Kırk yıllık mücadelede gelinen nokta bu olmamalıydı

22, 23 Aralık ve 12 Ocak’ta, bölücü terör örgütü PKK’nın Irak’ın kuzeyindeki üslerimize sızması sonucunda 21 şehit verdik. 11 Ocak’ta iki şehidimiz daha vardı. O kahramanlar teker teker şehit oldukları için dikkat çekmediler. Şehitlerimizin ardından kendi içimizde birbirimizle uğraşmaya başladık. Günlerce süren siyasi tartışmalara, polemiklere, karşılıklı suçlamalara tanık olduk. Bu arada terörle mücadelede büyük emek harcamış askerlerin, devlet adamlarının, siyasetçilerin ve bilim adamlarının değerlendirmeleri ve çözüm önerileri sonuca etki etmeyecek siyasi polemikler arasında dikkatlerden kaçırıldı.

Neredeyse 40 yıldır devam eden terörle mücadelemizde geldiğimiz nokta bu olmamalıydı. Eğer bugün hala terörle değil de teröristle mücadele ediyorsak ve 20 günde 23 şehit veriyorsak nerede hata yaptığımızın sorgulanması gerekir. Bence hata ve noksanlıklar olmasaydı bu sonuçla karşılaşmazdık. Terörle mücadelenin sadece silahlı mücadeleden ibaret olduğunu düşünenler; eleştirilerini Türk Silahlı Kuvvetlerinin hatalarına yoğunlaştırdılar. Karar makamında olanların, terörle mücadelede sorumlu makamlarda olanların hata ve noksanlıkları dikkatlerden kaçırıldı. Hata ve noksanlıkların sadece Türk Silahlı Kuvvetlerimizde aranmasının çözüme katkı sağlayacağını düşünmüyorum. Sorumlu bütün makamların kendi sorumluluk alanlarında aynı hassasiyeti göstererek nerelerde hata yapıldığını sorgulamaları gerektiğine inanıyorum. Sorgulayamıyorlarsa; konuyu gereksiz polemiklerle ve mazeretlerle geçiştirmek, eleştiren ve çözüm önerenleri suçlamak yerine değerlendirme ve önerilere kulak vermeleri gerekmektedir.

40 yıllık terörle mücadelemizde PKK hala baskın ve sızma yapabiliyorsa ve biz buna karşı etkin önlemler alamıyorsak bir yerlerde ciddi hatalar yapıyoruz demektir. Hatalarımızın başında siyasi karar mekanizmasının hatalarının geldiği kanaatindeyim. Terörle mücadeledeki başarı; öldürülen terörist sayısıyla izah edilmeye çalışılmakta, terör örgütü ve destekçilerinin asıl niyet ve maksatları gündeme getirilmemekte, buna karşı alınması gereken siyasi, politik, ekonomik, sosyal, kültürel… önlemlerden söz edilmemektedir. Böyle olunca terör örgütü de propagandasını şehit ettiği vatan evlatlarımız üzerinden yaparken, destekçileriyle birlikte gerçek hedefine yürümektedir.

Terörist saldırılarının ardından yapılan savunmalar da tatmin edici değildir. Bu kadar çok şehit verilmesinin mazereti olarak; olumsuz hava koşullarının, sis ve pus nedeniyle görüş mesafesi olmamasının, kötü hava koşullarında İHA ve SİHA’ların uçurulamamasının mazeret olarak kullanılması vatandaşlarımızı ikna etmeye yeterli olmadığı gibi, bir zafiyet itirafı olarak terör örgütüne koz vermektedir. Bir komando birliğinin olumsuz hava koşullarında muharebe edemediği algısı yaratmak yerine Türk Silahlı Kuvvetlerinin son 20 yılda siyasi çıkarlar uğruna ne duruma getirildiği sorgulanmalıdır. Terör örgütü; 22-23 Aralık’tan sonra 12 Ocak’ta da benzer hava koşullarında sızma girişiminde bulunmuş ve benzer sonucu almıştır. 23 Aralık’tan 12 Ocak’a kadar geçen sürede gereken önlemlerin neden alınmadığına anlam veremiyorum. Bu, dost ve düşmanda; Türk Silahlı Kuvvetlerimizin olumsuz hava koşullarında muharebe imkân kabiliyetinin zayıf olduğu algısı yaratmaktadır. Sorumlu makamlar böyle mazeretlerini ulu orta paylaşmamalı, bunun yerine çözüm üretmelidirler.

Bunların yanında her terör saldırısından sonra operasyonlara hız verildiği, çok kısa sürede çok sayıda terör hedefinin imha edildiği, çok sayıda teröristin öldürüldüğü haberleri de inandırıcı görünmemektedir. Çatışmanın hemen ardından “tespit edilen hedefler imha edildi” dendiğinde; insanlar, “madem bu kadar kısa sürede bu kadar hedefi tespit edebiliyoruz, neden bu sızmalardan önce bu hedefleri imha etmiyoruz” diye düşünmektedir. Verilen bilgilerdeki çelişkiler de bu kuşkuyu güçlendirmektedir. Milli Savunma Bakanı’nın son saldırıyı takip eden 2-3 gün içinde 78 hedefin imha edildiğini, 77 teröristin öldürüldüğünü söylediğinin ertesi günü Cumhurbaşkanı; 114 hedefin imha edildiği, 78 teröristin öldürüldüğü açıklaması yapmıştır. O zaman aklımıza; “bir gecede 36 hedef daha mı imha edildi”, “her hedefte bir terörist öldürülmüş olsa 114 terörist eder, hedeflerin yarısı boş muydu”, “gece boyunca icra edilen harekatın etkisi bu kadar kısa sürede nasıl tespit edilebiliyor” soruları gelmektedir. Bence devletimize güvenin sarsılmaması için; çelişkili ve kuşku uyandırıcı bilgiler vermek yerine hiç bilgi vermemek daha doğru olacaktır.

1992-1999 yılları arasında Türk Silahlı Kuvvetlerimizin Irak’ın kuzeyinde icra ettiği sınır ötesi harekatlarla Kandil’e sıkışan terör örgütü; “açılım sürecini” toparlanma ve yeniden teşkilatlanma süreci olarak değerlendirmiş, ABD’nin çok büyük desteğiyle Irak’ın kuzeyinde, Irak-Suriye sınırındaki Sincar’a kadar yayılmış ve ABD’nin Suriye’de, Fırat’ın doğusunda açtığı alanda hakimiyet kurmuştur.

Irak ve Suriye sınırlarımızın toplam uzunluğu 1298 kilometredir. Bu kadar geniş bir hatta her noktayı kontrol edebilmemiz oldukça zordur. PKK’nın da bu kadar geniş bir cepheyi yardım ve destek almadan, tek başına kontrol altında tutması da mümkün değildir. Günümüzde ABD; Suriye’deki PKK uzantısına binlerce tır dolusu silah ve mühimmatla, İHA, drone, helikopter gibi hava araçlarıyla ve çok büyük bütçelerle destek verdiğini gizlemeye bile gerek görmemektedir. Bunun yanında ABD’li özel güvenlik şirketlerinin teröristleri eğitip donattığı, hatta eylemlerin planlanıp icra edilmesinde rol aldığı konuşulmaktadır. Bu çaptaki askeri desteğin büyük bir bölümünün Suriye’den Irak’taki terör gruplarına kaydırılıyor olması kuvvetle muhtemeldir. PKK’nın Irak’ın kuzeyindeki terör eylemlerinde kullandığı ABD yapımı silah, mühimmat ve teçhizat bunun kanıtıdır. Bu durumda sıklet merkezinin Irak-Suriye irtibatını kesecek şekilde tesis edilmesi, Sincar bölgesini kontrol edecek önlemlerin alınması üzerinde durulması, terör gruplarının parçalara ayrılarak karşılıklı destek ve takviye imkanının daraltılması daha uygun olacaktır kanaatindeyim. Suriye’de bu yapılmış ve terör örgütü uzantılarının Fırat’ın batısına geçmesi engellenmiştir. Bu durum büyük Kürdistan projesini Akdeniz’e ulaştırmayı amaçlayan ABD’yi ve ortaklarını rahatsız etmektedir. Bu nedenle, Irak’ın kuzeyindeki eylemlerin; Türkiye’yi bu bölgeye kanalize ederek Suriye’deki terör örgütü uzantılarına daha geniş alan açmak maksadıyla gerçekleştirilmiş olabileceği ihtimal dahilindedir. Ülkemizi yönetenler; bu projeyi engellemek için azami gayret göstermeli, ABD ve ortaklarının terör örgütüne destek kanıtlarını toplamalı, BM ve NATO nezdinde hukuki girişimlerde bulunmalıdırlar.

PKK’nın Irak’ın kuzeyinde bu denli rahat hareket etmesinde Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi’nin, KDP ve KYB’nin de katkısı olduğu dikkat çekmektedir. Bu nedenle yerel istihbarat ağının çalıştırılamamış olduğu görülmektedir. Aksi halde PKK’nın eylem hazırlığı günler öncesinden bölgedeki unsurlarımıza ulaştırılırdı diye düşünüyorum. Yerel unsurlarla ilişkilerde aksamalar varsa bunun nedenleri üzerinde de durulmalı, eğer bölgede kuvvet bulundurmaya devam edilecekse bu aksaklığı telafi edici önlemler alınmalıdır.

ABD’nin başını çektiği küresel emperyalist güçlerin; bölgemizdeki amaçlarına ulaşmak için faaliyetlerine hız vermiş oldukları görülmektedir. PKK’nın saldırılarına paralel olarak ülkemizdeki yıkıcı odakların şeriat ve hilafet çığlıkları da artmıştır. Her ikisinin de birbirini destekler şekilde aynı zamanda harekete geçirilmesi dikkat çekicidir. Bu tablo milli mücadele yıllarımızdaki tabloyla benzerlik göstermektedir. Her şeye rağmen Türk Ulusu’nun bu tehditlerle mücadele edecek azim ve kararlılıkta olduğundan kimse kuşku duymamalıdır. Bu azim ve kararlılığın korunabilmesi için siyasetçilerimizin son derece hassas davranması, halkımızı kutuplaştıracak, ayrıştıracak, birbirimize düşmanlaştıracak söylem ve eylemlerden sakınması, siyasi ve ideolojik çıkarlar yerine ulusal çıkarlarımızı tercih etmeleri gerekmektedir.

Şehitlerimizin ruhları şad, mekanları cennet olsun. Ulusumuzun başı sağ olsun.