler bir gün o kurşunun kendilerini de bulacağını, kendilerine de zarar vereceğini hatırlamalıdırlar, unutmamalıdırlar” dedi.

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler konuşmasında Pençe Kilit operasyonlarının önemine vurgu yaparak, “Şu an orada olmasaydık örgütün sınırlarımıza saldırıları önceki gibi devam edecek, şehirlerimizde daha büyük bedeller ödeyecektik” dedi.

Sınır ötesinde bulunan askerlerin görev yaptıkları üs bölgelerinde her türlü donanıma sahip olduklarını savunan Güler, üs bölgelerinde teknolojinin olanaklarını en etkili şekilde kullanıldığını söyledi. Askerlerin ihtiyaç duyduğu her türlü silah, araç, gereç ve lojistik malzemelerin kesintisiz ve tam olarak karşılandığını ifade eden Güler, her bölükte sıhhiyeciler, acil teknisyenler ve üs bölgesi düzeyinde hekimleri olduğunu vurguladı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise bir yandan Irak merkezi hükümeti ile Erbil arasındaki uyuşmazlığın ve bir yandan üstü kapalı devam eden Şii-Sünni ayrışmasının PKK tarafından istismar edildiğine işaret etti. Irak’ta Erbil yönetiminin “Süleymaniye ve mücavirinde PKK’ya alan açmasının” bu örgütü güçlendirdiğini belirten Fidan, bu tutumun değişmemesi halinde, yeni önlemleri devreye sokacaklarına işaret etti:

“KYB’nin Suriye’deki PKK/YPG unsurlarına eğitim verdiği, Irak’ın kuzeyinde düşen SDG helikopterleri ve Arbat Havalimanı hadiseleriyle iyice açığa çıkmıştır. Bu durum, KYB ile PKK arasındaki ilişkinin boyutlarını da ortaya koymaktadır. Süleymaniye’ye yönelik yaptırımlarımıza rağmen KYB, PKK’ya müzahir tutumunu değiştirmezse, daha ileri tedbirler almakta tereddüt etmeyeceğiz.”

 

Bildiri krizi tezkere formülüyle aşıldı

23 Aralık’ta 12 askerin yaşamını yitirdiği saldırıların ardından iktidar partisi ile aynı bildiriye imza atmayacağını açıklayan CHP, bu tutumunu sürdürdü.

Grup toplantısında CHP Genel Başkanı Özgür Özel daha önce iktidarla aynı bildiriye imza atmadıklarını, bu kez DEVA, Gelecek ve Saadet Partisi’nin de kendi bildirgelerini hazırlayacaklarını anımsatarak, AKP ve MHP ile birlikte aynı bildiriye imza atmaya hazırlanan İYİ Parti’ye “AK Parti’den ayrışarak kendi bildirgenizi imzalayın” çağrısı yapmıştı.

Ancak TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, “terörü kınama konusunda bile bölünen bir Meclis” görüntüsünün kamuoyunda olumsuz bir görüntü yaratacağına dikkat çekerek, siyasi partileri ortaklaştırabilecek “başkanlık tezkeresi” formülünü devreye soktu.

TBMM Başkanı’nın imzasıyla hazırlanan tezkereye, herhangi bir siyasi partinin imza atması gerekmediği için, grupların görüşü de alınarak hazırlanan metne CHP’nin yanı sıra ayrı bildiri hazırlığındaki Saadet, Gelecek, DEVA ve Demokrat Parti de destek verdi.

DEM Parti dışındaki partilerin desteğiyle TBMM’de kabul edilen başkanlık tezkeresi Resmi Gazete’de yayınlanarak, bir anlamda Meclis kararı haline gelmiş olacak.

“Teröre karşı bildiri” başlıklı tezkerede, 12 Ocak 2024 tarihinde Pençe Kilit alanındaki bir üs bölgesinde çıkan çatışmada 9 askerin hayatını kaybettiği anımsatılarak, “Bu menfur terör saldırısını gerçekleştirenler bunun karşılığını kuşkusuz ki ağır bedellerle ödemişlerdir ve ödemeye devam edeceklerdir. Terör hiçbir zaman hedefine ulaşamayacaktır” ifadelerine yer verildi.

Türkiye’nin başta PKK ile içeride ve dışarıda mücadele güç ve kudretine sahip olduğu kaydedilen tezkerede şu görüşlere yer verildi: “Kendi başkentlerinde Türkiye’yi hedef alan terör örgütlerinin propaganda araçlarına, elebaşlarının barınmasına, finans, eleman ve silah teminine sessiz kalan ve hatta destek olan devletlerin terörle mücadelede samimiyetlerini de sorguluyor, çifte standartlı yaklaşımlarını sona erdirmeleri gerektiğini bir kez daha önemle hatırlatıyoruz.

“Başta komşu ülkeler olmak üzere diğer ülke parlamentoları ve uluslararası kuruluşlardan Türkiye’ye yönelik terör eylemlerine karşı net ve tavizsiz bir tutum sergilemelerini beklemekteyiz. Bütün dünya bilmelidir ki; son terörist etkisiz hale getirilinceye, terör kaynağında kurutuluncaya ve terörün arkasındaki tüm destekler ortadan kaldırılıncaya kadar mücadelemiz tavizsiz bir şekilde sürecektir. Milli iradenin tecelligahı olan Gazi Meclisimiz bu sürecin yakından takipçisi olmaya devam edecektir.”

******

“BİTME NOKTASINDAYDI, YANLIŞLAR CESARETLENDİRDİ”

Metin Öney (Eski Milletvekili) – Türkiye’nin Kuzey Irak”taki Pençe-Kilit operasyon bölgesinde 20 gün arayla bölücü terör örgütü tarafından gerçekleştirilen baskınlarda veya sızma hareketlerinde, 21 askerini şehit vermesi “neler oluyor” sorusunu gündeme getiriyor. Elbette ve önceliklere şehitlerimize rahmetler diliyoruz. Milletimizin başı sağolsun. Konuyu biraz da farklı boyutlardan ele almak gerekir diye düşünüyoruz.

Çünkü…

Eylemi yapanların PKK terör örgütü ve yandaşlarının olduğu kesindir.

Ancak…

“Dış destekler olmadan bu eli kanlı örgüt bu eylemlerin tamamını yapabilir mi?” sorusunun cevaplanması gerekir diye düşünüyoruz. 1984 yılında Eruh baskını ile başlayan PKK terör örgütünün kanlı baskınları ardı arkası kesilmeden devam ediyor. Bir gerçeği de altını çizerek vurgulamak gerekir.

2002’ye gelmeden önce hemen hemen Türkiye terörü tamamen denecek kadar bitirmişti. Sonradan yapılan yanlışlar ki başta çözüm süreci diye nitelendirilen girişimler, terörü daha da artırmış ve teröristleri cesaretlendirmiştir.

Şimdi…

Esas vurgulamak istediğimiz noktaya gelmek gerekir. PKK terör örgütü, dış destek almadan bunları yapabilir mi sorusuna cevap aramak gerekir. Aslında bu dış desteğin kaynağı apaçık bellidir. Bu örgüte silah yardımı yapan kimdir? Her zeminde ve zamanda destekleyici açıklamalar yapan kimdir? Bayrakları ile o bölgede dolaştıran kimdir? “Bizim kara kuvvetlerimiz” diyen kimdir? Büyük çapta ve ciddi boyutlarda operasyonlara ne zaman başlasak çeşitli bahanelerle engellemeye çalışan kimdir?

Bunlara pek çok maddeler eklemek mümkündür. Bu sebeplerle ve öncelikle bu sorulara cevapları verilmelidir ve alınacak tüm tedbirler verilecek cevaba göre olmalıdır. 1984 yılından bu yana yaşadıklarımız dikkate alınarak ABD ile olan ilişkilerimiz, gizli açık sözleşmelerimiz mutlaka gözden geçirilmelidir.

Tek taraflı sözüm ona “sevda”ya son verilmelidir. Bu Dünyanın en netameli “en tehlikeli” üç bölgesinden biri olan Orta Doğu bölgesinde hür ve bağımsız ve huzur içinde yaşamak istiyorsak, dostlarımızı ve düşmanlarımızı mutlaka tekraren gözden geçirmeliyiz ve yeniden bir tasnife tabi tutmalıyız. Başta NATO olmak üzere tüm anlaşmalar Türk Devletinin çıkarları doğrultusunda ele alınmalıdır. Her seferinde “yas” tutacağımıza “saf” tutalım ve gereğini yapalım.

 

“KIRK YILLIK MÜCADELEDE GELİNEN NOKTA BU OLMAMALIYDI”

Soner Aydın (Emekli Albay)- 22, 23 Aralık ve 12 Ocak’ta, bölücü terör örgütü PKK’nın Irak’ın kuzeyindeki üslerimize sızması sonucunda 21 şehit verdik. 11 Ocak’ta iki şehidimiz daha vardı. O kahramanlar teker teker şehit oldukları için dikkat çekmediler. Şehitlerimizin ardından kendi içimizde birbirimizle uğraşmaya başladık. Günlerce süren siyasi tartışmalara, polemiklere, karşılıklı suçlamalara tanık olduk. Bu arada terörle mücadelede büyük emek harcamış askerlerin, devlet adamlarının, siyasetçilerin ve bilim adamlarının değerlendirmeleri ve çözüm önerileri sonuca etki etmeyecek siyasi polemikler arasında dikkatlerden kaçırıldı.

Neredeyse 40 yıldır devam eden terörle mücadelemizde geldiğimiz nokta bu olmamalıydı. Eğer bugün hala terörle değil de teröristle mücadele ediyorsak ve 20 günde 23 şehit veriyorsak nerede hata yaptığımızın sorgulanması gerekir. Bence hata ve noksanlıklar olmasaydı bu sonuçla karşılaşmazdık. Terörle mücadelenin sadece silahlı mücadeleden ibaret olduğunu düşünenler; eleştirilerini Türk Silahlı Kuvvetlerinin hatalarına yoğunlaştırdılar. Karar makamında olanların, terörle mücadelede sorumlu makamlarda olanların hata ve noksanlıkları dikkatlerden kaçırıldı. Hata ve noksanlıkların sadece Türk Silahlı Kuvvetlerimizde aranmasının çözüme katkı sağlayacağını düşünmüyorum. Sorumlu bütün makamların kendi sorumluluk alanlarında aynı hassasiyeti göstererek nerelerde hata yapıldığını sorgulamaları gerektiğine inanıyorum. Sorgulayamıyorlarsa; konuyu gereksiz polemiklerle ve mazeretlerle geçiştirmek, eleştiren ve çözüm önerenleri suçlamak yerine değerlendirme ve önerilere kulak vermeleri gerekmektedir.

40 yıllık terörle mücadelemizde PKK hala baskın ve sızma yapabiliyorsa ve biz buna karşı etkin önlemler alamıyorsak bir yerlerde ciddi hatalar yapıyoruz demektir. Hatalarımızın başında siyasi karar mekanizmasının hatalarının geldiği kanaatindeyim. Terörle mücadeledeki başarı; öldürülen terörist sayısıyla izah edilmeye çalışılmakta, terör örgütü ve destekçilerinin asıl niyet ve maksatları gündeme getirilmemekte, buna karşı alınması gereken siyasi, politik, ekonomik, sosyal, kültürel… önlemlerden söz edilmemektedir. Böyle olunca terör örgütü de propagandasını şehit ettiği vatan evlatlarımız üzerinden yaparken, destekçileriyle birlikte gerçek hedefine yürümektedir.

Terörist saldırılarının ardından yapılan savunmalar da tatmin edici değildir. Bu kadar çok şehit verilmesinin mazereti olarak; olumsuz hava koşullarının, sis ve pus nedeniyle görüş mesafesi olmamasının, kötü hava koşullarında İHA ve SİHA’ların uçurulamamasının mazeret olarak kullanılması vatandaşlarımızı ikna etmeye yeterli olmadığı gibi, bir zafiyet itirafı olarak terör örgütüne koz vermektedir. Bir komando birliğinin olumsuz hava koşullarında muharebe edemediği algısı yaratmak yerine Türk Silahlı Kuvvetlerinin son 20 yılda siyasi çıkarlar uğruna ne duruma getirildiği sorgulanmalıdır. Terör örgütü; 22-23 Aralık’tan sonra 12 Ocak’ta da benzer hava koşullarında sızma girişiminde bulunmuş ve benzer sonucu almıştır. 23 Aralık’tan 12 Ocak’a kadar geçen sürede gereken önlemlerin neden alınmadığına anlam veremiyorum. Bu, dost ve düşmanda; Türk Silahlı Kuvvetlerimizin olumsuz hava koşullarında muharebe imkân kabiliyetinin zayıf olduğu algısı yaratmaktadır. Sorumlu makamlar böyle mazeretlerini ulu orta paylaşmamalı, bunun yerine çözüm üretmelidirler.

Bunların yanında her terör saldırısından sonra operasyonlara hız verildiği, çok kısa sürede çok sayıda terör hedefinin imha edildiği, çok sayıda teröristin öldürüldüğü haberleri de inandırıcı görünmemektedir. Çatışmanın hemen ardından “tespit edilen hedefler imha edildi” dendiğinde; insanlar, “madem bu kadar kısa sürede bu kadar hedefi tespit edebiliyoruz, neden bu sızmalardan önce bu hedefleri imha etmiyoruz” diye düşünmektedir. Verilen bilgilerdeki çelişkiler de bu kuşkuyu güçlendirmektedir. Milli Savunma Bakanı’nın son saldırıyı takip eden 2-3 gün içinde 78 hedefin imha edildiğini, 77 teröristin öldürüldüğünü söylediğinin ertesi günü Cumhurbaşkanı; 114 hedefin imha edildiği, 78 teröristin öldürüldüğü açıklaması yapmıştır. O zaman aklımıza; “bir gecede 36 hedef daha mı imha edildi” “her hedefte bir terörist öldürülmüş olsa 114 terörist eder, hedeflerin yarısı boş muydu” “gece boyunca icra edilen harekatın etkisi bu kadar kısa sürede nasıl tespit edilebiliyor” soruları gelmektedir. Bence devletimize güvenin sarsılmaması için; çelişkili ve kuşku uyandırıcı bilgiler vermek yerine hiç bilgi vermemek daha doğru olacaktır.

1992-99 yılları arasında Türk Silahlı Kuvvetlerimizin Irak’ın kuzeyinde icra ettiği sınır ötesi harekatlarla Kandil’e sıkışan terör örgütü; “açılım sürecini” toparlanma ve yeniden teşkilatlanma süreci olarak değerlendirmiş, ABD’nin çok büyük desteğiyle Irak’ın kuzeyinde, Irak-Suriye sınırındaki Sincar’a kadar yayılmış ve ABD’nin Suriye’de, Fırat’ın doğusunda açtığı alanda hakimiyet kurmuştur.

Irak ve Suriye sınırlarımızın toplam uzunluğu 1298 kilometredir. Bu kadar geniş bir hatta her noktayı kontrol edebilmemiz oldukça zordur. PKK’nın da bu kadar geniş bir cepheyi yardım ve destek almadan, tek başına kontrol altında tutması da mümkün değildir. Günümüzde ABD; Suriye’deki PKK uzantısına binlerce tır dolusu silah ve mühimmatla, İHA, dron, helikopter gibi hava araçlarıyla ve çok büyük bütçelerle destek verdiğini gizlemeye bile gerek görmemektedir. Bunun yanında ABD’li özel güvenlik şirketlerinin teröristleri eğitip donattığı, hatta eylemlerin planlanıp icra edilmesinde rol aldığı konuşulmaktadır. Bu çaptaki askeri desteğin büyük bir bölümünün Suriye’den Irak’taki terör gruplarına kaydırılıyor olması kuvvetle muhtemeldir. PKK’nın Irak’ın kuzeyindeki terör eylemlerinde kullandığı ABD yapımı silah, mühimmat ve teçhizat bunun kanıtıdır. Bu durumda sıklet merkezinin Irak-Suriye irtibatını kesecek şekilde tesis edilmesi, Sincar bölgesini kontrol edecek önlemlerin alınması üzerinde durulması, terör gruplarının parçalara ayrılarak karşılıklı destek ve takviye imkanının daraltılması daha uygun olacaktır kanaatindeyim. Suriye’de bu yapılmış ve terör örgütü uzantılarının Fırat’ın batısına geçmesi engellenmiştir. Bu durum büyük Kürdistan projesini Akdeniz’e ulaştırmayı amaçlayan ABD’yi ve ortaklarını rahatsız etmektedir. Bu nedenle, Irak’ın kuzeyindeki eylemlerin; Türkiye’yi bu bölgeye kanalize ederek Suriye’deki terör örgütü uzantılarına daha geniş alan açmak maksadıyla gerçekleştirilmiş olabileceği ihtimal dahilindedir. Ülkemizi yönetenler; bu projeyi engellemek için azami gayret göstermeli, ABD ve ortaklarının terör örgütüne destek kanıtlarını toplamalı, BM ve NATO nezdinde hukuki girişimlerde bulunmalıdırlar.

PKK’nın Irak’ın kuzeyinde bu denli rahat hareket etmesinde Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi’nin, KDP ve KYB’nin de katkısı olduğu dikkat çekmektedir. Bu nedenle yerel istihbarat ağının çalıştırılamamış olduğu görülmektedir. Aksi halde PKK’nın eylem hazırlığı günler öncesinden bölgedeki unsurlarımıza ulaştırılırdı diye düşünüyorum. Yerel unsurlarla ilişkilerde aksamalar varsa bunun nedenleri üzerinde de durulmalı, eğer bölgede kuvvet bulundurmaya devam edilecekse bu aksaklığı telafi edici önlemler alınmalıdır.

ABD’nin başını çektiği küresel emperyalist güçlerin; bölgemizdeki amaçlarına ulaşmak için faaliyetlerine hız vermiş oldukları görülmektedir. PKK’nın saldırılarına paralel olarak ülkemizdeki yıkıcı odakların şeriat ve hilafet çığlıkları da artmıştır. Her ikisinin de birbirini destekler şekilde aynı zamanda harekete geçirilmesi dikkat çekicidir. Bu tablo milli mücadele yıllarımızdaki tabloyla benzerlik göstermektedir. Her şeye rağmen Türk Ulusu’nun bu tehditlerle mücadele edecek azim ve kararlılıkta olduğundan kimse kuşku duymamalıdır. Bu azim ve kararlılığın korunabilmesi için siyasetçilerimizin son derece hassas davranması, halkımızı kutuplaştıracak, ayrıştıracak, birbirimize düşmanlaştıracak söylem ve eylemlerden sakınması, siyasi ve ideolojik çıkarlar yerine ulusal çıkarlarımızı tercih etmeleri gerekmektedir.

Şehitlerimizin ruhları şad, mekanları cennet olsun. Ulusumuzun başı sağ olsun.

 

**********