Sosyolog Gizem Ahcı yazdı: İnsanlık dramı olarak göçmen çocukları…

Göçün ne olduğunu hepimiz biliyoruz: Yaşadığımız topraklardan yani vatanımızdan, alışılan sosyal yapı, ekonomik imkân gibi yaşamın birçok unsurundan uzaklaşarak ya da uzaklaştırılarak yeni yaşam alanlarına doğru zorunlu bir kopuştur ki bunun tarih boyunca savaşlar, ekonomik krizler ve doğal afetler şeklinde sayısız sebepleri sayılabilir.

Göç olgusundaki mekânsal, zamansal ve insan orijinli ayrılık kavramı, çok yönlü bir etkileşim ile uluslararası ölçekte politikayı zorunlu kıldığı kadar, bireysel psişik bir travmayı da doğası gereği benliğinde taşır. Öyle ki küreselleşmenin dillerden düşmediği tüm coğrafyalarda bir yandan gündemdeki yerini korurken bir yandan da modern psikiyatri kliniklerinin sessiz odalarında umutsuzluğun derinliğinde nefes alınır. Birey ya da bir  topluluk mekânsal bir değişikliğe doğru yol alırken, anlam ve değer dünyasının birikiminde, değişim ve dönüşüm öncesinin bilinmezliğinin kaygısında bir psikodinamik atmosferin içindedir.

Göç, aynı zamanda hayatla bir restleşmedir de, çünkü sadece mekana değil düşünce, inanç, kural ve değerlere de bir manifestodur, Hızla radikal değişikliklere zemin olacak derin ruhsal çalkantıların arifesidir. Yok olmak ile var olup yaşama devam etmek arasındaki ince çizgide, çok yönlü uyum sorunlarının vasfı akla bile gelmez.

Bireyin, ailenin ya da etnik bir topluluğun zorunlu ya da gönülsüz diyelim yer değiştirmeleri, yetişkinlerde zaten dramın zirvesi iken, bir de sorumluluklarındaki çocukların bu sürece dahil olması, var olan sorunun vahametini katlamaktadır. Gerek göç yolları gerekse varılan ülkedeki imkanların sınırlılığı çocukların kayıp bir nesil durumuna düşürmektedir.

Göç yaşayan ailelerin çocukları sadece yeni bir sosyokültürel çevreye değil o ülkenin okul/eğitim sistemine de uyum sağlamak zorunluluğu ile karşı karşıyadır. Dil, din, ırk, etnisite, kültür farklılığı gibi primer ve sekonder  sorunlara değinmiyorum bile. Göçün travmatik süreçlerini yaşayan göçmen çocuklar, yabancı bir yaşam ve eğitim ikliminin olumsuzlukları içinde, aidiyet duygusunu oluşturamadan, okul kültürü ile aile kültürünün örtüşmez karanlık koridorlarında heba olmak riski ile hayatlarına devam etmektedirler.

Olgun bir bireyi bile biyopsikososyal varlık olarak kaotik bir travmaya maruz bırakan göç olgusunun hassas, savunmasız ve risk altındaki çocuklar üzerindeki etkisinin, daha hasar verici olacağından kuşku yoktur. Ayrıca, göç süreçlerinde, kültürlerinden , geçmişlerinden ve yaşam alanlarından koparılmış olan çocuklar, yerinden edilmişliğin ve savaş ortamına maruz kalmanın etkilenimlerini de en travmatik boyutta hissetmektedirler. Bu bağlamda, göçmen çocukları etkileyen en önemli kritik risklerden birisi, eğitim süreçlerine dâhil olamama (okullaşamama) ya da eğitim süreçlerine dâhil olunduktan sonra o ülkenin eğitim sistemine ve okullara (dil, müfredat, kültür vb. noktalarda) uyum sağlayamama ve eğitim süreçlerinden kopma (okul terk) sorunudur.

Bu konuda yapılan bir çok saha çalışmasında, göçmen çocukların yaşadığı ruhsal sıkıntılar açıklıkla tespit edilmiştir. En basitinden tırnak yeme ve genelde okul başarısızlıkları  gibi semptomları ruhsal düzlemde nevrotik bozukluklar takip etmektedir. Suriyeliler özelinde  savaş ortamından gelmenin, yerinden edilmenin ve yabancı çevrelerde yaşamanın vermiş olduğu sorunlar elbette bu şikayetlere zemin hazırlamakta ise de  sığındıkları ülkelerde, sosyal adaletsizlik, aidiyet duygusu yoksunluğu, yabancılaşma, dışlanma, eski ve yeni yaşam koşulları arasındaki farklılıklar bu çocukların iç dünyalarında birçok açıdan gelişim bozukluklarına ve hasara neden olabilmektedir. Zaten topluma yabancılık ve sosyo-ekonomik imkânsızlıklardan kaynaklı mekânsal, psiko-sosyal, kültürel ve ekonomik temelli riskler tüm bunların başat nedenidir.

Ebeveynler ve yetkililerle yapılan görüşmelerde, çocukların okullaşamamasının ardında pek çok nedenin olduğu saptanmıştır: Finansman, eğitime erişim ve katılım, öğretmen, dil sorunu, koordinasyon eksikliği, müfredat ve öğretim materyalleri, fiziksel altyapı, yoksulluk ve çocuk işçiliği, toplumsal kabul ve uyum sorunları gibi…

Eğitim sistemine entegre edilemeyen göçmen çocuklar, eğitimin olumlu amaçlarından uzak kalmakta, bireyi hayata ve sosyal rollere hazırlayan, kendine yetebilecek ve gerçekleştirebilecek sosyal, ruhsal, kültürel, bilişsel ve fizyolojik açılardan tam bir iyilik hali yaratma sağlanılamadığı için, toplumsal uyum, kabul ve bütünleştirme süreçleri akamete uğramaktadır

Çocuğun eğitim ihtiyacı, bireyi hayata ve sosyal rollere hazırladığı için öncelikli önemdedir. Eğitim; bireyi, belli bir amaç doğrultusunda işleyen/ şekillendiren, onu hayata ve sosyal rollere hazırlayan, kendine yetebilecek ve kendini gerçekleştirebilecek (sosyal, ruhsal, kültürel, bilişsel ve fizyolojik açıdan) bilgi ve beceri kazandırdığından göçmen çocukların gelecek hayatları ve ülkeye uyum süreçleri açısından da son derece önemlidir. Yani, eğitim ihtiyacının karşılanması, yeni ülkeye, topluma, kurallara uyum, ülke vatandaşlığına hazırlanma ve yeni toplumla bütünleşme anlamına gelmektedir.

Sonuç olarak, göçün travmatize ettiği çocukların, aktif eğitim süreçlerini engelleyen unsurlar yok edilmedir. Göçmen çocukları, aile-okul-toplum işbirliğiyle biyopsikososyal açılardan tüm yönleriyle ele alarak rehabilite etmek için okul sosyal hizmet alanları tanımlanmalıdır.

Nihayetinde, multiple bileşenleri ile çok boyutlu bir etkiye sahip göç olgusuna, birçok ülke sadece sosyal politika kapsamında yaklaşmaktadır. Göç, farklı yönleriyle irdelenirken, yansımalarının öngörülmemesi halinde, sonrasında üstesinden gelmenin mümkün olmadığı sorunları potansiyelize eder Halbuki İyi yönetilen göç süreçleri ile kapsamlı göç politikaları, toplumların ve ülkelerin yaşadıkları durağanlığın aşılmasında, dinamik bir ekonomik alanın oluşumunda önemli işlevler görebilir. Gelinen noktada, eğitim dahil  geniş kapsamlı göçmen politikaları hayata geçirilmeli ve  sosyal uyum sorunu bağlamında  bütüncül bir politikayı oluşturmak zorunluluğu ile karşı karşıyayız. Unutulmamalıdır ki bir toplumu yeniden oluşturmanın ve şekil vermenin en temel araçlarından biri eğitimdir ve eğitim; eğitilenlerin hür ve bilimsel düşünebilmesini, saygılı, müteşebbüs, sorumlu, yaratıcı ve verimli bireyler olarak yetişmelerini hedefler. Göçmen ya da değil, bu bireylere hangi ülkenin ihtiyacı yok ki!?

Loading